Daha önce hazırlamış bulunduğum ve Rumen diline  çevrilmiş bulunan ’Türk Lirik Şiiri Antolojisi’ isimli kitabımın Romanya’daki yankıları devam ediyor. Güner Akmolla tarafından Rumenceye çevrilen  kitabım ile ilgili olarak  Prof. Dr.  Anastasia Dumitru tarafından bir tanıtım yazısı kaleme alındı.  Romence olarak yayınlanan yazının tercümesini  yine Güner Akmolla Hanımefendi kaleme aldı.
Türk Şiirinin  Romanya’daki tanıtımına katkıları sesebiyle  Güner Akmolla Hanımefendiye  şükranlarımızı arz ediyorum.  Anastasia Dumitru’ tarafından  Yazılan Yazının tercümesini  ve Rumence Orjinalini sütunuma alıyorum.



TÜRK   ŞİİRİYETİNİN  GÖKLERİNDE  EDEBİYAT  GEZINMESI...





ANASTASIA DUMITRU  Prof. Dr.Romanya / Köstence
(tercüme Güner  Akmolla)

Güner  Akmolla, Romanya ve Qırım Yazarlar Birliklerinin üyesi, Dobruca şubbesi, bugüne kadar 20-den fazla kitap çevirmesi var, ülkemizde ve dışarı ülkelerde şan kazanan.Onun çevirdiği yazarlarının içinde  Türk büyük şairlerıde bulunmakta, nasıl Fuzulı, Nefi, Așık Veysel Şatıroğlu, Namık Kemal, Nazim Hikmet, Necıp Fazıl Kısakürek, Mehmet Atilla Maraş, Halil Ibrahim Özdemir. Yakında Köstenci Yunus Emre Kültür Evinde, Mayıs 2013 de, „Doğu”Basımında ve şehrin Belediye Başkanının Yüksel Çakır Bey’nin  özel yardımı ile kitap tanıtımı oldu : Türk Lirik  Antolojisi – Şairece Örneklerinin Genişlenmesinde.Bu Antolojini hazırlayan şair ve gazeteci Halil Ibrahim ÖzdemirBey.
      Evelki zamanlarıda göz aldına alan toplum, şunları bildirmekte bize: Türk şiiriyetinin özelliklerini,de
virlerini, lirik tanıtımın tam olmasına. Ald Söz’ü yazan Maryus Kelaru bey serlevasında diyor:”Türk Şiiriyetinin Bahçesindeki Çiçeklerinin Balı”. Romen –Türk kültür bağlantılarını tanıtarak edebiyatçı şunu göstermekte: „Tarih bir-birine milletlerimizi bağlamış olsada, romen edebiyatında ve onun söz hazinesin
de derin tesir kalmamış, eğer günlük hayatı kenara verirsek...Aslında, ilim , bilimsel hayatımız asırlar boyunca uzak kalmış Türk tesirine: dilimizde hiç bir abstrakt söz ve fiil kalmamış”. Bu düşünceyi savur
mak isteyen  müellif Maryus Kelarü hatırlıyor burada Maryus Sala’nın „Latince’den Romence’ye”eserini
basım Univers Ençiklopedik Bükreş, 1998. Sıralarken kitapları „Doğumdan Bugüne Türk Şiiri”, Nikolae Iyoana ve Nevzat Yusuf’nın tercümesinde, bs.Minerva Bükreş 1979, Türk Halk Şiiri, Antoloji ve Tercü
me Yusuf Nevzat, Bükreş, bs.Univcers, 1986, edebiyatçı ilk çıkanlara dönmekte.
     M.Kelaru ( türklerde yesir olan) Antim İvireanul’nin 1691 den sonraki kitaplarında 1680 deki İyasş ‘ta ve Çetatsuya Manaster basımında çıkanlardan tanıtım yapıla demekte. İki yunan-arap kitabı basılmış ayni zamanda ( Yunan -Arap  Liturgyeri, Romen Teolojik Leksikonu, dünyanın ilk arap alfabesinde kitap olarak) ve daha sonra basılmış olanlar da”Türklerin Dinleri ve adetleri”( el yazı, bugün kayb),  bir romen dervişnin kitabı, Cerontiye Kotora 1720?  lerde, Totoy, Alba Yülya  etrafında, 1774 / 1775 lerde, Gerla da. Ve Kantemir Osmanlı başlantılarını tanıtıyor, türk dilinde yazarak.
      Bunları bildirmiș olan Maryusa Kelaru yaza nasıl çocukluğundan duydu edebiyata yakınlığını, bugün çok dergilerde türk/tatar müelliflerle çalışa ( „Edebiyat Konuşmaları” ,”Poezya” ,”Karmina Balkanika”,
„Doyna”,” Kadô”, „Hronika”)   ve başkalarında da, çoğusu tercüme gibi türk-tatar dilinden.Qırım’a iki defa gidip, Türkiye’yede, v.b. Bu geniş kültür meydanına dair öz fikrini kurdu.”Öz görüşmelerim  oldu Yunus Emre ile, Fuzuli ile, diğer şairlerle, beni bahane eden dünya güzellikleriyle.Adım-adım anladım türk şiirinin farklı ve derin olmasını, tanıdığı edebiyatlardan almış olan tesirini.Unutmayalım ki Atatürk arap alfabesinde yazılan tamgalar var, öz yüreği  belli çerçevede vardır” demekte edebiyatçı.
       Önümüzdeki kitap, Maryus Kelaru’nın dediklerine göre, iki delille  fikirlerini yarata: onu bir türk yazarı kurdu ve bir tatar yazarı  ve romen vatandaşı çevirdi, çeviren iki dilde doğma konuşup. Sayfalar var orada bal taşıyan türk çiçeklerinin bahçesinden gelen, isimlerini şaire genişlete bölüm gibi, asırlar boyu genişlemesine dikkat verip, bu Türk Tarih Edebiyatında. 
       Romen okuyücü için bir seyahatname olabilir Türk şiiriyetinin göklerinde.Tercümeci hanımın sözünden anlıyoruz Türk şairlerinin seçen ve seven konularını – vatan sevgisi, büyük şairler insan ve millet kaderine bağlılar. Türk  şiiriyetine giriş notları var, onları Halil Ibrahim Özdemir bey yazıyor, gurubları ve farkları tanıtarak, mesuliyet ve sonuç, evelki zamanları yaratarak şiirnin öz dilinde. Şiiriyeti
nin özel devirlerini seçtik  milletleri şiirle tanıtarak çalışmamızda. 292 şiirde giriş notlarını bırakarak  biz Türk şiiriyetinin sentezli tarihinı okumuş olmaktayız,  ve  böyle: Halk Edebiyatı, Divan Edebiyatı, Türk Klasik Edebiyatı, Tanzimat Edebiyatı (1860-1896), Servet-i Fünan (1896- 1901),  Fecr-i Ati (1909-1913),
Milli Edebiyatı (1911-1923),Vatan Sever konusuna bir bölüm ayırılmış ve burada yer alanlar bunlar: Beş Hececiler, Folklorik Şiir, Haması Şiir, Marksist Şiir, Mistik Şiir, Öz Şiir, v.b.  
Farklı kategorya yapanlar var: Müstakil Şashsiyetler denilip. GaripAkım 1940-1960 yıllarını açıyor, Hisar Grubu, Maviciler, Ikinci Yeni ( 1956). Son olarak var Çağdaş Edebiyatı ve 13 müellifle tanıtılar. Okuyucü Türk Şiiriyetinin göklerinde seyahat edecek, Halk Şiirindeki tesirleri duyacak. Aşık Mahzumi Şerif bize Yenakitsa Vakaresku’nu hatırlatarak geliyor “ağlıyorum dertinde yananla birlikte  / Benim büyük derdimi duyarak ...özel “ buradaki”Ağlamak” şiirinde. 
Dadaloğlu’nun yazıları ve ya XVI-cı asırnın yazıları, Pir Sultan Abdal’la ya XVII-cı asırda Karacaoğlan büyük şairlerin aşk konusunu derinleyerek yazdıkları, şiiriyette hazine yaratmaktadır.Ve bu yerde romen edebiyatına yakınlık duymaktayız, Sümmaniy’nin aşk şiirleriyle, tabyatla insan bir olduğunu anlatarak.
         Türk mistik şairlerinde öyle konu ve motif / sebeplerle karşılaşmaktayız, onlar bir olarak bizim Voykulesku’nun şiiriytiyle. Örnek, Asaf Halet Çelebi geçen asırda yaşayan, öz ana diline, masallara ve Halk Şiirlerine dair yazdı. İkiside zamanın dışarında olan zaman’a dair yazdılar, ayna/ imaj oldu hakikattan ve çocükluktan çıkmak zorunda.
        Farklı bir konuyu daha duymuş oldum, iç duygularında uçmak konusu, “bayram zevukları”, çünkü “gözlerin içersinde açılmıştırlar” dediğine göre “Sen” şiirinde. 
Necip Fazıl Kısakürek’e gelince, onun sembollarını tanırız ve baş eğeriz önünde: pençire, gül, taş, toprak, böyle ınsanın geçici olduğu söylenmekte ve maddi ve manevi dünyanın arasında bulunup( transçendesya).     
Yedi Ateş’nin șairleri hakiki Istanbul’un dünyasından tesirlenmiş olsalarda ve hayattan günlüye, hepsi imajiner  / hayali dünyaya yetişirler ve mistiklerin yolunda, zamanın geçici olduğunu ve “öbir dünyanın “
ebedi olduğunu tanıtırlar. Çağdaş yazar Adem Turan 1960 larda doğan, dilinde her günlük sözleri kullan
sada “Luna Park”’ın sıralanmasında “hayat boşluğunu” ve onun bilinmez köşelerini anlatmakta bizlere. 
“Bagdad’a Duva” şiirinde zamanın akmasında ölenleri düşüne, Bağdad’ın çocuklarına ve annelerinin dertli seslerine yakınlıyor ve “bu ağlamak yıldızara  yetişti derken, duvalara yanmakta.
      Alfabe yolunda   son olan  Ümit Yaşar Oğuzcan, “Antım” şiirinde  okuyucüya yalvarmakta: “Gitme, şiirlerimden okurum sana...// Veririm ışık, aydın, öz aydınlığımdan.// Aff et beni, Sen, resimde ve sonun
da, sembolcasına, “Şansına” diyor: “Gitmenle, her şey dağıldı.”     
        Güner Akmolla’nın değerli ve şairece tercümesine gelirsek, onun şaiire dünyasına bir gezmeye buyur olmaktayız Şarqnın dünyasında, bu da bizim içerimizde oluşuiyor.  O zaman  biz buluruz  kendiliğimizi, lirikanın derin dünyasında. Dersek bunları, geleriz Fuzulî ‘nın şiirlerine, orada Allah ve iyilik var:
     “Azabımı gören, anlar beni / Sen kurtar Allah’ım, böyle yolsuzlardan.”
Öbir satırlar “Duva”’dan bıze Eminesku’yu  ( romenlerin yıldız şairini) hatırlatmakta: 
“Allah, kuvvet ver bana //Yalvarayım benimkileri için (...) Ben bilmezsem alçak gönüllü isteği söylemeye // Kim? Sen, seninkiler // Yaradan, dur ve beni bana bağışla”.
Türk Lirik Antoloji, önümüzde arhetip gibi yaradışları / tipleri koydu. Hindistan felsefesinden konularını seçen Mihay Eminesku nevakıt “Oda” şiirini antik ritimde ve ölçüde yazdı: “Karşımdaki bahane gözlerin kayb oldu,  / Gel, göğsüme gel, hüzünlü çaresizlik // Kahırsız ölmeye  istediğimde / Beni ver kendime”ve, Türk şairleri arabistanın şiiriyetinde bulunmaktalar  bu notlarla.
       Okuyucü bu antolojiyle çağırılıyor kendiliğine dönmesine,  gerek öz varlığına kaplansın, çünkü şiirnin rölü ruhnın derinlerine yolları bulmak, dünyayı tanımak, yaradılışı ve sözü yeniden yaratmak.  
      









Călătorie pe tărâmurile poeziei turce


Güner Akmolla, membră a USR, Filiala Dobrogea a tradus peste 20 de volume, apreciate atât în ţară, cât şi peste hotare. Printre scriitorii pe care i-a tradus în limba română se numără marii poeţi turci: Fuzulî, Nefi, Aşâk Veysel Şatîroğlu, Namîk Kemal, Nazim Hikmet, Negip Fazil Kîsakürek, Mehmet Atilla Maraş, Halil Ibrahim Özdemir. De curând, la Centrul Cultural „Yunus Emre” din Constanţa, în mai 2013, a avut loc lansarea cărţii apărute în Turcia, la Erzican, la Editura Doğu (Răsărit), Antologia de poezie turcă/ Türk lirik antolojisi. Modele poetice desprinse din evoluţia artistică a marilor poeţi turci. Această antologie a liricii turce este o selecţie alcătuită de Halil Ibrahim Özdemir.
    Volumul redă o imagine din trecut, din poezia turcă, urmărind epocile ei importante, în dorinţa cunoaşterii prin lirică. Antologia are o prefaţă scrisă de Marius Chelaru, intitulată Nectarul florilor din livada poeziei turce.După ce este prezentată o sinteză a legăturilor interculturale româno-turce, criticul constată că, ,,deşi istoria a legat destinele popoarelor noastre, nu putem vorbi în literatura română, în vocabular, de „influenţe” de substanţă, excluzând anumite domenii din viaţa de zi cu zi… În fapt „viaţa intelectuală a rămas străină contactului secular cu turcii: nu există nici un cuvânt care să denumească o noţiunea abstractă şi nici un verb.” Pentru a-şi justifica opinia, Marius Chelaru se referă la studiul lui Marius Sala De la latină la română, Editura Univers Enciclopedic, Bucureşti, 1998. Până la volumele Poezia turcă de la începuturi până azi, antologie şi traducere din limba turcă de Nicolae Ioana şi Nevzat Yusuf, Editura Minerva, Bucureşti, 1979 şi Poezia populară turcă, antologie si traducere Nevzat M. Yusuf, Editura Univers, Bucureşti, 1986, criticul face o incursiune în istoria acestui domeniu. Marius Chelaru aminteşte de cărţile apărute sub oblăduirea lui Antim Ivireanul (fost rob la turci), după 1691 (în 1680 a ajuns la Iaşi, la tipografia de la Mănăstirea Cetăţuia). S-au tipărit şi două cărţi greco-arabe(despre Liturghierul greco-arab scrie în Dicţionarul Teologilor Români că este prima carte cu caractere arabe din lume), apoi lucrarea De religia şi obiceaiurile turcilor (atestată în manuscris, azi pierdută), scrisă de călugărul cărturar greco-catolic, român, Gerontie (Gherontie) (Gheorghe Cotorea, ? 1720, Totoi, lângă Alba Iulia – 1774/ 1775, Gherla). De asemenea, se referă la legătura lui Cantemir cu Imperiul Otoman şi cu limba turcă.
 Marius Chelaru precizează că încă din copilărie a fost preocupat de literatura turcă, în prezent având mai multe colaborări cu autorii turci/ tătari la diverse reviste(Convorbiri literare, Poezia, Carmina Balcanica, Doina, Kadō, Cronica ş.a.) sau diferite proiecte editoriale, unele vizând traduceri în şi din limba turcă/ tătară, călătorind apoi în Crimeea, în Turcia etc. Astfel, a putut să îşi creeze propria înţelegere asupra acestui spaţiu cultural. ,,Am avut întâlnirile mele mirabile cu Yunus Emre, Fuzûlî, Bakî… şi cu atâţia alţi poeţi care îmi dezvăluiau o lume de o frumuseţe tulburătoare. Am înţeles, pas cu pas, că poezia turcă se întrepătrunde în multe privinţe, în profunzime, cu cea a culturilor cu care a intrat în contact (nu uităm că turcii au folosit alfabetul arab până la Atatürk), dar şi că are propria pecete, propriul suflu, bine conturate”, mărturiseşte criticul. Volumul de faţă, aşa cum susţine Marius Chelaru, are cel puţin două argumente în favoarea sa: ,,este alcătuit de un scriitor turc şi tradus de un alt scriitor, român de etnie tătară, vorbitor nativ al celor două limbi în care este editată. Sunt pagini care poartă în versul lor nectarul florilor din livada poeziei turce care au dat în rod secole de-a rândul, cu nume de poeţi care înseamnă capitole importante în istoria literaturii Turciei. Iar pentru cititorul român poate fi o nouă călătorie pe tărâmurile poeziei turce.”
        Din cuvântul traducătoarei aflăm că tema predominantă a poemelor incluse în antologie este iubirea pentru patrie, precizând că marii poeţi sunt preocupaţi de destinul omului şi al poporului. Urmează o Introducere în poetica turcă: Modele poetice desprinse din evoluţia artistică a marilor poeţi turci, semnată de Halil Ibrahim Özdemir, de unde aflăm atât curentele literare, cât şi criteriile alcătuirii prezentei antologii, precum şi scopul ,,am urmărit să redau o imagine din trecut, din poezia turcă, epocile ei importante, în dorinţa cunoaşterii popoarelor prin poezie.” 
În cele 292, excluzând partea introductivă, este sintetizată istoriei poeziei turce, astfel: Literatura  populară/ Halk edebiyatı, Literatura Divanului/ Divan edebiyatı/ Literatura clasică turcă, Literatura reformistă/ Tanzimat edebiyatı (1860-1896), Literatura Prosperităţii/ Servet-i Fünîn (Edebiyat - ı Cedidı, 1896 – 1901), Literatura zorilor/ Fecr-i Âti (1909 – 1913), Literatura naţională/ Millî Edebiyat (1911- 1923. Un capitol este dedicat Literaturii patriotice, în care se încadrează: Cei cu cinci Silabe/ Beş Hececiler, Poezia Folclorică/ Folklorik Şiir, Poeme la prima mână/ Hamasî Şiir, Poezia Marxistă/ Marksist Şiiri, Poezia Mistică/ Mistik Şiir, Poezia Autentică/ Öz Şiir, Cele 7 Torţe (1928). O altă categorie a scriitorilor este intitulată „Personalităţi Independente/ Müstakil Şahsiyetler”. În perioada ,,anilor 1940-1960” îi întâlnim pe Singuraticii/ Curentul Înstrăinaţilor/ Garip Akımı, Grupul Sentimentalilor/ Grupul Citadinilor/ Hisar Grubu (1950), Albaştri/ Maviciler, A doua înnoire/ Ikinci Yeni (1956). Ultima secţiune cuprinde Literatura Contemporană, incluzând 13 autori.
Cititorul va călători pe tărâmurile poeziei turce, de la literatura de tip popular, unde va fi sensibilizat de Jelania lui Aşîk Mahzumi Şerif, asemănatoare cu poeziile lui Ienăchiţă Văcărescu, ,,plâng… despărţit de cel ce-n suferinţă arde/ Din copleşitoarea mea durere”. Textele lui Dadaloglu, ale lui Pir Sultan Abdal din secolul al XVI-lea sau ale lui Karageaoglan din secolul al XVII-lea nu vor trece neobservate pentru că ele cântă iubirea. Similară poeziei române este lirica erotică a lui Sümmaniy unde este evocată comuniunea dintre om şi natură.
         La poeţii mistici turci identificăm teme şi motive comune cu cele ale poeziei voiculesciene. De exemplu, Asaf Halet Celebi, care a trăit în secolul trecut, fiind contemporan cu poetul român, a scris despre limba natală, despre basmele şi cântecele populare. Ambii au scris despre timpul dinafara timpului, despre oglinda ca evadare din real sau despre copilărie. O altă temă comună este zborul lăuntric, ,,bucuria sărbătorii” pentru că ,,în interior a deschis ochii,” aşa cum scrie în poezia Tu. Un alt poet mistic, Negip Fazîl Kîsakürek, apelează la simbolurile: fereastră, trandafir, piatra, lut pentru a sugera condiţia efemeră a omului, dar şi dorinţa de transcendent. Poeţii celor şapte torţe, deşi pornesc de la prezentarea lumii reale, a Istanbulului, a cotidianului iluzoriu, plonjează în imaginar, continuând tematica misticilor, prin a sugera trecerea timpului şi trăinicia lumii de ,,dincolo”. Un alt scriitor contemporan, Adem Turan, născut în 1960, cu toate că foloseşte un limbaj banal, în textul Luna Parc pentru a ,,deschide dulapul ascuns al sentimentelor,” îl roagă pe cititor să facă ,,linişte” pentru a fi cuprins de ,,vraja nebănuită”, a ,,pustiului acesta numit viaţă”. În textul Rugă pentru Bagdad, poetul se gândeşte la suferinţa celor care au murit de-a lungul timpurilor, la ,,copiii Bagdadului”, dar şi la vaietul mamelor, ele duc ,,bocetul în înaltul stelelor” pentru că e ,,timpul rugăciunilor”. Ultimul, în ordine alfabetică, antologat este Umit Yaşar Oğuzcan, cu poemeleJurământul-ului, unde îl roagă pe lector ,,Nu pleca, îţi voi citi din poeziile mele…/ Îţi voi dărui o rază/ din lumina mea aleasă”; Iartă-mă; Tu, într-o fotografie şi se încheie simbolic cu Slăvire ,,Odată cu plecarea ta, s-au împrăştiat toate”. 
*****Datorită bunei şi inspiratei traduceri a scriitoarei Güner Akmolla, suntem invitaţi la o călătorie într-o lume a poeziei, într-o lume orientală, dar orientată spre sine, spre interior. Precizăm că vom întâlni un univers liric profund. De exemplu, în poemele lui Fuzulî, este invocată divinitatea şi dorinţa de armonie: ,,Văzându-mi suferinţa, voi înţelegeţi deci/ Salvează-ne, Tu, Doamne, de-aceste fărădelegi.” Alte versuri sugestive din poezia Rugă se aseamănă cu lirica eminesciană ,,Doamne, dă-mi mie puterea de a mă ruga pentru ai mei (…)/ De nu ştiu eu să cer umil ce aş avea nevoie, Tu, Ţie,/ Atotputernicule, opreşte-te şi dăruieşte-mă pe mine, Mie.” 
Antologia de poezie turcă/ Türk lirik antolojisi ne aminteşte că în lirica universală sunt aceleaşi arhetipuri. Eminescu s-a inspirat din filosofia indiană când a scris impresionantele versuri ale Odei (în metrul antic): ,,Piară-mi ochii turburători din cale,/ Vino iar în sân, nepăsare tristă;/ Ca să pot muri liniştit, pe mine/ Mie redă-mă!”, iar poeţii turci şi-au găsit o filiaţie în lirica arabă. 
Cititorul este invitat să parcurgă un drum spre interior, un drum interesant şi captivant, pentru că poezia are menirea să deschidă profunzimile nebănuite ale sufletului, fiind o întoarcere ontologică spre Fiinţă, prin cuvânt, prin Logosul creator. 





 Antologia de poezie turcă/ Türk  lirik antolojisi. Modele poetice desprinse din evoluţia artistică a marilor poeţi turci, op. cit., p. 7.
 Idem, p. 11.
 Idem, p. 15.