Savaştan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi şu insanlık. Silah baronları kazansın diye maalesef sun’i anlaşmazlıklar çıkarılarak insanlar birbirine düşürüldü.
Önceleri savaş çıkar akabinde silahlar üretilirdi. Yakın zamanlarda ise modern silahlar üretilerek savaşlara zemin hazırlanıyor.
“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” kabilinden savaşlarda haklı-haksız, meşru-gayri meşru aranmaksızın işgaller ve sömürüler ayyuka çıkarılıyor. Tabi arkasından gelen kan ve gözyaşı…
Oysa ki İslam’ın da içinde yer aldığı evrensel anlayışlara göre savaşın da bir hukuku vardı. İşte en önemli maddeler:
Çocuklara, kadınlara ve yaşlılara ilişilmez. Ağaçlara ve ormanlara kıyılmaz. Mabetlere ve oralara sığınanlara müdahale edilmez. Savaş hali bile olsa yakıp yıkma, talan ve tahrip etmeye müsaade yoktur. Savaş esnasında ve sonrasında insanlık dışı işkence ve benzeri uygulamalar olamaz. Karşıdaki esir, düşman dahi olsa ceza verilirken ancak yaptıkları mukabilince verilir, aşırılığa gidilmez.
“Ormana ‘düşmanın kimdir?’ diye sormuşlar;
‘Balta’ demiş.
‘Peki niye sesin çıkmıyor?’
‘Nasıl çıksın ki sapı benden’ demiş.”
Karıncayı dahi incitmekten men edilmiş bir dinin mensuplarının savaş yanlısı ve düşman üreten bir toplum olması düşünülemezdi.
Kendi düşmanını bile insan olarak gören, haddinden fazla zarar vermek istemeyen, sulh yollarını daima açık tutan ecdadın torunlarının, bugün kendi aralarında düşman kamplar oluşturmasının mantığı yoktu.
Kavga ve şiddetten herkes zarar görür, barış ise herkese lazımdır.
Şiddet, söyleyecek sözü olmayan, kendi fikrine ve inancına güvenmeyen insanların işidir. Normal ve sağlıklı yollardan kendi ideallerini gerçekleştiremeyeceğini anlayan karanlık mahfiller, ancak anarşi ve şiddet yoluyla işini halletmeye çalışır.
Hâlbuki medeni insanlar, medenice konuşur ve anlaşmaya çalışır. Medeniyette ölçü, şiddet ve kabalık değil, iletişim ve inceliktir.
Günümüzde toplumsal zeminde birbirimizle anlaşamıyorsak bunun temelinde iletişimsizlik ve sorunların açık yüreklilikle tartışılmaması yatmaktadır.
Dünyaya sözüm ona demokrasiyi getirmeye uğraşan güçlerin, ülkemizde demokratik olmayan yollarla nifak tohumları sokmaya çalışanlara ses çıkarmaması boşuna değildir.
Çünkü onlara göre, düşmanın düşmanı her zaman dosttur.
İşte bu oyunu bozmak da yine aramızda barışı tesis edip demokratik yollardan anlaşmayla gerçekleşecektir sevgili dostlar.
Bunun için de fikir ve inanç hürriyeti olabildiğince genişletilmeli, herkese söz ve temsil hakkı verilmeli, artık bu ülkede silahlar ve yumruklar değil fikirler ve projeler konuşmalıdır.
Hani hırsızın kabahati büyük ama hırsıza meydan bırakanın hiç mi suçu yok?
Bu anlamda gerek devlet kuruluşlarına gerekse sivil toplum kuruluşlarına büyük işler düşüyor.
Kadim tarihimizden bu yana bizim en önemliyumuşak karnımız olan etnik ve inanç farklılıklarımız, birileri tarafından kaşınmaya müsait bir durum olarak görülmüştür her zaman.
Nitekim, şu günlerde yıldönümü olan 2 Temmuz Sivas Madımak olayları ve 5 Temmuz Başbağlar katliamı, bu gerçeğin çok acı örnekleridir.
Neresinden tutarsanız tutun her ikisi de insanlık adına utanç verici asla kabul edilemeyecek olaylardır.
Zulüm ve kahpelik kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun asla kabul edilemez cürümlerdir.
Sivas Madımak’ta yaşananları kınamak için Alevi, Başbağlar’ı kınamak için de Sünni olmak gerekmez. Bunun için insan olmak yeterli bir nedendir.
Daha bunun gibi nice acı olayları anmak ve anlamak adına ‘insan’ ortak paydası altında bulunmanın ötesinde bir paye aramaya gerek yoktur.
Ve yine bu meşum olaylar da göstermiştir ki terörün iyisi kötüsü olmaz; terör terördür. İnsanların kendi kişisel menfaatleri için terörü ve teröristleri yarıştırmaları söz konusu olamaz.
Şiddetten medet umanlar ve beslenenler eninde sonunda şiddet sarmalı içine girip kanlı girdaplarında ve dehlizlerinde boğulurlar.
Unutmayalım, “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide/32)