“ÖYLE BİR KAPAK YAPMIŞ Kİ, LÂFI GEDİĞİNE KOYMUŞ!”

Her lâfı söylemek mârifet olsaydı, Hz. Rasûl (s.a.v.)  “susan kurtulur” değil de belki, “konuşan kurtulur” buyururdu.

Kendisine, akla-hayâle gelmeyen sözlerle, hareketlerle hakâret ve işkence edenlere cevap yetiştirirdi.

Cehâlet, İslâmî zaafiyet, sosyal medya gibi zaaflar, insanları “söz ustası”na, “laf ebesi”ne, “tenkîd hastası”na çevirmiş…

Herkes; aklına geldiği, diline doladığı, nefsinin fısıldadığı ve hislerinin yönlendirdiği istikâmette sorumsuzca, cesurca, fütûrsuzca ve insafsızca konuşuyor…

Konuştukça çözüm değil, kin, nefret, gazap tohumları üretiyor…

Konuştukça bocalıyor, bocaladıkça batıyor…

Söyledikçe günahları katlanıyor, hesâbını veremeyeceği vebâlleri üstleniyor…

Rahmet Peygamberi; “Allâh’a ve âhiret gününe inanan kimse, ya hayır söylesin, ya da sussun!” buyurmuşlar…

Meselâ sen o sosyal medya aracılığıyla attığın, aykırı ve azgın tweetlerin de hesabını vereceğini düşünmüyor olmamalısın?

Cehenneme değil de, cennete kapı aralamaya çabalamalı değil mi insan?

Sonu olan bir hayattan, ebedî/sonsûz bir hayata hızla ve frensiz koşuyoruz…

Boş boş konuşmalar fitne ve fesâd üretirken,

Boş ve beyhûde lakırdılar ömür sermâyemizi tüketirken,

Doluya yapılan konuşmalar, dertlerimize devâ olmuyor!

Doğru ve istikrârlı, emîn adımlar atarak geleceğe yürümeye imkân sunmuyor..!

Öyle bir furya ki;

Millet, “lâfı gediğine koyma”, “kapak üstüne kapak yapma” derdinde…

Kavl-i Leyyîn = iyi, güzel, hoş sözleri yeşertip cihâna salmak varken…

Diken gibi, zehir-zıkkım sözleri büyütüp besleyip, fitne ve fesât tohumları ekmenin ne faydası var ki..?

Lâfı gediğine koyduk ta, hakîkaten doldurulması gereken bir boşluğu, onarılması gereken bir tahrîbâtı, kapanması gereken bir yarayı mı kapattık?

Yoksa kalplerde, kafalarda, sînelerde yepyeni yaralar açıp, tahrîbâtlar mı meydana getirdik?

Burası önemli değil mi..?

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsrâ, 17/53) ilâhî vahyi ne anlatıyor, biz ne yapıyoruz?

Hem güzel konuşmuş olmanın sırrı, lüzûmsuz olan sözleri terketmekte değil midir?

“Konuşmak, insanın aklını kullanma sanatıdır” der Eflâtun…

Yani insan konuşarak aklını ortaya koyar, koymalıdır.

Eğer ağızdan çıkan söz, aklın, vicdânın, bilgi ve hikmetin değil de apışarası uzuvların yönlendirmesiyle sahibinden südûr ediyorsa, orada fayda ve fazîlet aramanın imkânı yoktur.

Ne söylediğiniz kadar, nasıl söylediğiniz de önemli…

“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” Âl-i İmrân, 3/159)

Umûmiyetle, gürültüsü bol, desibeli yüksek, acı ve incitici sözler, aynı zamanda söyleyenin haksızlığına da işâret eden konuşmalardır.

Atalarımız, “ağzından çıkanı kulağın duysun” demişler ya, dedikleri sanki boşa gitmiş gibi…

Keşke gitmeseydi…

Bugün ağzımızdan çıkanı bir tek kendimize duyurmak için bir gayretimiz yok…

Muhatabımız duysun, çevremiz duysun, dünyamız duysun, düşmanımız duysun, duymak istemeyenler duysun…

Ama biz duymayalım. Lâf olsun, torba dolsun. Kendimize tesiri olmayan sözlerimizin, kime ne faydası olsun?

İnsan dikkat etmezse, söylediği sözler gün olur geri döner ve kendisine ihânet edebilir!

Gelişigüzel konuşmak, zinhâr aklın isrâfıdır. Dilin kayması ise; dil yarasıdır, ayakların kaymasından daha tehlikelidir.

Az, öz ve güzel konuşmak aklın alâmeti ise, insanın diline hâkim olması da başının selâmetidir.

“Mü’minler o kimselerdir ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler!” (Mü’minûn, 23/3)

“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz, derler.” (Kasas, 28/55) Zîrâ;

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ, 17/36)

Eğer dilimize gelen, elimizden gelseydi, aramızda dilenci ve yoksul kimse kalmaz, belki de her biri sultân oluverirdi.

Dillerimizin hazırladığı âkıbete doğru koşuyoruz. Az iş yapsak ta, çok laf ediyor, çok işlerimizi boşa çıkarıyoruz.

Allah bizi “söz”ün hakîkatini kavrayan, te’sir gücünü bilen, sözün en güzelini idrâk eden ve söyleyen, yoksa susan kullarından eylesin. ✍️

Şeref İŞLEYEN

25 Haziran 2019 / Salı