Her şey Ramazan ayının bir gecesinde başladı; adı üzerinde bir arayışın adıydı “Hıra”

Kâinatın Efendisi, olacaklardan habersiz ama olabileceklere hazırlıklı olmak üzere vakti kuşanıyordu orada.

Gelmiş geçmiş hadiseler, yaşanan her türlü nümayiş ve kaos gözlerinin önünden geçiyordu.

O, her şey bir yana, yaratılışın esrarı ve hikmet dolu demleri kovalıyor; varlığın özünü keşfetmeye çalışıyordu.

Ve derinden bir ses “ikra” diye yankılanırken, Yaratan Rabbinin adına kâinatı okumaya duruyordu.

Basit bir hücreden yaratılan insanın, yaratılışını ve emanetçi olduğunu unutarak nasıl da sahibine ve etrafındakilere kafa tuttuğuna akıl erdiremiyordu.

Oysaki yaratıldığı hammaddesi “alaka” ona, sevgiyi, ilgiyi  ve merhameti telkin ediyordu.

Yaratan, yarattığıyla kalmamış, ona “Ekrem” ism-i celiliyle en büyük ikramlarda bulunmuştu.

Hiçbir şey bilmez iken ona kalemle yazmayı öğretmiş; cehaletine kurban gitmemesi için her türlü önlemi almasını sağlamıştı.

Aylar geçti, arayış yerini adayışa bırakmıştı: yine Zilhicce ayının bu günlerinde Allah Resulü atası İbrahim’in yolunda kurbanını kesiyordu.

Adayış yolunda en değerli varlığı olan oğlunu Allah’a adayacak kadar samimi bir mümin olan İbrahim, Allah’a adanmışlığı temsil ediyordu.

Oğlu İsmail ise, ‘Allah yolunda boynum kıldan incedir’ diyecek kadar gözü pek bir mümin olarak Allah’a teslimiyeti sembolize ediyordu.

Uzun yıllar sonra Allah Resulü ve müminler, müşriklerin kılıçlarına aldırış etmeden Allah’ın birliğini haykırıyor, O’na teslimiyetlerini ifade ediyorlardı.

İşte o gün bugün müminler, “Allahuekber, La ilahe illallahu vallahu ekber, Allahuekber velillahilhamd” yani “Allah en büyük! O’ndan başka ilah yok, O en büyüktür. Öyle büyüktür ki bütün hamd-ü senalar onun içindir.” sözleriyle tehlil ve tekbirlerini nida ediyorlardı.

Bugün hacılarımız ilk günkü gibi aşk ve şevkle “lebbeyk Allühemme lebbeyk...” nidalarıyla maziyi anarak teslimiyet nöbetinin hakkını veriyorlar.

Arafat’ta toplanıp bekleşerek adeta mahşerin provasını yapıyorlar.

Safa ve Merve arasında “sa’y” yaparak, yerinde saymak yerine Hacer Ana gibi azimli ve gayretli olma iradesini ortaya koyuyorlar.

Sembolik “Şeytan Taşlama” ritüelini yerine getirirken en büyük Şeytan olan kendi egolarına hakim olabilmenin yollarını arıyorlar.

Kesilen kurbanla kurbiyyeti yani yakınlaşmayı ve dayanışmayı öğreniyorlar.

Yine kurbanı keserken enaniyetlerini, kötü hal ve hareketlerini kesiyorlar.

Tabi hepsinden önemlisi, yalnız olmadıklarını, dünyanın her yerinden gelen farklı renk ve coğrafyadan Müslümanları tanıyarak vahdet şuuruna eriyorlar.

Ne mutlu bu şuurla hac görevini ifa edip dönebilenlere…

18.06.2024

İHSAN ÜNLÜ