Yolcunun birisi Cimin’e gidecekmiş. Önünde hayvanı, üstünde yükü çarşıda yürüyormuş.  Yolu bilmediği için Erzincan çarşısında dükkânının önünde sinek avlayan bir nalbanta Cimin’e nasıl gidileceğini sormuş. Nalbant yolu tarif etmiş.

Yolcu bu sefer de kaç saatte gidebileceğini sormuş. Nalbant hiç bir cevap vermemiş. Soruyu soran adam, sorusuna kayıtsız kalınmasına içerlemiş ve önündeki hayvana bir iki sopa vurmuş hayvan ürküp koşmaya başlamış yolcu da peşinden sitem dolu koşar adımlarla oradan ayrılırken nalbant arkasından bağırmış:  “Eğer bu hızını kesmez isen üç buçuk dört saatte varırsın.” diye cevap vermiş.

Bu, işin fıkra boyutu…

Erzincan’ın kalkınmasına yönelik senaryoların çoğu söylendi, konuşuldu. Yazıldı çizildi. Ama hiç birisi bir diğerinin önüne geçemedi.  Aynı noktada kalakaldık.

Erzincan, yaşanan depremlerle bir sanayi şehri olamıyor. Sanayici depremden korktuğu için Erzincan’a yatırım yapmaktan endişe ediyor ve sanayi tesisleri kurulmuyor. Kurulsa bile pazarın uzakta olması sebebiyle nakliye önemli bir yekûn teşkil ediyor. Üretilen ürün yine büyük merkezlere gidiyor ve oradan pazarlanıyor. Yakın olduğumuz İran Irak, Asya pazarı var. Bu pazarın oyun kurucuları da Erzincan’ı tanımıyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuş olan sanayi tesisleri de değişen dünyanın gereklerine uygun olarak özelleştiriliyor veya zaman içerisinde kapanmak zorunda kalıyor.

Zaman zaman çevre illerde meydana gelen terör olayları -yatırımcıların teşviklere rağmen- bölgemize gelişini etkiliyor.

Tarımda verilen destekler yetersiz kalıyor, bölünmüş araziler sebebiyle küçük parsellerde tarım yapılamıyor ve yapılsa bile bir kişinin bir ailenin geçimini temin etmek mümkün olamıyor. Mevsimlerin kısa olması sebebiyle ikinci ürün alma imkânı oluşmadığı için az alandan çok verim alınamıyor.

Yeterli nüfusa sahip olmadığımız için ticarette de istediğimiz seviyeye gelemiyoruz. Bırakınız Erzincan’ı Erzincan’ın ilçeleri bile çevre illerin tasallutundan kurtulamıyor. Bazı ilçelerimiz çevre illere giderek alışverişlerini oradan yapmak zorunda kalıyorlar. Çayırlı, Tercan ve Otlukbeli’nden düzenli olarak Erzurum’a otobüsler kaldırılıyor. Kemaliyeliler yolun uzaklığı sebebiyle ticari faaliyetlerini Elazığ ve Malatya’dan yapıyorlar. Suşehri ve Kelkit ticaretimizin yüzünü biraz olsun ağartsa da o da yeterli olmuyor.

            Depremlerle yerle bir olan, tarihi eser adına önemli bir varlık gösteremeyen şehrimizde turizm de belli bir seviyede olmadığı için turistleri de ağırlayamıyoruz. Onların ziyaretlerini paraya tahvil edemiyoruz. Sadece son yıllarda biraz hareketlenmeye başlayan doğa sporlarında önümüz açık gibi görülse de henüz o da istediğimiz seviyede değil.

            Hizmet sektöründe de şehrin küçüklüğüne paralel olarak mevcut şehir insanının ihtiyacını karşılanamıyor. Kahvehanelerimiz boş, bir uğraşı olmayan insanlarla dolup taşıyor.

            Büyüyen sermayelere Erzincan küçük gelmeye başlayınca büyük sermayeler büyük şehirlere akıyor. Böylece kalkınmanın, gelişmenin önüne geçilmiş oluyor.

Erzincan’da nitelikli eleman bulmak büyük bir problem… Bunun önüne geçmek eleman yetiştirmek oldukça zor. Yetiştirilen elemanlara iyi ücret vermek onlara sahip çıkabilmek de oldukça zor.

Yani bilinen düşünülen hemen her şey denendi.  Devletin imkânları, teşvikleri bu şehrin gelişimine kalkınmasına ancak bu kadar imkan sağlayabildi. Bu demek değildir ki, şehrimiz hiç gelişmedi.  Şehrimiz gelişti, ancak çevremizdeki illere bir türlü yetişemedik: Bir Erzurum, bir Sivas, bir Trabzon olamadık.

1930’lu yıllarda şişirilmiş keçi tulumları ile Fırat’ın üzerinde insan ve malzeme taşıyarak demiryollarını inşa eden bizler geldiğimiz noktayı küçümseyemeyiz. Bugün aynı yolları hızlı tren hattı olarak yapma çabası içerisindeyiz. Ama halkın ihtiyaçları, alım gücü, üretimi, sosyal hayatı istediğimiz seviyede değil.

Böyle olunca da artık çağdaş medeniyetlerin seviyesine çıkmak yetmiyor. Gelişmiş ülkeleri geçmemiz ortaya yeni hedefler koymamız gerekiyor.

O hedeflerin başında da çalışmak geliyor, nerede nasıl ve ne yaptığımızın çok önemi yoktur. Önemli olan bir şey üretmektir.

Cimin ‘in yolunu soran yolcuyu motive eden Nalbant’ın sessizliği yanıltmasın. Önümüzde uzun bir yol var. Ama oraya gidişimiz, gidiş hızımız ile ilgilidir. Yata yata mı, koşa koşa mı?