Milletimizin örfü ile töresi ile inancı ile, kültürü ile, tarihi ile, şanlı mazisi ile uzaktan yakından alakası olmayan, ana teması; gayri ahlaki, çarpık ilişkilerin, sahte evliliklerin, gayri meşru çocukların, sınırsız ve sorumsuz hayat tarzlarının meşru ve olağan gösterildiği, nesillerin ruh ve bedenlerinin birbiri ile çarpıştırıldığı filmlerin ekranlardan milletin gözünün içine sokulduğu, batı'nın ve içteki yerli taşeronların üzerimize örttüğü bu batıcılık yorganını üzerimizden atıp,, nesilleri kendi öz değerlerimizle, kendi kültürümüzle tanıştırmak ve kapsamlı projeleri hayata geçirmek zorundayız.
Ülkemizin birinci meselesi; içteki, yerli görünümlü sözde aydın kılıklı Batı hayranlarının “ Garplılaşma” safsatası ile genç nesilleri hem madden hem de maddeten narkozlayıp kendi değerlerinden koparmak için yıllardır verdikleri mücadeledir.
Batı’nın uyduruk, çarpık, gayri ahlaki hayat tarzlarını gümrükten mal çıkarır gibi ülkemize sokanlarla, sarık ve cübbeyle, olmak değil, görünmeyle ilmin ve kerametin artacağını zannedenler arasındaki kıyasıya mücadelede hiçbir taraf birbirine üstünlük sağlayamazken maalesef halk milli kültüründen, örf ve ananelerinden, ahlaki değerlerinden, dahası manevi dinamiklerinden gün be gün uzaklaşıyor.
Bir dönem Avrupa ve Amerika’nın boyalı caddelerinin, şaşaalı hayatlarının ön plana çıkarılarak Hollywood filmleri ile süslenip bezendirilerek evlerimizin içine sokulması ve halkımızı ekranların başına çivilemesi… Murad edilenin, yozlaştırma ve kendi değerlerimizden bizi uzaklaştırma projesinin adım adım hayata geçirilmesi idi. Belirli bir merhale kat edildikten sonra vazifeyi içteki yerli Hollywood hayranlarına teslim etmişlerdi.
Nesillerin iğdiş edilmesi, yozlaştırılması, değerlerinden ve inançlarından koparılması vazifesi artık yerli Hollywoodçuların omuzlarında idi.
Proje adım adım hayata geçiriliyordu. Artık Batı türü hayat tarzı; özlem duyulan, yaşanılması ve tadına varılması gereken bir tutkuya dönüştü.
Görsel medyanın karşı koyulmaz cazibesine aldanan gençlerin dramlarını, gayri ciddi evlilikleri, boşanmaları, şiddeti ve akıl almaz cinayetleri her gün televizyonlardan izliyoruz. Şantaj, aldatma, kıskançlık, para, şöhret, şatafat, baştan çıkarma, lüksü özendirmenin kıyasıya yarıştırıldığı, görsel medyanın kıskacına alınan toplumun artık tepki verecek sinir uçları da kalmadı, her şey sıradanlaştı.
Modernitenin mimarlarının insanı aşırı savurgan, keyfi arzularına aşık ve bunlara engel olanları da o tuzağa çekmek için çıldırasıya her gün yeni yollar yeni yöntemler arayan ve dünyevi zevkleri kendisine hizmetçi yaptırıp, insanı sınır tanımaz bir varlık haline getirmek için verdikleri mücadeleye, karşı bir duruş sergileyecek eğitim -öğretim sisteminin acilen yeniden yapılandırılmasına, görsel medyanın milli manevi değerlerimizle örtüşecek yayın çizgisine çekilebilmesi için toplumsal reflekslere ihtiyaç var.
Aslında bu bir İstikbal meselesidir. Nesillerin hangi değerler üzerine geleceklerini, dolayısı ile ülkemizin geleceğini inşa edecekleri üzerinde kafa yormak ve sorumluluk almak zorundayız. Yoksa bunun vebalinden kurtulamayız.
Dini hayatın ilahi kaynaktan beslenmekten fersah fersah uzak olduğu, menfaat ve çıkarlar sistemi haline dönüştürüldüğü bir toplumun salaha yani kurtuluşa erişmesi imkânsızdır. Zira maddeye bağlanan kuvvetin fikir kuvvetine üstün gelişi, hayatın ve yaşamın rotasını maddenin ve başıboşluğun, keyfiliğin belirlediği, önderlik ettiği yerde hikmetle donanmış bir hayat ideali kaybolmuş demektir.
İnsan ruhunu ve ve vicdanını bypass edip adeta soysuzlaştırarak bir heyulaya dönüştüren, dışı cilalı içi zehir Garblılaşma hastalığından nesillerimizi azade tutmak için aileden başlayarak, yazılı ve görsel medyanın sorumluluklarına, ilkokuldan üniversiteye kadar kapsamlı çalışmalar yapılmalı ve devlet politikası haline gelmelidir.
Aksi halde, Yılan zehirledikten sonra büyünün faydası olmaz.