.

İlm kesbiyle pâye-i rif’at

Ârzû-yı muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde

İlm bir kîl u kâl imiş ancak

Güzelliğinden ve canlılığından hiç bir şey kaybetmeyip çağları aşan eserler ve müessirler vardır. Zevkle okunur. Dillere pelesenk olurlar. Bu dörtlük de onlardan biridir. Şair, burada ilmin kîl u kâl olmasından, aşkın öneminden bahseder.

Kîl u kâl; dedikodu ve ya da günümüz bakış açısıyla dipnot olarak kabul edilebilir. Oysa günümüzde dipnot ve kaynakça ne kadar zengin olursa, eserin güvenilirliği ve bilimselliği o kadar artmaktadır.

Fuzûlî burada ilmi yok saymaz ve küçümsemez. Şayet küçümseseydi, birçok ilimde kendini geliştirmez ve eserlerini ilimle süslemezdi. Aşksız ilmin, dedikodudan ibaret olacağını kasteder aslında.

Akıl, insanı bilgi; aşk ise irfan sahibi yapar.Cemil Meriç buna “İrfan; kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim.” der. Tefekkür eden, kendini bilen, basiret ve feraset sahibi olmaktır bütün mesele. Okullarımızda sadece bilmeye ve kazanmaya odaklandırılan nesiller, önlerine bir problem çıktığında, sorunu yorumlayamamakta ve çözememektedir. Mesele sadece kuru bilgi ve ona ulaşmak olmamalıdır. Google’a merak ettiğimiz bir şeyi yazdığımızda milyonlarca bilgiyi saniyeler içerisinde önümüze getirebilmekte; fakat bu sorunu çözmemektedir. Bilgi, insanlığın yararına kullanılmalı, şayet kullanılmazsa dünyanın dünyalar kadar problemi ortaya çıkmaktadır. Bunun için bilgiye doğru kaynaklardan ulaşmak da çok önemlidir. İrfan sahibi büyüklerimiz “Ne okuduğundan ziyade, nereden/kimden okudun?” diye sorarlar.

Peki, çözüm nedir? Çözüm İskender Pala’nın da dediği gibi;

En evvel aşk idihâlâ ki aşktır...

Aşk ki yaratılıştırgeriye ne kalır!?

Evet, bedenden ruhu çıkarmak gibi, bilgiden aşkı çıkardığımızda geriye bir şey kalmıyor. Fuzûlî’ye göre hakikat, ancak aşk ile bulunur. Bu yolda hedefe ancak aşk ile yürüyenler varır.

Yaşlı kör bir adamın torunuyla birlikte, çölde 30 yılda bir yapılan derviş toplantısına katılma sürecini konu edinen Bab'Aziz filminde: 

-        “Tek başına mı gideceksin. Ama kaybolursun” diyen torununa, BabAziz şöyle cevap verir:

-        “İnancı olan kişi asla kaybolmaz.”

Su Kasidesinde aşkı ilmek ilmek işleyen bir peygamber sevdalısı olan Fuzûlî, dünya edebiyatının en büyük aşk ve ızdırap şairidir. Asıl adı Mehmed olan şairin ne zaman ve nerede doğduğu tam olarak bilinmemesine rağmen; 16. yüzyılda Kerbela, Necef ve Bağdat civarında yaşadığı ve dünya edebiyatının en önemli şairlerinden biri olduğu bilinen bir gerçektir.

Yaşadığı coğrafya, acıların yaşandığı Kerbela toprağıdır. Kerbela toprağını, diğer topraklardan üstün gören şair, şiirlerini yücelten etkenin de Kerbela olduğunu dile getirir. Eserlerinde acıyı ve ızdırabı konu edinip, bu kavramları evrenselleştiren şairin eserleri, kendisini de geçmiş, çağları aşmıştır.

Değerinin bilinmesinin, devrin sultanına ulaşmakla mümkün olacağını düşünen şair, ömrü boyunca bir hâmî arayışında olmuş, bulamadığı için bundan şikâyet etmiştir. İstanbul’a gelmek istemesinin nedeni de hâmî arayışı olsa gerek. Şayet İstanbul’a gelebilseydi aşk, acı ve ızdırab kokan eserleri bu kadar güzel olur muydu? Muamma…

Divan şairleri; karakterinden ve kişiliğinden izler taşıyan, onun imzası niteliğinde olan ve şiirin kendisine ait olduğunu ortaya koyan mahlas adını verdiğimiz takma adlar kullanmışlardır. “Gereksiz, faziletli” anlamlarına gelen “Fuzûlî” mahlasını kullanan şair, Farsça divanının önsözünde bu mahlası niçin seçtiğini şöyle açıklamaktadır: “Şiire başlarken günlerce bir mahlas almak yolunda düşündüm. Seçtiğim mahlasa bir müddet sonra bir ortak çıktığı için bir başka mahlas alıyordum. Nihayet benden önce gelen şairlerin ibareleri değil mahlasları kapıştıklarını anladım. Karışıklığı ortadan kaldırmak üzere Fuzûlî mahlasını seçtim. Bu adı kimsenin sevmeyeceğini ve bu sebeple almayacağını tahmin ettiğim için adaşlık endişesinden kurtuldum. Ayrıca ben, Allah’ın inâyetiyle bütün ilim ve fenleri nefsinde toplamış bir insan olarak geçiniyordum. Mahlasım bu amacı da içine alır.

Herkesin ben ben dediği bir dünyada,Fuzûlî mahlasını kullanmak her baba yiğidin harcı olmasa gerek.  Bu seçim, onun kalemine olan güvenini de ortaya koymaktadır. Kendisini fuzuli (gereksiz) görüp de, bu kadar faziletli birisi çok yoktur her halde…

Büyüklerimiz; şairlerin şiirlerinden güzel olanları seçebilirsiniz ama Fuzûlî’de bunu yapamazsınız diyorlar. Bundan dolayıdır ki Türk edebiyatının en çok okunan şairlerindendir Fuzûlî.

3 dilde kalem oynatan Fuzûlî’ninTürkçe, Arapça, Farsça divanlarının yanı sıra, Leylâ ve Mecnûn, Beng ü Bâde, Sohbetü'l-Esmâr, Hadîs-i Erbaîn Tercümesi, Hadîkatü's-Süedâ, Mektuplar, Heft-câm (Sâkînâme), Sıhhat u Maraz (Hüsn ü Aşk, Ruhnâme), Risâle-i Muammeyât, Rind ü Zâhid, Enîsü’l-Kalb,Matla'u'l-İtikâd fî Marifeti'l-Mebde ve’l-Me’âd gibi bir kısmını burada zikrettiğimiz eserleri vardır.

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Mana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

1556’da vefat eden Fuzûlî, dünyadan göçeli 468 yıl olmuş.

Kerbela’da, bir zamanlar türbedarlığını da yaptığı, Hazreti Hüseyin Efendimizin türbesinde yatmaktadır. Allah rahmeteylesin. Vesselam…