Cuma Sohbetleri
09.01.2015
09.01.2015
Ey İman Edenler, İman Ediniz!
“İman edip sonra inkâr eden, sonra iman edip tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenleri Allah ne bağışlayacak, ne de doğru yola eriştirecektir. Münafıklara da haber ver ki, kendileri için çok acı bir azap vardır. Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki izzet ve şerefin tamamı Allâh’a aittir” (Nisâ, 4/137-139).
Kur’an-ı Kerim’de yazımıza manşet olarak aldığımız bir âyet-i kerîme var: “Ey İman Edenler, İman Ediniz!” diye… Nisa Sûresi 136. Âyet. Rabbimiz bu mübârek ifâdesiyle ne demek istiyor, üzerinde hiç düşündük mü acaba diye sormak istiyorum. Öyle ya iman eden mü’minler olarak, yeniden iman etmeye çağırılmamız bize neyi çağrıştırmalı acaba?
Tam da gündemimizin manşetine taşıyacağımız ve ilk haber olarak okuyacağımız bir ayet... Sahi bu gazeteler, Kuran’dan bir ayeti niçin hiç manşet yapmazlar? Televizyon ve radyolar bir ayeti bazen niçin ilk haber olarak vermezler? Rabbimizin sözlerinin manşete taşınacak değeri yok mudur? Diye sormak istiyorum…
“Ey iman edenler! İman edin Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.” (Nisâ/136)
Hiç düşündük mü diyorum, kimi zaman camilerimizde perşembe geceleri yapıldığı gibi tecdîd-i imana veya tecdîd-i nikâha mı çağırılıyoruz? “Aşk ile vecd ile bir daha” deyip Kelime-i Şehâdet virdine ve tevbe-i nasûh’a mı davet ediliyoruz? Bizden Kelime-i Tevhid’i tekrar tekrar söylememiz, yani dilimizle ikrâr edip durmamız mı isteniyor, sanıyoruz? Durup üzerinde ince ince düşünmek, tefekkür etmek, akletmek, fıkhetmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Esasen Ayet-i Celîle, imanda eksiği bulunanlara “Tam inanın!”, inanıp da güvenmeyenlere “güvenin”, delilsiz inananlara “Delilli inanın!”, taklidi iman taşıyanlara “Tahkiki iman taşıyın!”, gevşek inananlara “sağlam inanın!”, imanında şüphe ve kusur bulunanlara “şüpheden arındırılmış olarak iman edin!” geçmişten bu güne kadar imanda sebât gösterenlere “imanınızda sebata devam edin!” mesajını verir. “Peygamber (a.s), âyetten ne anladı ve nasıl uyguladı ise sizde öylece etkilenin” denir.
Âyet-i Kerîme diğer bir yönüyle muazzam bir güven telkin eder insana… Ve “ey iman edenler, iman ediniz” buyurulurken merhamet vardır, şefkat vardır, mağfiret olunmaya çağrı vardır. Yani Allâh’a güvenin; yağmurun yağacağına, nebâtâtın biteceğine, güneşin doğacağına, gece ve gündüzün birbiri ardınca geleceğine, kışın biteceğine, yazın geleceğine, canlıların üreyeceğine, ekinlerin yeşereceğine, pınarların kurumayacağına, tüm rızık ve rızık kaynaklarının tükenmeyeceğine güvenin. Rabbinize güvenin… Sizin O’ndan başka sığınacak, tutunacak bir sığınağınız yoktur. Allâh’a inandığınızı ve güvendiğinizi söyleyip te O’na güvensizlik içinde olmayın.
“Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, anne-babanızın veya akrabalarınızın zülfü yârine dokunsa da adâlet ve eşitlikten şaşmayın, zengin-fakir ayırımı yapmayın, hepsinden öncelikli olan Allâh’tır (c.c.), adâletten uzaklaşıp ta nefislerinizin arzularına uymayın. Eğer eğilir, bükülür veya savsaklarsanız, Allâh bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” [Nisa; 4/131-135]
Ey iman edenler, üzerinde Allâh’ın kudreti olan Kur’an cemaatine, sünnet-i seniyye Müslümanlığına, kardeşliğe, hakiki dostluğa inanın, güvenin. Bu inancınız sözde kalmasın, özümseyin ve insanların da Rabblerinin mesajlarını ciddiye almalarını ve teslimiyet göstermelerini mutlaka sağlayın. Allâh’ın peygamberlerine ve onlar aracılığıyla gönderilen kitaplara güvenin ki, onlar size adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, kardeşliği, hakça paylaşımı, böylece Allâh’a güvenmenin ne demek olduğunu öğretirler, yaşarlar ve gösterirler. Elçilere, kitaplara güvenin.
Allâh’ın güçlerine yani melâike-i kirâm’a güvenin. Onlar her iş için iner ve çıkarlar. Bir çocuk ana rahmine düştüğünde, gökten bir damla yağmur fazla yağar, yerden bir tutam ekin fazla biter, Allâh’ın fazlına, güçlerine güvenin.
Geleceğe, yarınlara, öteler ötesi’ne, âhirete ilm’el yakîn, ayn’el yakîn, hakka’l yakîn inanın, güvenin. Hiçbiriniz aslâ terkedilmeyecek ve rızıksız bırakılmayacaksınız. Gökten yağmur yağacak, yerden nebât bitecek, kış uzamayacak, güneş her gün aynı yerden doğacak, canlılar üreyecek, dereler akacak, pınarlar fışkıracak, güvenin. Gökte ve yerde olan her şey Allâh’ındır, güvenin. Rızıksız bırakılmayacaksınız, vekil olarak Allâh yeter, güvenin.
Güvenin de Allâh’ın mülküne çitler-sınırlar çevirerek, orayı-burayı ihtirasla sahiplenerek adaletsizlik ve eşitsizlik yaratmayın, güvenin. Mal'a mülk'e aç gözlülükle saldırıp, bir başkasının hakkına meyletmeyin ve böylece komşusu açken tok yatanlardan olmayın güvenin. Tabii olana dönün. Birbirinize yaptığınız gibi aç, çıplak ve susuz bırakılmayacak, güneşin sıcağında yanmayacaksanız, tabii olan güvenli olandır, yeter ki güvenin. Eğer inanır fakat güvenmezseniz, itimat etmezseniz münafık olursunuz…
İman edenleri tekrar iman etmeye çağıran bu ayetler, sahici imanın ne olduğunu açıklamayı bize gerekli kıldı. Esasen imanın tarifi şöyle yapılır: “İman esaslarını kafa/akıl ile bilmek, dil ile ikrâr, kalp ile tasdik, beden ile de amel etmektir.” Bu tarifi yapmakla aynı zamanda imanın dört önemli unsuru ortaya koyulmuş oluyor. Yani Ma’rifet/bilgi, tasdik, ikrâr ve amel bütünlüğü.
Sonuç; Yeni Müslüman olmuş birisinin ya da taklidi/icmali imana sahip birisinin ilk yapması gereken şey iman ettikleri esaslar hakkında bilgi sahibi olmasıdır. Yoksa imanı içselleşmez yani içine sinmez, ben müslümanım demekten çekinir ve korkar, imanın amel boyutunda da ciddi eksiklik ve aksaklıklar ortaya çıkar. İmanın duygusal yönünü asla küçümsemiyoruz ancak imanın kalıcı ve istikrarlı olmasını istiyorsak iman bilgiye dayanmalıdır.
Konuya isim olarak aldığımız âyette Yüce Allah, inanan kullarını doğrudan muhatap alıyor ve onların imanlarını harekete geçiriyor. İbn Mes’ûd, bu ifade ile ilgili olarak şunları söyler: "Yüce Allah'ın 'Ey iman edenler' çağrısını duyduğun zaman kulaklarını aç ve can kulağıyla onu dinle. Çünkü bu çağrıdan sonra O, ya hayırlı bir işi sana emrediyordur, ya da seni kötü bir şeyden sakındırıyordur. "
Kur’an-ı mübîn’de seksen sekiz kere geçen “ey iman edenler!” hitabı mümin için büyük bir bahtiyarlık ve sevinç kaynağı olsa gerektir. Zira mü’mine Rabbi hitap etmektedir ve hitap için de “iman eden” vasfını kullanmaktadır ki iman etmek, felâh bulmakla da yakinen alakalıdır. Yani bir yönüyle kullarını “ey felâha erişmiş kullarım” diye de taltif etmekte, müjdelemektedir.
Sahabe-i kirâm efendilerimiz, “Ey iman edenler!” hitabıyla başlayan ayetleri can kulağıyla dinler, tam bir teslimiyetle boyun eğer, bu ilahî hitapla yapılması emredileni yapar, yasaklananı ise terk ederlerdi. Hem de hemen! Yorum yapmadan, eleştirecek bir yön aramadan, kendi muhalif duruşuna bahaneler uydurup Kur’an’dan da çözümler bulmaya kalkmadan. Kâr-zarar, menfaat, ziyan kaygısına kapılmadan, falan ne der, filan ne yer diye düşünmeden.
Zira teslimiyetin gerektirdiği netice budur, bu olmalıdır. O halde hitabı tekrarlayalım: “Ey iman edenler! İman ediniz!” Hidâyete tâbi olanlara selâm olsun.
Şeref İŞLEYEN