Ferdin hem manevi, hem ailevi, hem içtimai hayatını şekillendiren bakış açısıdır. Kapısındaki köpeğin ölümüne, karaya vuran yunuslara ağıtlar yakıp kendi akıbetini düşünmeyen, habire hastanenin dış yüzünü boyayarak güzel giyim, makam, mevki, araba, şan, şöhret, desinler ile manevi yaralarının iyileşeceğini zannederek kendi kaderini kendi eliyle yazan insan.

                İnsanlarla bir araya gelindiğinde, güncel meselelerden, ülkenin gündeminden, dünyanın içinde bulunduğu çıkmazlardan açılınca öylesine cevval, öylesine malumat doluyuz ki, oturduğumuz yerden dünyaya nizam verme dedi mi elimize kimse su dökemez.

                Hani derler, insanı kendisi ele verirmiş… İnsanın ağzından çıkan cümleler kendi aleyhine veya lehine delil toplamaktan başka bir şey değildir.

                Siyasete, güncel meselelere yorulmadan bıkmadan sözüm ona analiz yapan, mesaisini, maça, oyuna, kendi tabiri ile vakit öldürmeye ayıran insan içinde bulunduğu ama bir türlü kurtulmak için hiçbir irade ortaya koyamadığı bilipte yapmama veya yapamama çizgisinde hayat serüvenini devam ettiriyor.

                Toplumun açmazları, sıkıntıları, üzüntüleri aslında bu bilipte yapamama halinin insana ve insanlığa ödettirdiği bedelden başka bir şey değil.

                Hani kedinin önüne bir ip yumağı atarsınız da, kedi onunla zevk ve eğlence içinde oynamaya başlar. Ne zaman ki, ip yumağı çözülüp te ayaklarına dolanmaya başlayınca, zevk ve eğlence ızdıraba dönüşür…

                İşte bilipte yapamama çizgisinde kabir menziline doğru hızla sürüklenen insana, her bilip te yapamama başlangıçta zevk gibi görünse de, uzun vadede öcünü çok şiddetli bir şekilde muhatabından alır. Zaman zarf, insan mektup… Ya güzel şeylerle dolduracağız bu hayat serüvenini, ya da süfli, değersiz, anlaşılmaz bir hayat serüveni zamana zarf olup ötede açıldığında başımıza bir yığın gaileler açacak.

                Zira her bilip te yapmama veya yapamam, tarlayı sürüpte tohum ekmemeye benzer. Boş bırakılan ekilmeyen tarladan mahsul alınamayacağı gibi, zihin tarlaları boş, bırakıldığında onun yerini gulyabaniler istila edecek ve insan yaratılış gayesinden ferah fersah uzaklaşmış olacak.

                Sadece bize bahşedilen yirmidört saatin özetini çıkarıp, kazandıklarımızı ve kaybettiklerimizi bir tartıya mihenge vursak, bu hayat filminin bir daha oynamayacağını, bu filmin galasının olmayacağını, kendimize verilmiş her bir saatin altın hükmünde olduğunu anlayacak, kendi halimize, dilimizden önce vicdanımız itiraz edecek.

                Ekserimizin dakikaları, saatleri, ayları, yılları bir bilipte yapamamanın şahidi olan tablolarla dolu.

                Zira, pek çok insan, son yirmi dört saat içinde ne kadar yalan söyledi, başkalarını kandırmanın devamı olan yalana başkalarını ne kadar ortak etti, ne kadar insan sabah rızık için evinden çıkıp akşam kirli bir kazançla evine döndü, kaç insan menfaati, çıkarı uğruna maskeli, pudralı yüzlerle, sahte gülüşlerle başkalarının hukukunu ihlal etti, kendi halkının üzerine bomba yağdıran, polisimize kurşun sıkan, çocuk, yaşlı demeden insan öldüren akıllar, hangi tezgâhlarda işlendi?

                Bu olumsuz vakıalar aslında neyin ne olduğunu bilmenin, nelerin hak hukuk ihlali, nelerin haram nelerin helal olduğunu bilmenin tek başına yeterli olmadığını gösteriyor.

                Tüm mahlukatın uyanışa geçtiği, koskoca güneşin Küll-i iradenin “KÜN” Ol emiri ile, ufkun gerisinden insana ve tüm insanlığa ışıklarını göndermeye hazırlandığı bir vakitte, tüm kainatın uyanışına şahit olma, gönderilen mesajı iyi algılama, gecenin gündüz olmak için geçirdiği ızdıraba şahitlik etme bilincidir hayat serüvenini sağlam temeller üzerine inşa etme…

                İnsanların dünyasında bir sıralama yer etmiş durumda. Dünyevi makamlara, zevki sefaya ulaşmak, onlar elde edildikten sonra, elde edilenlerin üzerine dahasını ilave etmek içinde her türlü yolu mubah görmek.

                Daha çok kazanma hırsı, fesat, fitne, gıybet, entrika… Ve yalanın insanlığı nasıl da karanlık dehlizlere yuvarladığı, ancak insanın hala daha hesap gününde başına binbir türlü gaileler açacak zehirli balı emmeye devam etmesi, bu kötü hasletlerden kurtulmak istediğinde de, sanki o nimetten mahrum oluyormuş gibi bir hissin depreşmesi… Bunun altında yatan neden, varlığın ve eşyanın hakikatinin tam manası ile kavranılmaması ve hesap verme bilincinin kati bir kanaat haline gelmemesidir.

                Evimiz, arabamız, işimiz, aşımız, kıyafetimiz farklı olmalı… Ya Beynimiz? O farklı olmasa da olur. Çünkü nadir kullanıyoruz.

                Oysa padişahların padişahı, namütenahi, sınırsız kudretin sahibi, insanın kılığına, arabasının markasına, malına, mülküne, makamına, parasına, puluna, şanına, şöhretine, sesine, güzelliğine, yaşamadıklarını anlatmasına değil, kalbi hayatına ve sıfatlara bakarak hükmünü icra eder.

                Görünen o ki, kendimize eğilmeye başladığımız ve içimizdeki cehenneme inmeyi göze aldığımız anda… hafv, (korku), reca(ümit) kapısının tokmağına dokunmuş ve hayatın manasını da anlamış olacağız.