Ölmek üzere olan adamın birisi evlatlarını başına toplar ve der ki:
‘Evlatlarım! Ben artık ölüyorum, size vasiyetimi yazacağım. Bana kâğıt kalem getirin.’
Eline verilen bir kalemle iki kâğıda birşeyler yazar. Sonra da bunları iki zarfa koyar.
Çocuklarına döner der ki, ‘şu zarfı ben ölünce hemen açın. Diğerini de beni defnettikten sonra açarsınız.’
Bir süre sonra baba vefat eder. Cenazenin yıkanması için hoca eve gelir. Bu arada kardeşlerden biri babasınınvasiyeti üzere hemen o zarfı açar.
Hep birlikte şu yazıyız okurlar: ‘Evlatlarım, hocaya söyleyin cenazem yıkanınken çorabımı çıkarmasın öyle yıkasın’
Bunun üzerine hemen hocaya müdahale edip çorapları çıkarmamasını söylerler.
Fakat hoca bunun mümkün olmadığını çünkü İslam’a göre tüm bedenin yıkanması gerektiğini söyleyip görevini yapar.
Sonrasında cenaze defin işlemleri yapılır ve eve gelirler. Hemen diğer zarfı açarlar.
Burada da şu yazıyı okurlar hep birlikte: ‘Evlatlarım gördüğünüz gibi öbür tarafa dünyalıkolarak bir çift çorap bilegötürmek nasip olmuyor, varın gerisini siz düşünün.’
Kıssadan hisse dostlar, gerisini biz düşünelim…
Öbür tarafa bir çift çorap bile götüremezken bu hırs ve tamahkarlık niye?
İki günlük yalan dünya için bu talana ve dümene değer mi?
Yunus’un, “Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi/Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan” dediği şu oyalanma dünyasında hiç ölmeyecekmiş gibi davranmanın manası ne?
Tuzlu su misali içtikçe harareti artıran şu dünyanın geçici lezzetlerine daha ne kadar kanacağız?
Güzel dostlar, güzel eserler biriktirmek varken, gaflet içinde yaşamanın kime ne faydası var?
Düşman kazanmak her kişinin işi, dost kazanmak ise er kişinin işidir. Yarın musalla taşına yatırdıklarında, imamın ‘nasıl bilirdiniz mevtayı’ sorusuna nasıl bir cevap verilmesini isterdiniz.
Aşık Veysel’in iki kapılı bir hana benzettiği şu konuk olduğumuz dünyada ev sahibi gibi davranmanın ne büyük felaketleri başımıza açtığını görmüyor muyuz?
Aşık Ruhsati ne güzel özetliyor: “Gördüm iki kişi mezar eşiyor/Gam kasavetgelmiş boydan aşıyor/Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor/Gelde bu dünyayı yor deli gönül…”
Tabi konu bu noktaya gelmişken memleketimizin manevi mimarlarından olan Terzi Baba’nın meşhur, ‘Vallahi dünyalık için Allah demem’ sözünü hatırlamamak mümkün değildir.
Sözün özü; kararınca bir dünya anlayışı bizi omuzunda taşırken ölçüyü kaçırdığımız bir dünya anlayışıyla dünya kadar dert edinmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Unutmayalım ki dünya ahiretin tarlasıdır. Burada ne ekersek onu biçeceğiz. Narımızı da nurumuzu da, ödülümüzü de cezamızı da buradan taşıyacağız.
Yaptıkları kimsenin yanına kar kalmayacak. Söylediklerimizden ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden; yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızda hesaba çekileceğiz.
Ne mutlu hesabını gönül rahatlığıyla verebilecek nezih bir hayat yaşayabilenlere!
Selam ve dua ile….