GÖZ ÖNÜNDE Mİ OLMAK?

GÖNÜLLERDE Mİ OLMAK?

Osmanlılar, Ülkemizde Fransız misafirleri gezdirirken önce onlara şu izahatı yaparlarmış, Bizim iki tane mutfağımız vardır, önce güney taraftaki mutfağı gösterirler, sonra öteki mutfak deyip işaret edilip te, burası ne diyerek sorulduğunda, birincisinde yemekler pişer, ikincisinde ise insanlar pişer diye cevap verirlermiş.

​Evet, aslında siyaset bir gözlem alanıdır. Yapılan tercihlerin gözlemlere göre şekillendiği, ideolojilerin artık bir değer ifade etmediği halkın hissiyatına tercüman olup, beton yığınlarının altında ayağı kopan insanın ayağını kendi ayağınızda hissedebilmeniz, tonlarca betonun altında çocuğunu emzirmeye çalışan annenin feryadına kulak kesilmeniz, başıma örtü almadan bu enkazın altından çıkmam diyen iffet abidelerini anlayabilmeniz ve empati yapabildiğiniz ölçüde karşılık alabileceğiniz bir alan. 

​Empatiden uzak, halka tepeden bakan hadiseleri sıradan gören, feryada ortak olmak yerine kayak yapmayı tercih edenlerin,baleyi,cazı,dansı,konçertoyu,senfoniyi daha anlamlı ve değerli bulanların sandıkta cezalandırılma süreci onyedi yıldır devam etmesine rağmen hala daha statükocu yapılanmadan kendilerini soyutlayamayanlar şimdilik kazara Büyükşehirlerde Belediye Başkanlıklarını kazanmış olsalar dahi verilen emanet oylar bir sonraki seçimde halk tarafında geri alınır.

​Hani bir Brahman’a bir derviş sormuş; Tanrı nedir? Brahman susuyor. Derviş üsteliyor, Tanrı nedir? Brahman söyledim ama anlamadın diyor. “Tanrı sükûttur” Biz kuluz hiç duraksamadan konuşuyoruz. Enderun Mektebinde de Osmanlı yöneticilerine bir yıl boyunca susmanın metotları öğretilmiş.

​Susmanın sessiz gücünü kullanarak millete hizmet etmenin nasıl olabileceğinin örneklerini Elazığ Depreminde ekranlardan gördük ve bizzat olaya şahit olanlardan da dinledik. Devletin tüm kademelerinin nasıl orada canhıraş bir şekilde vatandaşının hissiyatına, acısına, kederine ortak olup cenazelerine omuz verdiğini, yaralarına elini dokundurup belki devletin gücü senin yarana iyi gelir deyip şefkatle okşadığını ve dahası devletin benim halkım demesinden çok halkın benim devletim demesinin ne kadar anlamlı olduğunu gördük. Onlarla uykusuz kalan, onların çorbasına kaşık sallayanların hem Hakk’ın hem Halkın nezdindeki kameti kıymetleri yadsınamayacak kadar çok değerlidir.

​Soruna ve efelenmeye değil, çözüme odaklanmış bir siyaset anlayışının bu milletin hakkı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Halkın, İktidarından yerel yöneticilerine kadar siyasilere göstermiş olduğu teveccüh, verilen her bir oy, sorun siyaseti ve şov yapmak için değil, çözüm ve halkın hissiyatına tercüman olmak için verilmiştir.

​Bundan dolayıdır ki, küreselleşen dünyada, artık olanı biteni sadece beş duyu organı ile değerlendirmenin ötesinde bir bilince sahip olan bu millet siyasilerden siyaset ve hizmet etme biçimlerini ve tarzlarını gözden geçirme adına her seçimde adeta kumpasla ölçer gibi sandıkta cevabını vermektedir.

​21.yüzyılın dünyasında ideolojik bir kesimi coşturup bir kesimi öfkelendiren sözler ve eylemler siyasiler için oya dönüşen bir pazar olmaktan çıkmıştır. İnsanlar iyi bir yaşam tarzı, hizmet eksenli bir Ülke istemektedirler.

​Akıl hastanesinin koridorlarında yankılanan sesin bile bir hikâyesi var. Siyaset işte o yankılanan sese bile kulak vermektir. Her yükseliş bir fedakârlığa dayanır. 

​Korkarım ki Allah muhafaza etsin İstanbul’da olabilecek olası bir depremde , Uludağ’a kayağa gitmez Şehr-ül Emin’in Belediye Başkanı

​Umarım İstanbul 1990 lı yılların 72 saatte 12 saat su verildiği Ergun Göknel’in İSKİ’li günlerine, çöp dağlarına, kokudan genizlerin sızladığı burunların tutulduğu, altın boynuz haliç’in içler acısı haline dönmez.

Velhasıl, Gönüllerde olmaktansa göz önünde olmayı daha fiyakalı görenlere halkın vicdan terazisi şaşmaz bir şekilde mutlaka cevabını verir.