Bir var mış bir yokmuş. diye başlayan hikayelerden birisine götürmek istiyorum sizi. Bağımsızlığını kazandıktan sonra yeniden yapılanan ve günümüzün tarih kokan kentlerinden, ülkelerinden birisi olan Nahcıvan'a gidelim.
Bir gün Nahcıvan'a düştü yolum. Orjinal dilinde Naxcivan olarak yazılan ülke ziyaretini Doğu Anadolu bölgesindeki Gazeteciler cemiyetleri başkanlarının katılımıyla yaptık. Gezi ve temaslarda bulunmak, basın kuruluşları arasındaki ilişkileri kuvvetlendirmek amacıyla gerçekleştirilen ziyaretler ile 1 günlük gezi notlarıyla buradayım.
Dilucu ismini taşıyan sınır kapısında başladı maceramız. Son derece saygılı ve insanın halinden anlayan polis memurları tarafından karşılandık. Vize, fotoğraf işlemlerinin ardından giriş yaptık Nahçıvan'a kendi araçlarımızla. Naxcivan, temizliği ile, insanlarının sıcak ve misafirperverliği ile karşıladı bizi. Sınır kapısını geçer geçmez tarlalarda küreklerle çalışan insanlar çekti dikkatimi. Tarlalarda harıl harıl çalışmalar devam ederken ayrıca ekimi tamamlanıp hasat edilmiş tarlaların ortasında mavi sulama ekipmanlarına odaklandım. Tüm tarlaların sulamasında kapalı sistem sulama borularının kullanılması enteresanıma gitti. Sanırım artezyen dediğimiz sistem kullanılıyor sulamada. Ayrıca bu ülkedeki doğalgaz boruları bizim hiç alışık olmadığımız biçimde yerin üzerinden ve bir çit gibi çekilmiş.
Neyse yolda giderken ayrıca trafikte kurallara duyulan saygı çekti dikkatimi. Trafik cezalarının caydırıcılığı trafik kazasını bile neredeyse yok oranlarına düşürmüş. Alkolle araç kullanırken yakalanan bir sürücünün hapsten çıkmasına zor gözüyle bakılıyor. O sebeple kaza yok denecek kadar az. Ayrıca Türkiye'den alıştığımız hız sınırlama levhası yok. Bunların tümü asfaltın üzerine boyanmış. Bu da daha ekonomiz bir çözüm olmuş ülke için.
Şehir o kadar sessiz ki yoldan araç geçmese bu sessizliği "hayalet kent" olarak adlandırabileceğim. Ancak şehrin sessizliğinin sebebini sonradan anladım. Çiçeğiyle yeşillikleriyle söz sahibi oldukları balın festivaline katılmış tüm Naxcivan halkı. Tüm ülke halkı neredeyse festival alanında toplanmış. Müzik ve eğlence ve çeşit çeşit ağaçtan alınan özlerle arılar tarafından üretilmiş balların satışları. Hepsi kale surlarıyla çevrilmiş ve tarihi bir öneme sahip olduğu ifade edilen festival alanında yer alıyor, yapılıyor.
Neyse Mömine hatun türbesi ziyareti ile başlıyor gezimiz. Burada açık hava müzesinde türklerin yoğun olarak kullandığı koç heykelleri karşılıyor bizi. Bu türbenin önündeki ressamlar da ayrı bir tarz katıyor tarihi alana. Türkiye'den öğrencilerin büyük bir ilgi gösterdiği Nahcıvan devlet üniversitesi ile özel Nahçıvan üniversitelerine de ziyaretlerimiz oldu. İlk olarak Azerice dilini öğrenmek için 6 ay dil eğitimine tabi tutulan Türkler, daha sonra tümüyle denkliği olan üniversitelerden istediğini tercih edebiliyor. Hatta Nahçıvan'a gelmeye gerek kalmadan eğitim alınabilinen bazı bölümler bile mevcut.
Nahçıvan gezisinde bir de dikkatimi silahsız polisler çekti. Osmanlı'nın yağdigarı Nahçıvan'da Osmanlının en güçlü olduğu dönemlerdeki gibi hırsızlık yok denecek kadar az. İnsanlar birbiriyle kavga bile etmiyor. Ülkenin bakanları, genel müdürleri, rektörleri hep halk ile iç içe. Üstelik korumaları bile yok. Ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlar. Hatta ülkenin bir bakanı ile görüşme fırsatı buldum. "Korumaya gerek yok." diyerek bana gülümsedi. (Şaşkınlığımı yüzümden anlamış olsa gerek)
Vel hasılı kelam Nahçıvan, namı diğer Naxcivan, sıcak ve canayakın insanı , ezanı dinmeyen camileri, hala dimdik ayakta duran tarihi ve eserleri, tertemiz sokakları ve kaliteli asfaltı, yepyeni duran mimari harikası yapısı ile tüm Türklere bağrını açmış.
Duzdağa da gitmeyi unutmayın haaa. :)