TOPUNUZ GELİN…

​Tarihine sırtını dönmüş milletlerin kökü olmayan bir ağaçtan farkı yoktur. Geleceğin geçmişin aynasında şekillenir. Kendi kısır tarihlerini öve öve bitiremezken bir kısım Dünya Devletleri, bizim gibi bağrından sayısız cengâverler, babayiğitler, ölüme gülerek koşan mangal yürekliler çıkarmış, tarih üstüne tarih yazmış milletimizin destanları ne kadar anlatılsa, nesilden nesile aktarılsa, ne kadar gurur duyulsa yine de vazifemizi yerine getirmiş sayılmayız.

​Kurtlar sofrasına terk edilmiş, zalimlerin, gaddarların, eli kanlı katillerin başına üşüştüğü bir Millet. Ama hala dimdik ayakta, hala hayat bahşediyor, korku salıyor muhataplarına…

​18 Mart 1915 Etrafı, kimi Hindu, kimi yamyam… Ancak ne gam, ne tasa, ne korku, ne ümitsizlik…

​Çanakkale gibi bir imtihan süzgecinden geçiş var karşılarında. Yeryüzünde en güçlü silahın ateşlenmiş insan ruhu olduğunun şuurunda olan, sinelerin topluca attığı, topların bile sindiremediği etten duvar, Anadolu’nun yağız delikanlıları var zalimlerin karşısında.

​Çanakkale Cehennemini yaşamayan benim gibi birinin kaleminden dökülen kelimeler olsa olsa, hissiyatın dile getirilmesi ve vakanın tespitinden öte başka bir anlam ifade eder mi bilemiyorum.

​Zira düşmanla karşılaşılmadan, ateş çemberinin içinde kalmadan, yurttan, yuvadan, anadan, babadan, kardeşten, evlattan, yardan vazgeçmeden ölümün üzerine düğüne gidiyor gibi gitmeden, kınalı kuzular olmayı bahşedilmiş bir paye olarak görmeden, bu hislerle cephede bulunmadan, aşılmaz denilen tepeleri aşmadan, Çanakkale’yi anlatmak ne mümkün?

​Bize sadece, ağzımıza çalınan bu muhteşem balı emmek, ecdadımızın hayret verici destanı karşısında dudaklarımızı yalamak, vay be demek böylesi de varmış, deha imkânsızdamümkünü görmekmiş, o vasıflarda benim ecdadımdan başka bir millette yokmuş demekten öteye geçemiyor.

​Devletlerin hayret, korku ve gıpta ile baktığı, bizim de kıyamete kadar nesilden nesile dönüp bakacağımız, bakıp ta ibret alacağımız şeref levhası Çanakkale.

​Yokluğun, varlığı kündeye getirip, imanın küfrü alabora ettiği, gururun ve şımarıklığın burnunu yerlerde sürüm sürüm süründürdüğü, kanı ile abdest almaya azmetmiş, imana, sabra, tevekküle, İlay-ı Kelimetullah aşkına bahşedilen en büyük zaferin adı Çanakkale.

​Tarihin her döneminde dünyanın dört bir tarafında problem üstüne problem üreten, baş ağrıtan, çıbanbaşı İngiltere ve Fransa, onların orduları, yine onların isimlendirdiği “yenilmez armada”  ve nihayetinde hepsinin hezimete uğradığı yerle yeksan olduğu er meydanı Çanakkale.

​Aşılmaz denilen dağların aşıldığı, geçilmez, geçilemez denilen deryaların geçildiği, bükülemez denilen bileklerin büküldüğü, malında, canında bir keseye konularak Hakk’a takdim edildiği, Babayiğitlerin meydanı Çanakkale.

​Eline geçirdiği düşmanına bile misafir muamelesi yapıp, insanlık dersi veren kahramanların menba-ı Çanakkale.

​İşte şimdi de suyumuzu bulandırmaya çalışan, kavgadan ve savaştan beslenenlere, ırz ve namusu, insan onurunu hiçe sayanlara, yüzleri kızarmayanlara, merhametsizliğin kol gezdiği Suriye’de Afrin’de kahraman ecdadımız bir destan daha yazıyor, Çanakkale ruhu, Afrin’de tekrar şaha kalkıyor. 

​Çanakkale gibi bir destanı kanları ile yazan aziz şehitlerimizin, Afrin’de tarih yazan kahramanlarımızdan şehit olanların her birerlerinin  ruhları şad olsun.