Ölüm uykusuna dalmış milletlerin ikbalinde, üzerinde zorbaların, zalimlerin, gaddarların, vahşilerin büyüleyici çehrelerinin cirit atacağı ve gerçekleştirmek isteyecekleri rüyaları ve hülyaları vardır.
Tüm dinamiklerini sömürme üzerine inşa eden, bu konuda kafa yoran ve sömürmeyi Amentüsü olarak bilen bunu yaparken de sömürecekleri ülkelerin basın ve yayın organlarını büyük bir incelikle takip edip, çeşitli adlar altında kurdukları araştırma merkezleri sayesinde ülkelerin nabzını tutup, günün gününe üst birimlere rapor edip, iktidarların kendi ülkeleri için ortaya koydukları projeleri akim bırakmak adına akla hayale gelemedik anti tezler üreterek, toplumların sinir uçlarını harekete geçirmek, kabuklaşmaya yüz tutmuş yaralarını kaşıyarak infial yaratmak Vahşi Batı’nın en büyük idealidir.
Sorunların çözümü noktasında en küçük emareleri bile her türlü hile ve desiseye başvurarak ortadan kaldırmaya veya ona uygun panzehirler kullanarak tesirsiz kılmaya tüm güçleri ile dün olduğu gibi bugünde var güçleri ile çalışmaktadırlar.
Geçmiş tarih aslında tüm Müslüman toplumlar için ders çıkaracak acı hatıralarla doludur. Gelin görün ki, kendi içinde bütünlüğü sağlayamayan sözüm ona bir kısım Müslüman Ülkeler tarihten ders çıkarmak bir yana Batı’nın uşağı olmak için adeta birbirleri ile yarışır hale gelmişlerdir.
Niçin? Milli vasıflarını kaybedip, idarecilerini kendilerinden olmayanlara teslim ettikleri için zillete düşmüşlerdir.
Yılların ve tarihten aldığı tecrübe ve çıkardığı ders ile istikrarlı ve mili duruşa kavuşan Türkiye, dış mihraklı her hamleye hamle ile karşılık verme refleksine sahip olmuş ve şer odaklarının planlarını anında ters yüz etme başarısını göstermiştir ve göstermeye de devam etmektedir.
Artık sırtı sıvazlandığında ve övüldüğünde uykuya geçen Eski Türkiye yok karşılarında. Artık bizim Ülkemizin ne övülme nede yerilme edebiyatına ihtiyacı yok. Demokrasi havariliğini kimseye bırakmayan Batı’nın liderlerinin mikrofonlar önünde evliya postuna bürünüp, arka planda ne fırıldaklar çevirdiğini yüzlerine söyleyen, belgeleri ile ortaya koyan bir Ülke ve güçlü lideri var.
Sicil dosyalarının daha doğrusu suçlarının ne kadar kabarık olduğunu dünyaya haykıran bir Ülke var.
Hele bir karıştırsak ta silah satsak, ticaret yapsak, insanların kanı ve canı üzerinden yeni sömürge alanları yaratsak, yer altı yerüstü zenginliklerine konsak. Yaptılar da…
Ortadoğu’’da kendilerini belki elli- altmış yıl besleyecek petrolün üzerine oturdular. Yıkıp viraneye çevirdikleri yerleri de tekrar inşa etmek için faturayı da yıkıp viraneye çevirdikleri ülkelere kestiler.
Suriye’de de aynı senaryoyu uygulamaya çalıştılar ama çok sert kayaya çarptılar. Suriye üzerinden bir Pazar yaratmaya Onbin km. öteden burnumuzun dibine gelip yakından karıştırma planlarını uygulamak istediler. Bunun içinde nerede ne kadar terörist gruplar varsa onları sınıflandırıp hepsine ayrı ayrı adlar vererek, içimizdeki hainleri de harekete geçirip sözüm ona emellerine ulaşmak istediler.
Sahada, Barış Pınarı Harekâtı ile Türkiye’nin neler yapabileceğini anı anına not etiller. Türkiye’nin büyük başarısı ve anlık, şaşırtıcı hamleleri karşısında diplomasi ayağını adres gösterip operasyonun durmasını istediler.
Masada Türkiye istediklerini aldı ancak bunların hiçbir anlaşmaya sözleşmeye sadık kalmayacağını Türkiye çok iyi biliyor.
Batı’nın ve onun taşeronlarının, uşaklarının ortak hedefi, İngiliz Lord Salisbury’nin sarf ettiği “Hilal Haç’tan ne aldıysa, geri vermelidir sözüdür. Buradan da anlıyoruz ki dünyayı ve dünyanın egemenliğini kendi ellerinde tutma emeli yatmaktadır.
Açıkçası, Efendimizin (AS) doğumu ile birlikte Haçın Hilale olan öfkesi ve amansız mücadelesi başlamıştır. Birbirine uzaktan yakından benzemeyenlerin İslam Ülkeleri söz konusu olunca sarmaş dolaş aynı yatağa girmeleri ve aynı hedefe odaklanmaları yeni ortaya çıkmış bir durum değildir. Tarih bunun örnekleri ile doludur.
Dahası, Allah (CC.) Ayette buyurduğu “Allah indinde en makbul din İslam’dır” Ali İmran Suresi 19. Ayet) İlahi buyruğuna karşı açılan savaşın adıdır tüm bu yaşananlar…