İnsanlığın meselelerini yaldızlı, konforlu salonlarda alkış tufanı ile çözdüklerini zannedenler, anlattıklarını ve hararetle söylediklerini ne ölçüde tatbik ettiklerinin muhasebesini yapmayanlar, yapmak istemeyenler, içlerini zapt-u rapt altına alamayanlar, iş buyurmayı ve gösteriş yapmayı omuzlarından silkip atamayanların dünya için, insanlık için, insanlığın huzur ve refahı için yapacakları hiçbir şey olmayacak…
Olsa olsa yaptıkları, zulüm, baskı ve kuru gürültüden başka hiçbir şeye yaramayacaktır.
Dünya nüfusunun bir buçuk iki milyarı sürekli açlık ve acı çekiyor. Yılda ortalama 30 milyon bebek normalin altında bir ağırlıkla doğuyor, milyonlarca çocuk yetersiz beslenme belirtileri gösteriyor ve neticede her yıl çoğu çocuk milyonlarca insan açlıktan ölüyor.
Sempozyumlar, konferanslar düzenleniyor, bir dizi kararlar alınıyor, bol bol nutuklar atılıyor fakat nafile. Vitrinde gösterilenler ile uygulama tamamen birbirine zıt.
Akıllı füzeleri, cehennem bombalarını üretenler mazlumlara ve güçsüzlere cehennemi yaşatıyor. Füzeleri akıllı yapmak sorunları çözmüyor, insan akıllı olmadıktan sonra. Yüreklerdeki yangını salonlardaki tumturaklı laflar söndürmeye yetmiyor.
Dünya ulusları silahlanma için milyarlarca dolar devasa bütçeler ayırıyor. Bu ayrılan bütçe, dünya nüfusunun en yoksul kesimini oluşturan %46-48 in toplam gelirinden daha fazla bir yekûn teşkil ediyor.
Sözde dünya çocuklarını korumak ve onların yaşam koşullarını iyileştirmek ve düzenlemek amacı ile kurulan UNICEF verilerine göre ise, tek bir bombardıman uçağı için harcanacak para ile yaklaşık iki yüz milyona yakın çocuğun hastalıklara karşı aşılanabileceği vurgulanıyor. Zulmün hamiliğini yapan Amerika’da bile 5-6 milyon çocuğun aç yaşadığı ifade ediliyor.
Kan akıttıkça servetlerine servet katan zenginlerin servetlerinin toplamı dünya nüfusunun % 50 sinin gelirine eş değer olduğu ifade ediliyor. Bunun anlamı, 350-400 kadar zenginin serveti 2,5-3 milyar yoksulun gelirine eşit. İşte dünyaya bu zalimler yön veriyor.
Ne acı ki ekseriyetle gaddar, facir zalimler paranın gücü ile lezzetler, nimetler içinde sefa sürerken, masum, mazlum, fakir ve güçsüzler zahmetler, zilletler, tahakkümler altında inin inim inliyor.
İşte, bu durumdan sadece zulüm kokuyor.
Bir bakıma İslam Dünyasının nefes borularını açılması, siyasi, içtimai ve ekonomik olarak güçlenmiş bir Türkiye ile mümkün olacaktır.
Her şeyi maddede arayan, aklı gözüne inmiş, insanlıktan nasipsiz, ayak bastığı yerde ot dahi bitmeyen Vahşi Batı’ya unuttuğu adaleti, unuttuğu insanlığı ancak ve ancak Türkiye gösterebilir.
Halkını görmezden gelerek petrolünün vanalarını, yer altı ve yerüstü zenginliklerini Vahşi Batı’ya teslim edenler değil.
Gayet tabii ki, meselenin diğer boyutunda, Adaleti İlahiye’nin tecellisi için de Haşre ve Mahkeme-i Kübra’ya zaruret vardır.
Zira zulmün cezasını, Hakk’ın da mükâfatı görmesi için.