Evvel kahvehanelerimiz vardı, ot yastıklı sedirleri, yer minderleri ve gönül sıcaklığı veren sobaları vardı. Bir taraftan kahvesini, çayını yudumlayan insanlar diğer taraftan kitaplıktan bir kitap alıp okurlardı. Koca şehrin belirli yerlerinde kahvehaneler vardı. Herkes işinde gücünde toprağındaydı. Genelde köylerden gelenler dinlenme amacıyla otururlardı. Böyle çay ocaklarına doluşmazdık, çoğu kez oturacak sadeyle, tabure bulamazsınız. Artık o kıraathane ve kahvehanelerden eser yok. Şimdilerde boş insanların doluştuğu çayhaneler, oyun salonları, kafeler, çocukları işgal eden oyun salonlarımız ve avuçlarımıza yuvalanmış internetlerimiz var, sanki hayat eğlenceden oyundan ibaret. Hangi caddeden, geçsen yol boyunca dizilen çay ocaklarının kapıları önlerine dizilmiş olan taburelerine oturmuşlar çaylarını içerken etrafı izliyorlar. Ailenizle oradan sıkılarak geçersiniz. Ama ne yazık ki, belediye yetkilileri de böyle kapı önleri için bir önlem almıyorlar. Öyle yerler var ki, kaldırımlarında yayalara geçecek bir yer bırakmamışlar. Belki samimi bir buluşma yeridir ama umursuz ve lakayt insanların toplanma yerleri de olmasın. Neden bu insanlar işleri bittikten sonra ailelerinin yanlarına gitmiyorlar, çocuklarına sahip çıkmıyorlar, boş zamanlarını kitap okumakla veya birine yardım etmeye koşmuyorlar. Ne güzel hayat kendileri çayhanelerde, çocukları sokaklarda, kafelerde oyun salonlarında. Sonra da şikâyetlerimiz var.

ÇAYHANE
Çay içmek için, vardım köşedeki çayhaneye
Dumana bürünmüş rastladım nice hicraneye

Nice güruh toplanmış yaşları üstünde kırkın
Dağıtır burada, evlat ayalin nice rızkın

Birbirini kovar galeyana gelmiş sesleri
Ezanlar okunur, kalmamış dinde hevesleri

Nice anlar geçer, çalar beyninde teraneler
Gönlünü imar mı eder, gönülden viraneler

Etrafa sindirirken, nice zehirli nefesi
Zamanım yok der, açılmaz Kuranın sahifesi

Ceyhun’um halen bu işe veremedi bir siyak
Anlamadım, anlamadım buranın nesi kıyak.