“ÂMENTÜSÜ DEĞİŞEN MÜSLÜMANLAR”
Bir Cuma namazından satırlara dökülen izlenimlerim…
“Ey îman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman, hemen Allâh´ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cumâ, 62/9)
Cuma namazı ki;
Mü’min ve Müslüman toplumların haftalık manifestoları…
En hayâtî mes’elelerin gündeme taşınması gereken ve o nispette de Müslüman cemiyetin nazarında mâkes bulması gereken ictimâ günü…
Dışarıdaki alışverişi bıraksa da, içerideki alış-verişi, dedi-kodusu, dünya meşgûliyeti devam eden Müslümanlar...
Caminin vaaz kürsüsünden vâiz efendi, işinin erbâbı makâmında seçkin cümlelerle Kur’an ve sünnet bütünlüğünden, kibir ve böbürlenmeye uzanan bir çizgide uyarılarla vaazını veriyor…
Mü’minlere bir kısım hassas dînî meseleleri duyurma ve dikkatlerini çekme çabasında…
Cuma ezanının bitmesiyle birlikte sohbetini toparlamaya çalışan ve bir kısım önemli duyurularla kürsüden inmeye hazırlanan vaize sağdan soldan savrulan sataşmalar…
Yaşlısından gencine, başını alıp giden bir tahammülsüzlük, sabırsızlık ve tepkisellik…
Genç adam hem vaaz esnasında, hem de hutbe esnâsında elindeki telefonu hiç cebine koymadı.
Kimi facebook sayfasında gezinmekte, kimi sms’lerini kontrol etmekte, kimi tweet atıyor, kimi de instagramda fotoğraf paylaşıyor…
Kimileri, dışarıda aklına gelmeyen muhabbet(!)i, câmide, hem de provoke edercesine yüksek sesle derinleştirmiş, sanki kahvehâne yâhut şark köşesinde oturuyormuş, dinlenme mekânına gelmiş, “çay/kahve, ne alırdınız efendim?” modunda…
Kimi yaşlılar, daralmış, belki sıkışmış, rahatsızlıkları var, tahammülsüzlükleri var…
İnsanız, hepsini düşünebiliyor, anlayışla karşılıyoruz lâkin yüzlerce insanın buluşup saf tuttuğu bir mekânda ve Rabbin huzûrunda hiddet ve hışımla görevli vaize/hatîbe çıkışması, çok ta kabul edilebilir bir hâl değil doğrusu…
“Allah, her telden çalan, her dilden ve halden tepki ortaya koyan cemaat karşısında din hizmeti yürütmeye çalışan cami görevlisi kardeşlerimize de sabırlar vesin” demek borcumuz olsa gerek!
Yeni bir “âmentü”mü yazıyoruz nedir?
Asrın dîne dayalı kuralları değişmiş, yerini nefsin, her türlü beşerîliğin ortaya çıkardığı isteklere terketmiş sanki…
Cuma günü, okunan dış ezan ile birlikte ticâreti sürdürmeye devam etmek Müslümanlara helâl değildir. Hutbe esnâsında dünyâlık kelamlar etmek, dünyalık eğlencelerle iştiğâl etmek, camide chat yapmak ta helâl değildir.
Böyle biliyoruz… Dinimizi anlatan kaynaklardan böyle öğrendik…
Allah’tan kortuğumuz için, O’na saygı duyduğumuz için, kulluğa ve Rabbimizin rızâsına ihtiyacımız olduğu için, sorumluluk sahibi kullar olduğumuz için… Camiye gidiyor ve ibâdetle meşgul olmamız gerekiyorsa,
Şimdi bu hâl ve tavırlarımızı, bu şuursuz ve aykırı davranışlarımızı nasıl îzâh edeceğiz?
Asrımızda bize îman esaslarını yeniden belirleyen (!) teknoloji mâbûdu, artık kurallarımızı yıkmış, yok etmiş, bizi kimliksiz, kişiliksiz, mesnedsiz, duyarsız, şuursuz bir yaşantıya mahkûm etmiştir…
Şimdi bu hezîmetin, bu tepkisizliğin ya da menfî tepkilerin sebebi;
Cehâlet (bilgisizlik) midir?
İlgisizlik midir?
Zayıflayan dînî inancımız mıdır?
Dîne olan ihtiyâçsızlık mıdır?
Dînî/İslâmi anlayışlardaki değişme ve güncelleme midir?
Dînin karşısında hevâ ve heveslere yenik düşmek midir?
Kasıtlı bir tepki, bir tavır, bir isyân mıdır?
Câmi görevlisine güvensizlik ve saygısızlık mıdır?
Yoksa insanın kendine olan güven ve saygısını yitirmesinden midir?
Artık adını ne koyarsak koyalım…
Kesin olan bir netice var ki;
Bu davranışlar, İslâm’dan kaynaklanan hâller değildir.
Allâh’ın istediği, sevdiği, râzı olacağı kulluk bu değildir.
Kul olup kurtulma, hidâyet ve huzûra kavuşma, Rabbin hoşnudluğuna erişme gâye ve arzûsunda, çabasında bulunmayan Müslümanlar, bu davranışlarını îzâh edecek bilgiden vârestedirler, yoksundurlar…
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72)
Dağların dahi yüklenmekten korktuğu, çekindiği bu iâhî vahyin sorumluluğunu, “onu insan yüklendi” buyuran Rabbimizin târif ettiği insan kitleleri bunlar olamaz…
Bu sabırsız ve tahammülsüz, haddini bilmeyen, ölçüleri görüp gözetmeyen, ilgiden, bilgiden, hikmetten, vefâ ve edebten mahrûm, sorumluluk bilinci zaafiyete uğramış kimseler tevhîd ve vahdet ikliminde buluşamazlar…
Sâf saf olup hâk ve hakîkat için, adâlet için savaşamazlar…
Tebliğ, tebyîn, beyân, irşâd ve teslîmiyet sorumluluğunu üstlenemezler…
Cumâmız bu halde mübârek olmaz, ya da demekle düzgün bir iş yapmış olmayız.
O hâlde demeliyiz ki; Cumâmız bizi mübârek kılsın, bizim düzelmemize vesîle olsun, fırsat olsun..!
Hakîkat şu ki;
“Herkes kazandıklarına karşı bir rehîndir!” (Tûr, 52/21)
Ne kazanmışsa, yarın karşısında bulacaktır.
Allâh (c.c.) şüphesiz her şeyin en doğrusunu bilendir. ✍️
09.02.2019 / Cumartesi
Şeref İŞLEYEN