“Tecrübeli dilenci, çırağını yetiştiriyormuş. Birlikte hamamagitmişler.
Hamamda yıkanırlarken tecrübeli dilenci çırağına üç nasihattebulunmuş:
“Bak evlâdım” demiş. “Dilenmenin üç temel kuralı vardır. Bu üç kuralı öğrenip benimsersen, bundan sonra sen de bu işi kendi başına yapabilirsin.”
“Nedir onlar efendim?” demiş çırak. Tecrübeli dilenci şöyle sıralamış:
“Bir” demiş. “Kim olursa olsun, isteyeceksin!”
“İki, nerede olursa olsun, isteyeceksin!”
“Üçüncü kural da ne verirlerse versin, alacaksın!”
Bunları iyice kavra, bundan böyle sen de yalnız başına dilenebilirsin!”
İşlerini bitirip tam hamamdan çıkmak üzere iken, çırak, dilenci ustasına elini uzatmış. “Efendim, fakire bir sadaka verseniz.” demiş.
“Benden de mi evlâdım?” demiş tecrübeli dilenci.
“Efendim birinci kural: Kim olursa olsun, isteyeceksin.” Diye öğretmiştiniz.
“İyi de evlâdım burası hamam?”
“İkinci kural: Nerede olursa olsun, isteyeceksin.”
“Ama evlâdım, burada sana hamam tasından başka verebileceğim bir şey yok ki!”
“Üçüncü kural efendim: Ne verilirse verilsin alacaksın.” demiştiniz.
Kapitalist yaşam tarzı; insana nerede olursa olsun, kim olursaolsun, ne olursa olsun tüketmeyi, sadece tüketmeyi, yiyip-içipdevamlı biriktirmeyi tavsiye ediyor maalesef…
Gelsin de neredengelirse gelsin.
“Haram-helal ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım!” mantığıyla…” (Burhan İşliyen, Bizi Kim Beğenecek, DİB Yayınları, Ankara:2020)
Oysa ki bizim kültürümüzde veren el olmak tavsiye ediliyordu.
Veren elin alan elden üstün olduğu telkin ediliyordu.
Her şeyin geçici olduğu ama verilen şeyin kalıcı olduğu öğütleniyordu.
Tüketmenin değil üretmenin daha makbul olduğuna dikkat çekiliyordu.
“Kimse, kendi kazancından daha hayırlı bir rızık asla yememiştir.” Serlevhası önümüze seriliyordu.
Âyet ve hadislerde, başkasından yardım istemek hem onur kırıcı hem de uhrevî cezalar gerektiren bir tutum olarak gösteriliyordu.
Bu durumdan çok etkilenen sahabe, “Onlardan birinin kamçısı yere düşse herhangi bir kimseden kamçısını kendisine vermesini bile istemez, iner kendisi alır” duyarlılığını gösterebiliyordu.
“Sizden birinizin urganını alıp dağa gitmesi vesırtında bir bağ odun getirip satması, böylece Allah’ın onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.” Buyuran Allah Resulü, emek sarf ederek elde edilen kazancın başkasının minneti altında kalarak veya dilenerek elde edilen kazançla kıyaslanmayacak derecede daha değerli bir kazanç olduğunu deklare ediyordu.
Yine Onun terbiyesinden geçmiş bir güzide halifesinin miskin miskin oturan ve bunu da ‘tevekkül ehli’ olarak açıklamaya çalışan bir gruba müdahale ederek siz ancak ‘teekkül ehli’ (hazır yiyici) olabilirsiniz deyişini hatırlıyoruz.
Ve tıpkı Peygamber neslinin yaptığı gibi, “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” Hitabının yüz akı müminleri görüyoruz.
Resûl-i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber (a.s) bir ara:
- “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu.
- Sadece bir kürek kemiği kaldı, cevabını verdiler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber;
- “Desene but hariç, hepsi bizim” buyurdu.
Velhasıl; Elini vermeye alıştır birgün can vereceksin.
Cömert olanın can vermeside kolaydır, tıpkı tereyağından kıl çeker gibi.
"Verdiğin senindir, aldığın değil"
Unutma ki beden almakla doyarken ruh vermekle doyar.