UYUYORUM, LÜTFEN RAHATSIZ ETMEYİN!

İstikameti muhafaza etmek, sırat-i müstakim çizgisinde yaşamak, ilahi fermana ram olmak, insanı zirvelere taşır, onu yitirmek ve ondan mahrum olmak ta tepetaklak aşağı indirir.

Tabi burada bahsettiğimiz istikamet, mana boyutları ile tanzim edilmiş, o tanzimin sonucunda da hem maddi hem manevi yükselmenin hazzına ulaşmaktır.

İnsanı ve insanlığı serkeşlikten, anarşistlikten, başıbozukluktan, kinden, nefretten, zulümden, riyadan, hak hukuk bilmezlikten kurtaracak ve insanlığın önüne örnek teşkil edecek yeni yeni hedefler koyacak yegane unsur, kalem gibi doğrular üzerine inşa edilmiş, mana boyutlu bir hayat manzumesine sahip olmaktır.

Bugün insanlık, dünyayı öbür alemin makamlarını hazırlayan okul olarak görme ve kavrayabilme şuuruna sahip olabilse idi, savaşlar, zulümler, işkenceler, gasplar, adaletsizlikler ve dahası birbirinin elinden ekmeğini almaya, çalmaya çalışan kurtlar sofrası olu mu idi ?

İlahi buyruk Mülk Suresinde; Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye, sizi imtihan etmek için ölümü de hayatı da yaratan O’ dur sözcüğü yön arayanlara, yönünü kaybetmişlere gösterilen adrestir. Hayatın değersizleştiği, mahiyetinin kavranılmadığı, kafama göre takılırım düşüncesinin vücut bulduğu ve yaşam tarzı haline getirilen bir hayatın diğer alemde bir kamet-i kıymetinin olmayacağı, muhatap alınmayacağı, değersizleştiği ve şaşmaz adaletin karşısına çıkarılacağı diğer bir adrestir.

Onun için insan bu konularda serbest bırakılmıştır. İki yoldan birini tercih etme hakkına sahiptir. Ya ikazlara, nasihatlere uyacak hem dünyasını ve ahretini mamur edecek ya da sözüm ona modern tabir ile “free zone “ Özgür yaşa safsatası ile ömrünü heba edip hem dünyasını hem ahretini berbat edecek.

Mevlana Hz. Mesnevisinde gafletin salıncağında kör ebe oynayan, sadece bedensel hazlarının ve menfaatlerinin esiri olanlar, mide ile tuvalet arasında mekik dokuyanlar, hayatı yemeden içmeden, haz ve gam almadan ibaret sayanlar için hak ve hakikatin anlatılmasının ilk anda bir topuz gibi şiddetli geldiğini, bu nasihatlere uyulursa tüm dünya nimetlerinden mahrum kalınacağı hissini baskın bir şekilde insana hissettirir… Ancak sabır gösterilip, mahiyeti kavranıldığında, o sıkıntı ve kaybetme hissi veren nasihatlerin içinde rahmetin, yani merhametin nasıl da tecelli ettiğini bir hikaye ile anlatır.

Adamın biri, yazın sıcağında bir ağacın altında, ağzı açık yatmakta idi. Otlar arasından sürünerek gelen küçücük bir yılan adamın ağzından içeri giriverdi. Adam öylesine derin bir uykuda idi ki, yılanın girdiğini bile fark edemedi. Bu durumu bir atlı görmüştü. Hemen adamın yanına yönelip müdahale etmek istedi ise de yılan bir kere adamın ağzına girivermişti.

Atlı adam çok şefkat ve merhamet abidesi bir insandı. Fakat şimdi adamı uyandırıp nasıl anlatacaktı ağzına uyurken yılanın girdiğini…

Adam duysa, belki de korkudan ödü patlardı. İlk bakışta pekte hoş olmayan bir yol denedi;

Bir topuzla adamı şiddetle uyandırdı. Acı ile irkilen adam korkudan hemen başka bir ağacın altına sığındı.

Ağaç elma ağacı idi. Dibine de çürük elmalar düşmüştü. Atlı, öfke ile adamın yanına yaklaştı…

Ve şiddetle, zorla o çürük elmaları yiyeceksin dedi ve ona yedirdi.

O kadarki yedikleri adamın ağzından gelmeye başladı. Adam feryat ediyordu!

Ey Efendi!

Benim ne kabahatim var ki, ben sana ne yaptım ki bana bu zulümü reva görüyorsun,en zalimler ve gaddarlar dahi suçsuz insanlara bu zulmü reva görmezler, kızgınlığının sebebi nedir? Söyle bir suçum var ise bileyim. O zaman kılıcınla boynumu vursan razıyım. Bak ağzımdan kan gelmeye başladı… Seninle karşılaşmak ne büyük talihsizlikmiş.

Adam bedduaları sıralarken, atlı da elinde topuz adamı kovalamaya başladı. Önde, adam arkada atlı, yoruluncaya kadar koştular. Atlı hafiften de olsa kırbacı adamın üzerinden eksik etmiyordu. Tıka basa elma yiyen adam ter kan içinde, nihayetinde yorgun ve çaresiz yere düştü ve düşerken de kusmaya başladı, kusunca, kara yılan ağzından düştü.

Yılanı gören adamın çektiği sıkıntıları, dertleri, ağrıları, sızıları bitti…

Bu vahim durumunun mahiyetini kısa sürede anlayınca, atlıya sonsuz minnettar oldu ve şunları söyledi: Sen beni bir Anne şefkati ile kovalarken ben de yabani eşekler gibi senden kaçıyordum.

Ben, eşekliğimden, sen ise beni bu dehşetli yılandan kurtarmak istemişsin. Sana canım feda olsun. Küstahça söylediğim sözlerden dolayı beni affet. Eğer gerçeği bilse idim hiç o sözleri söyler mi idim… diye konuşmasını tamamlayacaktı ki, Atlı söze girdi, be ahmak adam dedi eğer sana durumu anlatsa idim, korkudan ödün patlardı. Ağzına yılan girdiğini söylese idim, yılanın zehirinden önce, korkusundan ölürdün dedi.

Şimdi ne dersiniz? Bu misalden sonra içimizdeki, bizi biz olmaktan çıkaran, doyumsuz, insafsız, merhametsiz, şefkat yoksunu, menfaatperest yılanlar rahatsız oldu mu?

Demek ki, gözlerimizin açık olması, uykuda olmadığımız anlamına gelmiyor.