.
Erzincan Deprem fay hatlarının kesiştiği bir bölgededir. Doğu Anadolu Fay Hattında bir hareketlenme olsa, bundan Erzincan etkilenir. Kuzey Anadolu fay hattında bir hareketlilik olsa Erzincanlı tedirgin olur. Neden olmasın ki? Çünkü ortalama her elli altmış yılda büyük bir deprem, her yirmi yirmi beş yılda orta şiddette bir deprem yaşayan bu toprakların insanları bunun farkındadır...
Depremler sebebiyle Erzincan sık sık yer değiştirmiş, her deprem sonrasında yeni yerleşim alanları oluşmuştur.
Şehrimize gelen insanların şehir merkezinde bir tarihi esere rastlamaları mümkün değildir. Ancak kıyıda köşede birkaç eser mevcuttur. Çünkü yaşadığımız bu şehir yeni bir şehirdir. Depremden arda kalan eserler eski Erzincan’da kalmışlardır.
Mustafa Kutlu Erzincan için “Talihsiz ve Tarihsiz bir şehir” ifadesini kullanmaktadır. Talihsizliği, depremlerle her zaman yüz yüze kalmasından, tarihsizliği de geçmişten bu güne kalan tarihi bir eserin bulunmaması anlamındadır.
Depremler sebebiyle bu şehirde ‘Babadan oğula kalan bina yoktur’ Bu ifade bu güne kadar önemli ölçüde doğrulanmış olsa bile bundan sonra bunun böyle gitmemesini diliyoruz. Hayatımızı bu derecede etkileyen depremler sebebiyle hemen hemen her nesil farklı şehirlerde yaşamak zorunda kalmaktadır. Babamın yaşadığı şehir bugün yoktur. Benim yaşadığım çocukluk ve gençliğimin geçtiği şehir de bugün yoktur. Bu şehrin merkezi konumunda olun dört yol kavşağı bizim ortaokul yıllarında top oynadığımız bölgelerden birisiydi.
Şehir hayatında depremler bu kadar etkili olunca insanın sosyal hayatında da önemli değişiklikler doğal olarak olmaktadır.
Ben bu konuşmamı üç ayrı depremi esas alarak yapmak istiyorum.
1939 depremi, 1983 depremi ve 13 Mart 1992 depremi. Bu depremler insan hayatında sosyolojisinde, kültüründe ve edebiyatında önemli dönüm noktalarıdır. Deprem öncelikle şehircilik açısından büyük değişikliklere sebep olmaktadır. Ölümler meydana gelmektedir. Şehirler yer değiştirmektedir. Erzincan yakın sayılabilecek zamanda üç farklı bölgede yerleşmiştir. Depremler ayrıca göçlerin tetikleyicisidir. Erzincan’ın bu günkü nüfusu 240.000 civarındadır. Fakat Türkiye’nin muhtelif yerlerde yaşayan bir milyonu aşkın Erzincanlı vardır. Bu depremlerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.
Depremler gazetecilik açısından önemli bir dönemdir. Depremlerde haberleşmeye büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Zelzele ile birlikte haberleşme inkıtaa uğramaktadır. Bu olumsuzluğu giderebilecek olanlar da gazeteler ve gazeteciler olmaktadır.
Belge olarak kalıcılığı sağlamak adına depremlerde fotoğrafçılık ta önemli bir yer tutar. Bu dönem insanların duygu ve düşüncelerine tercüman olabilen şiir ve destanlar yazan şairlerin arttığı bir dönemdir. Depremler, hikâye ve romancılarımızın yazdıklarına da kaynaklık etmektedir.
1939 depremi sebebiyle 1939 dan önceki depremlerde yazılmış hemen her şey yok olmuştur.
1939 Depremi 26’yı 27 Aralık’a bağlayan gece saat 01.57 de meydana gelmiş, 52 saniye sürmüştür. Bu yıl 6 Şubatta yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremler bile Erzincan depreminden düşük seviyede depremlerdir.
Richter ölçeğine göre 7,9 büyüklüğündeki deprem Dünya’nın en büyük depremleri arasında yer almıştır.
1939 depremindeki kurtarma çalışmaları bu günkü depremlerle kıyaslanamayacak kadar vahimdir. Çünkü o günlerdeki imkânsızlıklar daha çok can kaybına sebep olmuş, kışın ortasında çevre illerden ilçelerden yardımın ulaşması bile günler sürmüştür. Şehir merkezindeki herkesin depremzede olması sebebiyle kimsenin kimseye yardım etme imkânı kalmamıştır. Demiryolları hasar görmüş, hasarın onarılması da yaklaşık üç ay sürmüştür. Bunun dışında karayolları yok diyebileceğimiz kadar azdır. Nakliye hayvanlarla yapılmaktadır.
1939 Depremi sonrasında yaşayan herkesin depremzede olması sebebiyle merkezde depremle ilgili olarak kayıt tutanların olup olmadığı bilinmiyor. Yazılan yazılar ve şiirler genel olarak Ankara ve İstanbul kaynaklı gazete ve dergilerde yayınlanan haber, makale ve şiirlerden oluşmaktadır.
Deprem sonrası şehirde büyük bir kargaşa hâkim olmuş, bu kargaşa dönemin Erzincan Valisi ve Belediye Başkanı olan Dr. Sükuti Tükel’in görevden alınmasına sebep olmuştur.
Dr. Sükuti Tükel Erzincan Valiliği görevinden alınmasının ardından yaşadıklarını ‘Yeni Erzincan Nasıl Kuruldu ve Niçin Bitirilemedi’ ismini verdiği bir kitapta toplamıştır. Kitabın ‘İlk Söz’ünde kendisi hakkında yapılan tenkitlere cevap vermek için kitabı bir savunma aracı olarak yazdığı anlaşılmaktadır. Kitabın ilk cümlesinde şehirde tenkide sebep olan konuları bizzat kendisi açıklamıştır.
Kitapta: “ Gazetecilere vesile düştükçe, Erzincan şehrinin yapılamadığından, her şeyden evvel spor sahasının Asri Mezarlığın ve Heykelin yapılmış olmasından sitemli bir şekilde bahsedilmektedir” diyerek kendisi hakkında yapılan tenkitleri özetlemektedir.
Gerçekten de o dönemde halk; “Valilik ve Belediye Reisliği makamı yaşayanları bırakmış, ölülere hizmet etmektedir. Her şey bitmiş gibi İsmet İnönü’nün heykelini dikmiştir. İnsanların enkazdan kurtarılması içine girebilecekleri bir evleri olmasını beklerken valilik spor sahası yapmaktadır” diyerek yönetimi tenkit etmişlerdir.
Dr. Sükuti Tükel tenkitleri yapanın “Ulus “ gazetesi olmasını da şiddetle eleştirmiş, hükümet yanlısı bir gazetenin böyle bir tenkidi nasıl yaptığı konusunda da hayrete düşmüştür.
Depremin hemen arkasından Ankara’da ve İstanbul’da yayın yapan gazetelerin tamamı Erzincan Depremini gazetelerinin manşetlerine taşımışlar ve Erzincan’ın yerle bir olduğunu yazmışlardır.
O günkü gazetelerin bazılarının başlıklarından bazılarını göstermek istiyorum.
Gazete manşetlerinin yanı sıra o tarihteki gazetelerin köşe yazarları da Erzincan Depremini gündemlerine alarak Erzincan’ın içerisinde bulunduğu durumu anlatmış ve yardım faaliyetlerine destek sağlamak için yayınlar yapmışlardır.
1939 Depremi sonrasında başlatılan yardım faaliyetlerine destek olmak için İstanbul’da yaşayan ve çoğunluğu Ermenilerden olan bir gurup Erzincan Depremi ile ilgili olarak bir kitap bastırmış, basılan kitabı satarak gelirini Erzincan’a göndermişlerdir. Kitapta deprem ile ilgili olarak gazetelerin yayınladığı haberler köşe yazıları fotoğraflar da yer almıştır. Bu kitabın bazı bölümleri Ünal Tuygun tarafından 1992 depreminden sonra hazırladığı kitapta da yer almıştır.
Şehrin yeniden yapılandırılması sırasında Kızılay tarafından Devlet Hastanesi yaptırılmış, Romanya’dan getirilen “Kurma Ev” tabir edilen prefabrik konutların bir kısmı Erzincan’da kurulmaya başlanmıştır. Devlet Demir yollarına navlun bedeli ödenemediği için getirilen Kurma Evlerden bazıları İstasyonda vagonlardan indirilememişti. O günlerde Erzincan’a başsağlığı için gelen Dışişleri Bakan Şükrü Saraçoğlu’na durum aksettirilmiş, Şükrü Saraçoğlu da buna çara olarak;
“Navlunu ben ödeyeyim ve evleri Ankara’ya nakledip orada kuralım” demiş ve aynen öyle olmuştur. Bugün Ankara’da bulunan Saracoğlu Mahallesi Erzincan’da nakliye ücreti ödenemeyen evlerin Ankara’ya götürülerek kurulması ile oluşturulmuştur.
1939 depremi sonrasında çok sayıda şairimiz şiir ağıt ve destanlar yazmıştır. Bunların pek çoğu Ankara ve İstanbul’daki gazete ve dergilerin sayfalarında yer almıştır. Ayrıca pek çok halk aşığı destanlar yazarak eserlerini kalıcı hale getirmişlerdir. Bunlardan bazılarını isimlerini zikrederek geçmek istiyorum.
Osman Yüksel Serdengeçti’nin destan olarak yazdığı “Bu memleket neden ağlar?’ şiiri. Zeki Ömer Defne’nin “Bu memleket Böyle Ağlar” Şiiri. Emine Işınsu’nun Annesi Halide Nusret Zorlutuna’nın ‘Vah Erzincan’ şiiri, Aşık Veysel’in “Erzincan” şiiri. Bayburtlu Hicranı’nin “Erzincan Destanı”
Aşıklardan Mahmut Coşkuner, Şerife Soykan, Sorgunlu İkrami, Ağıtçı Güllü Bacı, Konyalı Aşık Hasan, Halk Şairi Ahmet Bulut, Silleli Aşık Mansur (Eyüp İnci), Aşık Mevlüt ihsani, Geycekli Aşık Hasan, Develili Aşık Çatak, Aşık İbreti, (Bekir Yılmaz), Yalvaçlı Şair Mehmet Başkaya, gibi çok sayıda şair Erzincan depremi üzerine şiirler yazdılar.
Şehir gerek devlet gerekse vatandaşların kendi imkânları ile yeniden oluşturulan “muvakkat şehir” ile il dışına göçenlerin geri dönüşleri sağlandı.
1939 Depremi sonrasında şehirde yaşananları hikâyelerine yansıtanların başında hemşerimiz Mustafa Kutlu geldi. Mustafa Kutlu hikâyelerinde deprem sonrası hayatta şehrin sosyolojisini anlatan konularla okuyucularının karşısına çıktı. Gönül İşi kitabındaki “İbrikçi” adlı hikâyesi buna en güzel örnektir. Eski şehirden yeni şehirdeki tuvaletlere terfi eden ibrikçinin haleti ruhiyesini anlatan Kutlu, Muvakkat şehirle ilgili ipuçları vermektedir.
Prof. Dr. Gürbüz Erdoğan’ın “Muvakkat Erzincan 1939-1960” isimli kitabı o dönemi anlatan önemli bir anı kitabıdır. Yine Aynı zamandan Cemalettin Aytemiz’in bu anlamdaki çalışmalarından da bahsetmeden geçemeyiz. Tandırbaşı dergisinde yayınlanan pek çok yazı da şehrin geçmişinden bu günlere taşıdığı değerleri kalıcı hale getirmektedir.
1939 depreminden sonra yaşananların anlatıldığı ve Benim kaleme aldığım “Elif Alfa Depremi” isimli hikâye kitabını da hatırlatmakta yarar var.
Erzincan depremlerinin geniş biçimde yer aldığı iki kitabım da 1939 depreminin romanlara yansımasını görmekteyiz. Bunlardan birisi Taşrada bir İstanbul Efendisi Vehbi Kondu, Diğeri ise Kalemlerin Efendisi Rafet Kavukcu adlı kitaplarımdır. Her iki kitapta da roman kahramanlarının hayatı anlatılırken depreme, depremin acılarına sosyal hayata dair önemli bilgilerin yer aldığını düşünmekteyim.
Yine Emekli Orgeneral ve Hemşehrimiz Merhum İsmail Hakkı Akansel tarafından depremlerin yok ettiği Erzincan’a ait iki önemli kitap bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi “Kaybolan Şehir Eski Erzincan’dan fotoğraflarla anılar” adlı çalışmadır.
İsmail Hakkı Akansel Paşa’nın ikinci kitabı ise “Eski Erzincan’da Tarihi Kışla ve Askeri Yapılar” ismini taşımaktadır.
Depremlerle ilgili olarak şehrin değişimini yansıtan “Erzincan üç şehir” isimli kitabım da da depremleri esas alarak hazırladığım üç ayrı şehre ait bir fotoğraf albümüdür. Bu albüm ayna zamanda pek çok kitaba kaynaklık etmiştir.
1939 Depremi sonrasında yaşananları filme aktarmak için çalışan arkadaşlar bana ulaştılar. Erzincan’daki cezaevlerinden salıverilen mahkumların affedilmesi ile ilgili olarak bir film çalışması hazırlığı yaptıklarını ifade ettiler. Zamanın savcısı İzzet Akçal ve mahkumların kimlik ve kişilikleri ile ilgili bilgi aldıktan sonra Erzincan’dan ayrıldılar.
Neydi hikaye; 1939 depremi olduktan sonra şehirde neredeyse taş taş üstüne kalmamıştı. Kurtarma faaliyetleri için insan lazımdı. Zamanın Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal, cezaevinde bulunan bütün mahkûmları kurtarma çalışmalarına katılmak üzere serbest bırakmış ve belli bir tarihte de cezaevinde bulunmalarını istemişti. Mahkûmlar şehrin yüzüne dağılarak kurtarma çalışmalarına katılmış ve eksiksiz olarak geriye dönmüşlerdi. Bunun üzerine TBMM Bir kanun çıkararak kurtarma çalışmalarına katılan ve eksiksiz olarak geriye dönen mahkûmların cezalarını affetmişti.
5 Kasım 1983 tarihinde Erzincan’da yaşanan 5,6 büyüklüğündeki deprem de Erzincan’da büyük bir korku ve panik havasına sebep olmuştur. Deprem önemli bir hasara sebep olmamış olsa bile kendisinden daha büyük korkunun kaynağı haline gelmiştir. Bu depremin en büyük etkisi 1992 yılında vuku bulacak olan depremde binaların yıkılmasına zemin hazırlaması olmuştur.
1992 öncesinde 1939 depremine ait her evde anlatılan deprem hikâyeleri korkunun katlanmasına sebep olmuştur. Her ailenin geçmişinde bir yakınını toprağa vermiş olması, enkazdan sağ çıkanların genç nesillere yaşadıklarını anlatması ile korku kartopu gibi büyüye gelmiştir.
Şehirde insanlar günlerce evlerine girememiş, çadırlarda kalmak zorunda kalmıştır. Artçı sarsıntılar sebebiyle yaklaşık bir ay süre ile insanlar evlerine girememiştir.
1983 Depremi sonrasında da çok sayıda şair destanlar şiirler yazmıştır. O günün imkânları ile bazı şairlerin şiirlerini bastırarak halka dağıttıklarını hatırlıyorum.
Erzincan’ın son depremi 13 Mart 1992 tarihinde meydana gelmiştir. Bediüzzaman Said Nursi’nin de ifadesi ile “Ramazan ayında bir teravih vaktinde Erzincan’da zelzele olur” şeklinde kitabında ifade ettiği gibi deprem meydana gelmiştir. Depremde toplam olarak 653 kişi hayatını kaybetmişti. Ama yıkım çok büyüktü. Şehirde 83 depreminde hafif veya orta derecede hasar gören binaların büyük bölümü yıkıldı. Köşe başlarında bulunan binalar yandaki binaların vurması ile yerle bir oldu. Depremin teravih vaktinde meydana gelmesi can kaybının az olmasına sebep oldu.
1939 Depremine göre 1992 depremi müdahelenin çok hızlı yapıldığı bir dönem oldu. Çünkü ülke daha çok gelişmiş, karayolları yapılmış ulaşım kolaylaşmıştı. Çevre illerden gelenler Erzincanlının yardımına koşmuştu.
Bunun edebiyata yansıması da önceki yıllara göre daha da fazla olmuştu. En azından 13 Mart 1992 depreminde hayat bir hafta durmuş, ardından herkes şehrin yeniden imarına koşmuştu.
Deprem olur olmaz zamanın Valisi Merhum Recep Yazıcıoğlu’na 1939 Depreminin Vali ve Belediye Başkanı Sükuti Tükel’in yazdığı “Yeni Erzincan nasıl kuruldu ve Niçin Bitirilemedi” isimli kitabı okuması için vermiştim. Okudu ve tekrar geriye getirdi. Kanaati de şuydu “Hemen hemen aynı şeyleri yaşıyoruz.” olmuştu.
Galiba o da şu demek oluyordu. Geçmişi bilmek, ona göre de tedbir almak gerekmektedir. Bilgiyi gelecek nesillere aktarmak ta edebiyatla, şiirle, hikaye ile, romanla olmaktadır. Bunlar hayattan kesitlerdir.
Akıllı insan kendi tecrübelerini kullanan insandır. En akıllı insan ise başkalarının tecrübelerini de kendi tecrübeleri gibi kullanabilen insandır.
1992 depreminden sonra depremlerle ilgili çok sayıda teknik kitaplar yayınlandı.Belki yüze yakın toplantı seminer konferans verildi. Bunların hepsinden bahsetmek zamanımızın sınırlarını zorlayacaktır.
Çok sayıda şair şiirler yayınladı. Bunlar da kitaplarda toplandı. Bunlardan birisi “Erzincan Deprem Şiir ve Destanları” Kitap Bekir Sami Özsoy tarafından Kayseri’de hazırlanmış ve yayınlanmıştı. Yine şiirlerin toplandığı ve 1992 depreminden sonra yayınlanan “Erzincan’ın gözyaşları: Ağıt ve Destanlar” isimli kitaptır. Bu kitap ta Ruhi Kara tarafından hazırlandı. İçerisinde iki yüze yakın şiir bulunmaktadır.
1992 tarihindeki depremden bu yana gerek Erzincan’da gerekse Erzincan dışında çok sayıda ilde deprem fotoğrafları sergileri açtım. Deprem acılarını diri tutmaya çalıştım. Daha dayanıklı daha güçlü insanların yetişmesine katkı sağlamak istedim.
“Erzincan üç Şehir” isimli kitabımla bütün depremlerin yıkıntıları sonucunda ayağa kalkan bir şehri fotoğraflamaya çalıştım.
Bu süreç hala devam ediyor. 1939 dan sonra kurulan ‘Muvakkat Erzincan’ şehrini fotoğrafladım. “Erzincan üç Mahalle” ismi ile en kısa zamanda yayınlamayı düşünüyorum.
Depremlerle ilgili yazılmış yüzlerce şiir var.1939 depremi sonrasında yazılmış şiirlere bazı örnekler:
Osman Yüksel Serdengeçti’nin şiiri:
‘Erzincan Destanı’
Yüce dağlarında sümbül biterdi,
Yeşil Bağlarında bülbül öterdi,
Dün bacalarında duman tüterdi,
Bugün ne hallere döndün Erzincan
Sabahı görmeden öldün Erzincan
Bu yaz kırlarında çiçek açmasın
Şahin yuva kurup kuşlar uçmasın
Bahçendeki güller koku saçmasın
Bahara ermeden noldun Erzincan
Daha yeşermeden soldun Erzincan
Nerde sıra sıra selviler nerde?
Pazar Pazar gezen köylüler nerde?
Kargalar dolaşır viranelerde
Baykuşlara yuva oldun Erzincan
Bugün artık ova oludun Erzincan
Ocakların gayri tütmez oldular,
Horozlar şafakla ötmez oldular
Çobanlar sürüsün gütmez oldular
Her yanın kanlı bir kefen Erzincan
Nerede o namlı efen Erzincan
Yeşil ağaçların gölgelerinde
Çorabını ören kızların nerde?
Serin serin esen yazların nerde?
Erzincan Erzincan serin Erzincan
Mezar mı oldu yerin Erzincan?
Zamanı fazla uzatmamak için 22 kıtalık bu şiirin 5 kıtasını okudum.
Nazım Hikmetten Bir şiir
Kara haber
Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar,
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar...
O ağlamasında kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
Tipidir gelir geçer...
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
Akşam uyur tandıramaz
Ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker
Kimsecikler gitmez suya
Ezilmiş başlarıyla ölüler
Vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından
Kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzada bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
Kimisi sakalı ak,
Kimi on üç, on dört yaşında;
Kimi yola gidecek
Kimisi mektup bekler
Yan yana sırt üstü yatan ölüler...
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
Akpeynir torbaya koyulamadı,
Hasret gitti ölüler
Dünyaya doyulamadı...
Uyanıp kaçamadılar,
Kuş olup uçamadılar
Açıldı kuyular kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma
Ölüler ata binemez
Yan yana sırt üstü yatan ölüler...
Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim.
Zeki Ömer Defneden bir şiir
Karışam kuşlara: Çığrışam: Ah oy!
Katılam kurtlara: Böğrüşem: Ah oy!
Kopam boralarla: Bağrışam: Ah oy!
Yurdu birbirine katam Erzincan!
Hangi ses makbulün vatan Erzincan?
Barutmuş harmanın: Savrulur bağrım,
Kurşunlar yemedim, kavrulur bağrım,
Kavgam yok, ateşle çevrilir bağrım.
Arka kalem idin, düştün Erzincan!
Afatlar eline geçtin Erzincan!
Oy akar uykumu durduramadım,
Oy kara düşlerim yorduramadım,
Saati sabaha vurduramadım!
Yer tatlı demlerim bastı Erzincan!
Gök, çökmez damlarım yastı Erzincan!
Ucu gönle çıkan yollar nerede
Yazı yare çeken dallar nerede?
Avcu meyve kokan eller nerede?
Daldırma gül mü oldu kollar Erzincan!
Gelin mi verecek güller Erzincan?
Defne! Dağlar deli, bağlar bereli
Umutlar tezgahta kaldı gerili
Mekikler candadır, nakış yaralı
Gözlerde kalmadı merhem Erzincan!
Arzun can değil mi, verem Erzincan!
Aşık Veysel
Sam değmiş de bağlar dökmüş gazeli
Hanı harap olmuş Keşan Erzincan
Nice yiğitleri nice güzeli
Feleğin toruna düşen Erzincan
Kimi ana vermiş kimisi baba
Nice yavru vermiş gelmez hesaba
Felek kor insanı ne kaptan kaba
Tarihli felaket nişan Erzincan
Bahar gelir güller açmaz bağında
Kainat uykuda hep yatağında
Bir seher vaktinde uyku çağında
Feryadı dağlardan aşan Erzincan
Susmuş bülbülleri güller perişan
Garkolmuş toprağa kalmamış nişan
Kükredikçe dalgalara karışan
Hani Fırat ile coşan Erzincan
Dokuz kırk altıda uğradım gördüm
Veysel der içimden ağladım durdum
Bu ulu Tanrı'dan isteyin yardım
Gayret kuşağını kuşan Erzincan
1992 Depreminden sonra yazılan şiirlere bazı örnekler.
Merhum Hasan Ali Kasır’ın 1992 depreminden sonra yazdığı şiir:
“Yer, O şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı zaman ağırlıklarını dışarı atıp çıkardığı, ve İnsan “Buna ne oluyor?” dediği zaman işte o gün”
Kur’an
CAN ŞEHİR VİRAN ŞİMDİ
Bir şehir,
Ölümlere paralel yaşadı hep;
Titreyen yeryüzünün avucunda,
Sebepli sebepsiz
Ve çaresiz
Bir akşam
Mehtabın büyülü dünyasında
İnançları geceye teravih bağlar
Ve bir meçhul kadere
Yenilir şehir.
Yeniden yaşamak yaşadıklarını,
Uyumak uyanmak üzere
Depremin kucağında,
Bir şehir
Ümitsiz
Giden gelmemiştir
Gelenin kolu kanadı kırık
Oyuncakları kırılan çocuk
Gibi şehir
Ağlar
Kığyamet süvcarisidir gelen
Doludizgin şehir ufkundan
Lacivert gecenin bağrında
Korkunun silüeti
Gözlerine yansır şehrin.
Nabzı durdu sanki,
Kıyamete yakalandı apansız
Haşrini yaşamaya adandı
Suskunluk ötesi sözler
Titreyen sesinde şehrin
Sesler Geliyor Derin,
Yedi kat altından yerin
Uğultuları mahşerin
Alametleri meçhul kaderin
Ve şehrin dudağında çığlık
Görülen bir düş olsaydı bu,
Günbatımı sonrasında
Solmasaydı güller Rabbim,
Susmasaydı bülbüller
Yalnızca ağlayan taş olsaydı
Yalnızca ağlayan taş olsaydı.
Hemşehrimiz Metin Yıldırım’dan bir şiir
Erzincan
Keşiş ağlar, Munzur yasa bürünmüş,
Bir küçük mahşere benzer Erzincan...
Ezelden bu bahtın kara sürünmüş,
Tarihler çileni yazar Erzincan...
Şansına gücenmiş, kızar Erzincan...
Yine mi tekerrür, yine mi battın,
Yine mi dünyamı yıkıp dağıttın,
Kalbime şiddetli bir neşter attın,
Bak kanım toprağa sızar Erzincan...
Damarda bırakmaz, süzer Erzincan...
Seslenir enkazlar, can çıkana dek,
Çırpınır üstünde, telaşlı yürek,
Betonlar katildir, ellerse kürek,
Bir umut, çaresiz kazar Erzincan...
Bir bulut misali, tozar Erzincan...
Tarifsiz bir ateş, ciğer dağlıyor,
Öksüzler, yetimler, cihan ağlıyor,
Analar, babalar, kara bağlıyor,
Ardından ağıtlar dizer Erzincan...
Bir matem içinde, yüzer Erzincan...
Sarılmış kefeni, kimi toprağa,
Bir lokma aş arar, kimi kursağa,
Kimisi göç sarmış, gider uzağa,
Diyardan diyara gezer Erzincan...
Yönünü gurbete, çizer Erzincan...
On üçün felaket, on üç zaferin,
Demek ki bu senin makus kaderin,
Bakidir yine de gönlümde yerin,
Gidemem, özlemin üzer Erzincan...
Hasretin bağrımı, ezer Erzincan...
Sen garip değilsin, canımda cansın,
Bu ateş sinemde yanarsa yansın,
Gidenler ne diye anarsa ansın,
Kalanlar derdini çözer Erzincan,
Yeniden bir tarih, yazar Erzincan...
Merhum Metin Tombul’un Erzincan ağzı ile yazdığı biraz da mizah kokan bir şiiri;
DEMBELEHOÇÇİK
Yer oynadı
Gög gaynadı
Sarı öküz moz duttu
Ortalığı toz duttu
Sallama sakın baeşıy
Tencirede süt daşıy
Ahlım tarlandı
Başım fırlandı
Biri herhal tut silkeliy
“Uşah kaçın duvar geliy”
Torpah ilinçah
Bina salınçah
Ezeb bağırıy
Bibim bağırıy
Anam daşlıhda
Beni çağırıy
Oldu mu yanıya
Uşahlar nerede
Gelin hanıya?
El Sahapsuz
Gol sahapsuz
Suvah yetim
Yol sahapsuz
Aman tikgat
Durum sakgat
İki boynuz bi poççik
Gettük
Dembelehoççik.
Kendi yazdığım ‘Dua’ isimli şiirimle yazımı bitirmek istiyorum.
Dua
Kararır gündüzler, geceler uzar,
Ölüler dirinin mezarın kazar.
Çok gördü bu şehir Allahım verme
Kem gözlerden koru, değmesin nazar.
Gerek Erzincan Depremlerinde, gerekse bu yıl yaşadığımız depremlerde hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun.