“Dönüşümüz Allâh’adır”
İslâm’ı bir yaşam biçimi ve kılavuzu olarak benimseyenler için kuşkusuz yaşadığımız dünya, “bir oyun ve eğlence”den ibarettir. “Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?” (En’am,32) “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler!” (Ankebût,64)
Hayatlarının merkezine Allâh’ı (c.c.) koyan ve insanlık tarihine hikmetle bakan gözler için, fâni olan bir dünyada yaşamak; ancak O’nun rızasını kazanmak, hudûdullaha riayet etmek ve O’na kavuşma çabası içerisinde olmaktan ibarettir. Zira mü’minler için hayat da, ölüm de ancak âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Tarih boyunca nice büyük medeniyetler Rabb’lik iddiasında bulunacak kadar beşeri irade ve kudreti arkasına almış, tüm dünyayı elde etmek isteyecek kadar açgözlü zenginler, sahte kahramanlar, sıradan olan ve sıradanlaşan insanlar… Hepsi un ufak olmuş, geride hala yaşayanlar için ibret olsun diye bıraktıkları acıklı öyküleri kalmıştır.
Yaşamak, Allâh’a kul olabilmek için verilen imtihanın bir nöbetidir. Ölüm vakti gelince kulluk nöbetini yeni gelenlere ve henüz yaşamaya devam edenlere devreder gider insan. O nedenle bu şuurda yaşayanlar için “Allâh’ın ipi”nden daha sağlam bir kulp yoktur tutunmak için…
Müslümanın inancında dünya hayatı, ahiret eksenli ve ahiret bağlantılı olarak şekillenir. Ahiret bilinci ile bilenen kullar ancak dünyanın zulmüne, zalimlerine, câhiliyyenin otoritelerine karşı direnç gösterebilirler.
Kur’an okuduğumuz zaman birçok âyetin hitabına dikkat ettiğimizde, “Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsanız” koşuluyla başladığını görürüz. Yani Kur’an’da hiçbir konu yoktur ki, işlenirken ya cennet ya da cehennem bağlantısıyla karşımıza çıkmasın.
Hz. Peygamber (s.a.v.), muhatap aldığı insanları sığ ve dar bir dünyadan, eğlenme ve menfaatlenmeye ma’tuf bir hayattan alarak, yepyeni bir hayata, sorumlu bir geleceğe taşıma mücadelesi vermedi mi? Onun eğittiği insanlar ki, “kıyâmet günü” ile kurdukları iletişim sayesinde çağları aşan düşüncelere ve çağlar ötesi ufuklara yol almadılar mı?
“-Yâ Resûlallah! Şunu şöyle yaparsam, bunu böyle edersem bana ne var?” Suâli karşısında, “-Cennet!” diye buyurulan düşünce değil midir, cennetin ve bütün nimetlerin yaratıcısı olan Allâh’ın rızasını celbetmek için yapılan çalışmalar, cehdler, gayretler, şehâdetler... gibi mertebeleri elde etmek…
Mü’minin dünya sahnesindeki konumunu, mevkiini belirlemesi, kıyâmet sahnelerinin şiddetine göre şekil arz eder. Hayatın korku ve tutkularından arınıp mücadeleye soyunmak, basit çıkar ve lezzetleri aşıp rızâ-i ilâhî’ye ulaşmak ancak bilgi ve hikmet eşliğinde, ahiret perspektifinden eşya ve olayları yorumlamakla mümkündür.
İbn-i Hibbân’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerif’te Efendimiz (s.a.v); “Lezzetleri bozan ölümü çok anınız!” buyurmaktadır. Demek, insanın her işi ve arzusu belli bir zaman sürecinde kendisi için bir ihtiras sebebi olabilmekte, artık ölüm yaklaşınca, arzu ve istekler yerini artık bir muhâsebe sürecine bırakınca, işte tam da bu esnâda o ağız tadını bozan hakikatin yaklaşmakta olduğunu anlar insan ve belki bir nefis hesaplaşmasını kendisi için artık kaçınılmaz görür. Peki, kıyâmet penceresinden dünya hayatına nasıl bakacağız? Yine Hz. Peygamber (s.a.v.); “Her kim kıyamet gününü gözü ile görür gibi seyretmek isterse, tekvîr, infitâr ve inşikâk surelerini okusun!” (Tirmizi) buyurur ki bu da bize, kıyâmet penceresinden dünya hayatına bakmaya imkân verir.
Hz.Peygamber (s.a.v.) en yakını olan kızı Fâtımâ’ya; “Ey kızım Fâtımâ! Sen de kendini cehennem ateşinden kurtaracak bir şeyler yapmaya bak. Zira Allah katında benim elimde seni kurtaracak bir şey yoktur!” (Müslim) buyurmak suretiyle her nefsin hesabını Rabbine bizzat vereceği konusunda ihtâr etmiştir.
Bizler, dünyamıza uhrevî pencereden bakarak imar etmek yerine, âhiretimize dünya perspektifinden bakarak âhiretimizi mahvetme yolunu tercih edebiliyoruz. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi, dünya ve içindekilere bel bağlamış, âdetâ demir atmışız. Oysa Resûlullah (s.a.v.) daha dünyada iken, sanki âhirette yaşıyormuşçasına; “cennet size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır, cehennem de öyle!” (Buhârî) buyurmak suretiyle iki dünyanın durumunu tasvîr etmiştir.
Yaşadığı hayatta, şehâdeti cennet tadında karşılayan samimi insanlara Hz. Peygamber, Yâsir ailesine seslendiği gibi “Sabredin ey Yâsir ailesi! Size va’dolunan cennettir!” buyurarak cennetin onlara bir adımlık mesafede olduğunu müjdelerken; sahip olduğu islâm akidesi, böyle yakîn, sağlam ve kuvvetli olunca da Allâh (c.c.)’ta kullarına iltifat ediyor; “Kullarımın arasına katıl, cennetime gir!” (Fecr,29-30) buyurarak müjdeliyor.
Hâl ve hakikat böyleyken cennet nimetlerinden ve cennet tasavvurundan alabildiğine uzaklaşan insanın üzerinde dünya nimetleri bağımlılık yaptı. Ümmete nifâk, şikâk, fitne ve fesâd, gıybet, iftirâ ve kibir sirâyet etti. Sosyo-politik gündemlerin dedikodusu ile tutsak hale getirilen zihinlerimiz “ölüm ötesi hayat”ı ya da daha orijinal olduğunu düşündüğümüz bir ifade ile “hayat ötesi hayat”ı idrâk edemez. Kur’an’a ve uhrevî haberlere açık olduğunu sandığımız ama hakikatte kapalı olan kulaklarımız, cahili hayatın meflûç ettiği beyinlerimiz, tutsak irâdelerimiz, tefekkür ve tezekkürden uzaklaşan akıllarımız, samimiyet ve vefâdan nasibini alamamış kalblerimiz bizi beklemekte olan hakiki ve ebedi hayatı idrâk edemez.
Artık “Hesaba çekilmeden evvel nefislerinizi hesaba çekiniz!” (Tirmizî, Kıyâme, 25) buyuran Efendimiz (s.a.v)’in çağrısına kulak vermeli, sahip olduğumuz iyi-kötü, müspet-menfi her şeyin âhirete yönelik bir yüzünün olduğunu unutmadan hayatımıza öylece bir çeki-düzen vermeliyiz.
Kozasını mâzeret ipleriyle ördüğümüz dünya! Kendi kendimizi (istemesek te) yaşamaya mecbur kıldığımız tarz-ı hayat! Gönülsüz, güvensiz ve özürlü insanlık! Münker-Nekir’in sorgusuna maruz kalmadan, “Hesâbı çabuk gören”e (Serîu’l Hisâb) vereceği hesaba hazır mı? Rabbimiz, hesabımızı kolay verenlerden eylesin. (Âmin).
Şeref İŞLEYEN