.
Türk Dünyasının yaşadığı en elim olaylarından birisi ‘Ahıska’ trajedisidir. Bir milletin zayıflaması ile pusuda bekleyen düşmanların harekete geçmesi her zaman kaçınılmaz olmuştur. Ataların ‘Su uyur düşman Uyumaz’ dedikleri gibi, bizim değil uyumak, dalgınlığımızın bile sonuçlarından birisidir Ahıska Sürgünü.
COĞRAFİ OLARAK AHISKA
Ahıska Kafkasya’da yer alan Gürcistan’ın Türkiye sınırında olan bir bölgedir. Bölge Ardahan ilimize komşu olan bir coğrafyada yer almaktadır. Bu bölge çok eski tarihlerden beri bir Müslüman Türk Yurdudur. Yukarı Kür ve Çoruh Nehrinin boylarında bulunan Ahıska beş ayrı yerleşim yerinden oluşmaktadır. Bu yerleşim yerleri Ahıska Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Bogdanovka yerleşim yerlerinden oluşmaktaydı. Burada yaşayan Türklerin Kıpçak boyundan geldiği bilinmektedir. Kıpçakların bölgeye yerleşmesinden önce de Bun Türklerinin bölgede yaşadığına dair çok eski bilgiler mevcuttur.
TARİHİ OLARAK AHISKA
Ahıska ve çevresindeki Kıpçak Türkleri 1267 yılında çok etkili bir konumda olarak Tiflis yönetimine başkaldırmış, 1268 yılında Ahıska Kıpçak Atabeyliği’ni kurdular. İki yüz elli yıl Osmanlı idaresi yönetiminde kaldılar. 1828 yılında Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edilmiş ve 1829 yılında Edirne Antlaşması ile Rusya’nın yönetimine bırakılmıştır. 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’nin ardından yeniden Osmanlı devletine katılmak için çalışan Ahıska Halkı, geçici bir Hükümet kursalar da Türkiye ile birleşmeyi gerçekleştiremediler.
1921 yılında Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Moskova anlaşması ile Ahıska Bölgesi Sovyetler Birliği yönetimine bırakıldı. Sovyetler birliği önce toplumun önderi olan aydınları sürgüne gönderdi. Halka yönelik şiddet ve baskıcı uygulamaları ile sürgünler artmaya başlamıştı. 1941 yılında Volga Nehri havzasında yaşamakta olan Almanlar Sürgünden nasiplerini almışlardı. Rus bölgelerinde yaşayan Almanların tamamı orta Asya ve Sibirya’ya sürüldüler.
Ahıska dini ve etnik olarak Türkiye ile yakın ilişkiler içerisindeydi. Sovyetler Birliği tarafından bu ilişkiler onaylanmamaktaydı. İnsanlar kaçak yollarla Türkiye’ye gelip gitmekte ve oradaki akrabaları ile yakın ilişkiler içerisine girmekteydiler. Rus Hükümeti bu ilişkileri sağlıklı ilişkiler olarak görmüyordu. İkinci Dünya savaşı sırasında da milletler topluca sürgün edilmeye başlanmıştı. Bir yandan Kırım’da Müslüman Tatar Türklerinin sürgün edilmesi sağlanırken, diğer taraftan da Ahıska Türklerinin sürgünü söz konusu olmuştu.
Yine Aynı dönemde Karaçay, Balkar, Çeçen ve İnguş’lar da sürgüne tabi tutulmuşlardı.
SÜRGÜN
1944 yılının 14 Kasımı 15 Kasım’a bağlayan gece sürgün başlamıştı. Sürgünden önce Ahıskalı Müslümanlara ‘Geçici olarak başka bölgelerde iskan edilecekleri’ söylenmiş iki gün içerisinde herkesin kıymetli eşyalarını yanlarına alarak hazırlanmaları söylenmişti.
Aradan geçen iki gün içerisinde halk silah zoruyla evlerinden çıkarılmış, hayvan taşınmakta olan Vagonlara bindirilerek Orta Asya’nın içlerine doğru sürgüne çıkarılmışlardı. Sürgüne gidenlerin hiç birisi nereye gittiklerini bilmeden silahların gösterdiği istikamete doğru zorla yola çıkarılmışlardı.
Havaların soğuk olması, zor şartlarda yanına fazla eşya alamayan insanlar Hayvanların taşındığı vagonlarda yaklaşık otuz gün sürecek meçhule doğru yola çıkmışlardı.
Vagonlarda aileler kadınlar, erkekler, çocuklar ayırt edilmeksizin aynı vagonlara bindirilmiş ve yolculuk başlamıştı. Ailelerin fertlerinden bazıları farklı vagonlara bindirilmiş, aileler bile birbirleri ile haberleşemez hale gelmişlerdi.
En basit ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar vagonların bir köşesinden delikler açarak tuvalet ihtiyaçlarını giderebilmenin çarelerini arama yoluna girmişlerdi. Yiyecek ihtiyacı hat safhadaydı. Soğuk ayrı bir sıkıntıydı. Trenin her durduğu istasyonlarda vagonlardan vefat etmiş olan Ahıskalıların cesetleri aşağıya indiriliyordu. Vefat edenler için hiçbir cenaze işlemi yapılamadan Sovyet askerlerine teslim edilmekteydi. Giden cesetler yitirilen ve asla haber alınamayan kişiler olarak tarihe geçiyorlardı.