27 Aralık 1939 Erzincan Depremi’nin üzerinden 73 yıl geçti. O gün, gece yarısından sonra 02.oo sularında meydana gelen 7,9 şiddetindeki deprem Erzincan’ı yerle bir etti.
Hemen ifade edelim ki; Çok ağır kış şartlarının hüküm sürdüğü, yolların kardan kapalı olduğu, yegane ulaşımın ancak trenle sağlanabildiği, zor ve sıkıntılı günlerde meydana gelen deprem, Türkiye tarihinin en büyük felaketi olarak kayıtlara geçmiştir.
Erzincan’da 15 bin, depremin etki alanında ise 40 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, on binlerce insanın yaralandığı, yüz binden fazla konutun yıkıldığı depremin maddi hasarı da o ölçüde büyük olmuştur.
Çağlar boyunca toplumları sarsan 100 büyük gün arasında yer alan 1939 Erzincan felaketi, aynı fay hattında (Kuzey Anadolu Fayı) bulunan Şebinkarahisar, Giresun, Amasya, Ordu, Sivas, Gümüşhane, Çorum İlleri ve çevresinde de etkili oldu. Ve o yörelerde de can ve mal kayıpları meydana geldi.
Ne var ki, depremden en büyük zararı, depremin merkez üssü olan Erzincan gördü. Kış ortasında Şehir tümüyle yerle bir olurken, devrilen sobalardan çıkan yangınlarda insanlar diri diri yandı. Enkaz yığınları arasında can çekişen insanların feryadına yetişecek kimse yok. Kimsenin kimseye yardım edecek hali yok. Zira, evi yıkılmayan, can kaybı olmayan aile yok. Kısacası tarifi imkansız bir faciaya sahne olmuştu Erzincan…
O yılların imkanları içerisinde, öyle birkaç saati bırakınız, birkaç gün içerisinde bile Erzincan’a yardım ekipleri gelmesi elbette mümkün değildi. Askerlerin kazma, kürekle yaptığı kurtarma çalışmaları ise, tümüyle yıkılan Şehir için çok yetersizdi. Depremden yaralı olarak kurtulanların derdine derman olacak ne hastane var, ne sağlık ekipleri, ne de sağlık malzemesi. Acılı, bağrı yanık Erzincanlılar kendi yaralarını yine kendileri sarmak durumundaydı. Zamanın Erzincan Valisi Osman Nuri Tekeli, ulaşım ve iletişim imkanı olmadığından, ancak Dumanlı İstasyonundan Ankara’ya çektiği telgrafla depremi haber verebilmiştir. Ve telgraf, depremle ilgili olarak toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunmuştur. Sözü edilen telgraf aynen şöyledir :
“Çok şiddetli bir deprem oldu. Hükümet Konağı, Ordu Müfettişliği, Orduevi, Postane ve Şehrin en sağlam binaları dahil olmak üzere bütün evler ve dükkanlar yıkılmıştır. Şehir baştan başa enkaz halindedir. Kendilerini kurtarabilenler sokaklara dökülmüştür. Birçok ölü ve yaralı vardır. Birçok nüfus enkaz altındadır. Az hasara uğrayan piyade ve topçu kışlalarından gelen askerlerle enkaz altındakilerin kurtarılmasına, yangınların söndürülmesine çalışılmaktadır. Şehirde haberleşme imkanı yoktur. Bu bilgi Dumanlı İstasyonundan arz edilmektedir. Şehir tamamen yıkıldığından, ekmek ihtiyacı vardır. Ayrıca ilaç, doktor ve çok sayıda çadıra ihtiyaç vardır. Köylerde de geniş ölçüde tahribat ve kayıp olduğu anlaşılmaktadır. Elde edilecek bilgiler ayrıca arz edilecektir.”
Kış ortasında aç ve açıkta kalan insanları barındırma imkanı olmadığından, her şeyini kaybetmiş faleketzede Erzincanlılar, kara vagonlarla başka İllere gönderildi. Örneğin, Malatya, Kayseri, G.Antep ve Hatay gibi… Benim ailem Hatay’ın Kırıkhan Beldesi’ne gönderilenlerdendi. Ben 5 yaşında bir çocuktum. Hayal meyal hatırlıyorum.
Gurbete gönderilen felaketzedelerin tümüne yakını 1-2 yıl sonra geri döndü. Ana-baba ocağından, yerinden yurdundan ayrı kalmak zor gelmişti Erzincanlılara… Oysa, Erzincan’da bugün halen varlığın sürdüren o günkü adıyla Kızılay pavyonlarından başka konut yoktu. İnsanlar çadırda yaşadı. Ta ki, muvakkat Şehir dediğimiz Çarşı ve Taksim Mahalleleri oluşuncaya kadar.
Günümüzde yaşı 75’lerde olan Erzincanlıların hemen tümünün çocukluk ve gençlik yılları alt yapısı, suyu, elektriği, yolu olmayan Çarşı-Taksim ve Kızılay Mahallesinde geçti.
Felaketzedelerin acil iskanı için kurulan “Muvakkat Şehir” olarak tanımlanan yerleşim alanındaki mahallelerden Çarşı Mahallesi 60 yıl sonra TOKİ’nin yaptırdığı 900 konutla yeniden yapılandı. Taksim Mahallesinde yeniden yapılanma bu yaz başladı. Kızılay Mahallesinin yapılanmasına ilişkin çalışmalar ise devam ediyor. Umarız depremin 75’nci yıldönümüne gelindiğinde, deprem kalıntısı bu semtler de yeniden yapılanmış olur.
Yeni Erzincan Şehrinin, istimlak edilen arazi üzerinde kurulması planlandı. İlk yapılan binalar, Hükümet Binası, Postane, Belediye, Hastane ve Ziraat Bankası’dır. Aynı dönemde, Romanya’dan ithal edilen depreme dayanıklı kurma evlerin inşaatı başladı.
Deprem sonrası kurulması planlanan Yeni Erzincan Şehrinde, eski Erzincan’da evi ya da işyeri bulunan tüm felaketzedelere yeni şehirde arsa tahsis edildi. Ve ithal edilen konutlardan isteyenlere verileceği açıklandı. Fakat 3 tip olarak belirlenen kurma evlerin bedeli; 13.500, 7.500, 3.500 TL. gibi astronomik rakamlar olduğundan, 20 yıl vadeli de olsa Erzincan’ın her şeyini kaybetmiş insanı, konutlara talip olmadı. O nedenle 10 bin civarında konut kurulacakken 660 civarında kurma ev yapıldı.
Talep edilen konutlar, talep eden vatandaşların, kendilerine tahsis edilen arsalar üzerinde kurulduğu içindir ki, Şehir düzenli bir şekilde oluşmadı. Bölük-pörçük oldu. Yeni Şehirde kurulan binanın birkaç katı boş arsa meydana geldi. Halen bu boş arsalar var.
Bu günkü “Yeni Erzincan Şehrinin” oluşması, 1946’dan itibaren Romanya’dan ithal edilen depreme dayanıklı prefabrik konutların kurulmasıyla başladı. Ve gelişme yıllarca devam etti. Bu arada 13 Kasım 1983 depreminde orta ve 13 Mart 1992 depreminde ise Erzincan yeniden ağır hasar gördü. Sözünü ettiğimiz bu sonraki depremler, can ve mal kayıpları, 1939 depreminden yeteri kadar ders alamadığımızın göstergesi olsa gerektir.
Yeri gelmişken çoğu kişinin anlamını ve dikiliş nedenini bilmediğini sandığım Valilik önündeki yeşil alanda dikili bulunan anıttan söz edelim. Çünkü bu anıt hem Erzincan Depremini ve hem de yeni Erzincan Şehrinin kuruluşunu temsil etmektedir.
Anıtın üst kaidesindeki İsmet İnönü’nün göğsüne başını koyup yardım isteyen kadın figürü, hayal değil gerçektir. Olay, depremden sonra Erzincan’a gelen zamanın Cumhurbaşkanı trenden indikten sonra istasyonda yaşanmıştır. 1940 tarihli mecmualarda, gazetelerde Erzincan depremiyle ilgili kitaplarda aynı resim mevcuttur. O felaketzede Sıdıka Hanım’dır. Aynı resim, sonraki yıllarda PTT tarafından pul olarak da bastırılıp kullanılmıştır. Alt kaidedeki figürler barışı ve yeni Erzincan Şehrinin kuruluşunu temsil etmektedir. Kaidede yazılı olduğu gibi heykel, Ratip Aşir Acudoğlu tarafından yapılmıştır. 1947’de bugünkü yerine dikilmiştir.
Günümüzde deprem olayı Türkiye’nin gündeminde. Bunca yıllık gelişmeye, depreme karşı hazırlıklı olma çabalarına rağmen geçtiğimiz yıl meydana gelen Van depreminde yine sıkıntılar yaşandı. Çok sayıda bina yıkıldı. Ulaşım ve iletişimdeki gelişme sayesinde kısa sürede deprem bölgesine Devlet eli uzandı. Arama-kurtarma başladı. Yardım malzemeleri bölgeye sevk edildi.
Ne var ki; Acil iskan ve yardımlarla ilgili faaliyetlerde organizasyon eksiklikleri ve sıkıntılar yaşandı. 1939 ve 1992 Erzincan depremleri sonrasında olduğu gibi Van’dan da başka İllere göç oldu. Kış mevsimi insanları göçe zorladı. Yani, Erzincan depreminden sonra ortaya çıkan felaketzedelerin başka İllere gönderilmesi olayının bir örneği 72 yıl sonra Van depreminden sonra da yaşandı.
Günümüzde, yeni Erzincan Şehrindeki binaların depreme dayanıklı olarak inşa edildiği biliniyor. O nedenledir ki, Erzincan Şehri, depreme dayanıklı yapılanmasıyla örnek gösteriliyor. Ne var ki, mevcut binaların üzerine çelik konstrüksiyon katlar ilave edilmesi gibi olaylara yine rastlanıyor. Oysa, 1992 depreminde bu tür binaların tümünün yıkıldığını hatırlıyoruz.