SANA ÇOK MUHTACIZ…
Zaman ihtiyarlıyor, düşünceler, sistemler, felsefeler, ideolojiler, doktrinler eskiyor, pörsüyor, başkalaşıyor, köhneleşiyor ve tarihin tozlu raflarında yerini alıyor.
Eskimeyen,değişmeyen,başkalaşmayan O ki, zulmün,baskının,zorbalığın hükümferma olduğu bir dönemde, insanların her türlü ahlaksızlığa ve zulme reva görüldüğü, aç aslanlara yem olarak atıldığı, en nadide çiçekler olan kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü,içkinin sel gibi midelere indirildiği, her yerde orman kanunlarının geçerli olduğu, öylesine zifiri bir karanlığın içinden bir nur ve yol gösterici olarak aleme teşrif eden Peygamberimiz, Efendimiz Hz. Muhammed(Sav.)
Asırlar önce, Ceziret-ül Arap Yarımadasından insanlığa çığır açacak, nur saçacak, hak ve hakikati gösterecek, insana insanın manasını öğretecek, kâinatın gizemli şifrelerini çözecek, insanlığın hem dünyevi, hem uhrevi kurtuluşuna ve saadetine vesile olacak emin, şakadan dahi olsa, yalanına rastlanılmayan ebedi huzur reçetelerinin ana memba-ı…
Öyle ki, O daha dünyaya teşrif etmeden İncil ve Tevrat’ın müjdelediği, O’nun gelmesi ile bin yıldır yanan Mecusi ateşinin sönmesi, Sava gölünün kuruması, Kâbe’deki putların yüzüstü devrilmesi, muhabbetinin ulaştığı her hanenin şenlenmesi ve bereketlenmesi, temas ettiği her yer ve mekânın ahenge bürünerek başkalaşması…
O (Sav.) doğumunda Ümmetim! Miraç’ta Ümmetim! Linç edilmeye çalışıldığında, Ümmetim! Diye inlemesi ümmetine olan sevgisinin ve sevdasının kendisini sıkıntıya sokması karşısında Rabbinin O’nu vahiyle frenleyerek, Ey Muhammed! İnsanlar iman etmiyor diye nerede ise, kendini helak edeceksin fermanı ile ikaz etmesi…
Öylesine cihanşümul bir davaya öyle bir Peygamber gerekiyordu ve Gönderilenin Gönderenin şanına, izzetine, ikramına layık olmasının en büyük delili idi Peygamberliği.
Öylesine bir Peygamber ki, davasına sadakati olmasa idi, hayatına bir kez dahi yalan girmiş olsa idi, rüzgâra oyuncak olan yapraklar gibi o da insanlara oyuncak olurdu.
Zira, Muhabbetten Muhammed oldu hasıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl? İfadesinin tam da karşılığı idi yaşadığı hayat ve insanlığa sunduğu iksir…
Çünkü O, ilahi bir müjde idi. Vahşetin çöllerinde insanlığını unutmuş, yolunu kaybetmiş, pusulasını şaşırmış insanlığın kalbindeki katılığı ve kasveti, kıvrak zekâsı ve kendisine vahyedileni kendisini gönderen Rabbinin şanına layık bir şekilde insanlığa sunmuş, onları zifiri karanlıktan evc-i kemale çıkarmıştır.
Muhataplarına meydan okuyarak, Kur’an-ın bir benzerini getirin diyerek bütün yolları tıkıyor, onları aciz bırakıyordu.
Bukalemun gibi her araziye göre renk değiştiren ve şekil alan, ortama ayak uyduran, kaypak tipler, zehir tabiatlılar O’nun huzur ikliminde hakikate uyandılar ve Rablerini elinde evirip çevirdiği, hak ve hakikate Dilbeste olan kalem gibi doğru şahsiyetler oldular.
Çünkü O (Sav.) Yaşayan bir Kur’an dı.
Alman Prens Bismark’ın da itiraf ettiği gibi,” Ben sana çağdaş olamadığımdan dolayı üzgünüm Ey Muhammed’ İnsanlık senin gibi bir şahsiyeti, seçkin bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben heybetli huzurunda derin bir saygı ile eğilirim.” diyor.
Evet, O bir beşerdi.
Ancak O’nu beşer üstü beşer yapan, Hablül Metin olan Rabbinin ipine sımsıkı sarılmasıdır.
İnsanlık ne zaman O’nu anlama,öğrenme, ilahi yüklü mesajlarını kendisine rehber etme ve hayatını o merkezde örgüleme gayreti içine girerse, hem kendi kurtuluşunu hem insanlığın kurtuluşuna vesile olacaktır.