Eğitim-öğretim konusu insanlığın en ciddi meselelerinden biridir. Hayatı idrak tarzımız, yaşayışımız eğitim-öğretimle ilgili olduğu gibi, mertebemiz de tahsil kalitemizle alâkalıdır. Sevdâlarımız, hasretlerimiz, hassâsiyetlerimiz, meziyetlerimiz ve de zaaflarımız; ideâlsizliğimiz, insan fıtratı içinde diğer canlılar gibi bir hayat yaşayışımız ve benzeri bütün zaafiyetlerimiz eğitim-öğretimle bir şekilde ilgilidir.
Eğitim-öğretim Rabbimizin “oku” fermanıyla başlamış ve hayatın en anlamlı işi ve ihtiyacı olduğu içindir ki, “Peygamber mesleği” denmiştir. Bu söz; peygamberlerin insanlığa öğretmenlik yaptığından dolayı söylendiği gibi, işin önemini vurgulamak için de söylenir.
Hayatı ciddiye alan, günü ve geleceği düşünen milletler eğitim ve öğretimi önemserler. Bütçelerinden en büyük payı bu sahaya aktardıkları gibi en zeki çocuklarını, en kalifiye beyinleri de bu alana yönlendirirler.
Aile ve öğrenci açısından baktığımızda da durum böyledir. Akıl sahibi olan hiçbir aile, “gözbebekleri olan” çocuklarına “sahipsiz ve atılması gereken bir meta’ olarak” bakmaz ve aksine, “en kıymetli varlığınız nedir?” diye sorsanız, cevâbı “çocuklarım” diye alırsınız. Bu nedenle isterler ki en iyi eğitim veren okullarda ve öğreticiler nezaretinde eğitimlerini tamamlasınlar ve hayatta yararlı birer fertler olarak yerlerini alsınlar.
Belki öğrenme aşamasında olan bir genç başlangıçta işin önemini, şartların yeterli olup olmadığını bir dereceye kadar kavrayabilir. Fakat zaman ilerledikçe, anlayış kâbiliyeti geliştikçe okulun ve öğretmenin çapını çok iyi görür. Saâdetinin mi, felâketinin mi temellerinin atıldığını çok iyi bilir.
Okullarımız, çocuğa okuma alışkanlığı kazandırabildiyse çok büyük ve çok zor bir işi başarmış demektir. Artık can sıkıcı saatler, mest edici saatlere dönüşmüş demektir. “Kaleme ve kalemin yazdıklarına yemin eden Allah” altın beyinler ve engin gönüller aracılığıyla ne ikrâmlar sunacaktır. Böylece insan tekâmül merhalelerini birer birer aşacak, yüksek fikirlere, berrak duygulara ulaşacaktır. Hazzın sınırları netleşecek, hayır dünyası genişledikçe genişleyecektir. Bu bereket ve zenginliklere ulaşmanın olmazsa olmaz şartı, yüreği sevgi ve hayırlı bir istikbâl sevgisiyle dopdolu, heyecanını yitirmemiş, aksine her karşılaştığı yeni yüzlerle ve yepyeni dimağlarla heyecanı bir kat daha artan cefâkâr, vefâkâr ve fedâkâr öğretmenlerdir.
Öğretmen; literatürümüzde bilen, bilgili, âlim, üreten, fark eden, fıkheden Peygamber misyonunu omuzlamış, ağır yüklerin altına girmiş, vicdanıyla yaşayan insan! Hak ve hakikat arayışına meftun olmuş insan, dikenlerini içine çevirmiş, dışında güller açan insan. Kaygıları ne kadar çok olursa olsun, gülümsemeyi tercih eden insan. Gelecek için yaşayan insan…
Bir güzellik, bir güzellik daha, bir hikmet, bir hikmet daha. Bir mısrâ, bir mısrâ daha. Bir güzel cümle daha... Bu heyecâna sâhip insanlar arasından İmam-ı Âzam’lar, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmi’ler, Mehmed Âkif’ler, Necib Fâzıl’lar, Câhid Zarifoğlu’lar… Çıkacaktır. Bir talebenin yetişmesi için bin münâfığın kahrını çekecekler, “okutmazsam ölürüm”, “derse gelmediğim gün cenâzeme gelin” diyeceklerdir.
İyi öğretmenlere ulaşamadınızsa “buyurun cenaze namazına!” ya da, “ört ki, ölem!” Çocukların en büyük talihsizliği okulsuzluk, ders araç-gereçlerinin yokluğu, parasızlık-pulsuzluk değildir. Bu bir şekilde telâfi edilir. Lâkin öğretmenin ideâli söndü, ufku daraldı, gayreti pörsüdüyse ne yaparsınız? Vizyonsuzluk, gayretsizlik, heyecansızlık okulu yangın yerine, çocukları da açmadan solan çiçeklere çevirmez mi? Bu dert toplumun geleceğini karartmaz mı?
Sevgili çocuklarımız, gençlerimiz! Olup-bitenlerin doğrudan muhâtabı sizlersiniz. Okulların müfredâtı şöyle, öğretmenleri böyle, eğitim anlayışı bir başka hikâye olabilir. Durum her ne olursa olsun, sizler yine de kendinizi yetiştirmenin bir yolunu bulmalısınız. Şikâyet ve sızlanma mevkiinde değil, ciddiyet ve samimiyet testindeyiz. Hiç kimse başarı merdivenlerini, elleri cebinde ıslık çala çala tırmanmadı. Zaman dişini sıkma, sabra alışma zamanı. “İlmin evveli soğandan acı, sonu baldan tatlıymış” derler. Acıları yüzümüzü ekşitmeden yutmasını, zorluklara göğüs germesini bilmeliyiz.
İnsan öğrenecek ve öğrendiklerini kendine saklayacak da değildir. Bunlar her münasip zamanda, bir şekilde dillendirilmelidir. Önemli tespit ve cümleleri bir çay içimi zamanda, bir sohbet esnasında, bir küçük yürüyüşte mutlaka söylemelidir. Muhtemeldir ki, bunlar bizi dinleyen bir “arınmak isteyen” in dikkatini çeker, tesir icrâ eder. İlmi saklamakta hiç bir fayda yoktur. “Bulutta yağmur çok ama yağmıyor. Kime ne faydası olacak?”
İlmî ve fikrî konuşmalar aynı zamanda zihnin idman yapmasıdır.
İlim-irfan yolu uzun ince bir yoldur. Sabır ister, süreklilik ister, dikkat ister, usûl ister. Ne derler; “dağ ne kadar yüksek olsa, yol onun üstünden aşar.” “Yolunca giden yorulmaz.” “Sabır, süreklilik, dikkât, usûl.” Bunlar bu yolun olmazsa olmazlarıdır.
Kur’ân-ı Kerim ne buyuruyor; “sözü dikkatle dinlerler ve en güzeline tâbî olurlar.” İlim irfan faâliyetlerinde nihai gâyemiz Allah (c.c.) rızâsıdır. İlk inen sûreler arasında yer alan Müddessir sûresinin girişinde, şânı yüce kitabımız Peygamberlerin, dolayısıyla ümmet-i Muhammed’in, bilhassa ilim ve düşünce adamlarının vazifelerini saydıktan sonra “Bütün bunlara Rabb’ in hatırına sabret” buyuruyor. Durum bu kadar net... Aksine bir tutum ucuza harcanmaktır. Dahası, kula kulluktur.
Selam olsun ilmin, düşüncenin, duygunun sabırlı ve azimli evlâtlarına… 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün tüm öğretmenlerimize hayırlar getirmesini niyâz eder, “beşikten mezara” ilim ve irfan yolculuğunda bütün ilim erbabına sabır, azim ve muvaffakiyetler dilerim.
Selam ve duâ üzere kalınız.