Bu yazıda biraz nostalji yapalım ve unutulan, unutulmaya yüz tutmuş meslekleri hatırlayalım isterseniz. Yazıyı okuyup bitirdiğinizde eminim ki birçoğunuz, bahsetmediğimiz unutulmuş meslekleri de hatırlayarak; “Bu da birçok kişi tarafından yapılan bir işti” gibi sözlerle geçmişi yâd edecek. Belki, şu veya bu mesleği nasıl unutursun gibilerinden sitemde bulunanlar bile olacak…
Sözü çok uzatmadan, bu meslekleri hatırlamaya başlayalım isterseniz…
At arabacılığı: Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan ve uzun yıllar bu alandaki vazgeçilemez mesleklerden birisiydi. Günümüzün ticari taksileri ya da nakliye araçları gibiydiler onlar. Bu işi yapanlar evlerinin bir bölümünü at ahırına çevirirler ve sabah olduğunda da iş başı yaparak kazanç sağlarlardı. Bunun lüks haliyse faytonlardı…
Nalbantlık: Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan hayvanların nallanması, hayvan tırnakları altına demir parçası yani nal ya da nalça çakılması, nalbantlığı yaygın bir hale getirmişti. Günümüzde otomobil lastiği ne ise nal da dünün Osmanlısında aynı işlevi görüyordu. Nalbantlar genellikle ulaşım güzergâhlarında yer edinirdi.
Keçecilik: Keçe, yün, kıl ya da pamuğun ıslak ortamda çiğnenip dövülerek liflerinin birbirine kaynaşmasıyla elde edilen ve örtü, yaygı, çadır, giysi yapımında kullanılan kaba kumaştır. Bu kumaş türü ile uğraşanlar yıllarca sektörünün en zahmetli ve iyi gelir sağlayan bir mesleğini icra ettiler.
Arzuhalcilik: Arzuhalciler dilekçe yazmanın yanı sıra, vatandaşın yerine onların resmi dairelerdeki ( bayındırlık, tapu, evlenme vs.) işlerini de takip eden kişilerdi. Bu işi genelde daktilo ile yaptıkları için, bulundukları yerler daktilo sesleri ile yankılanırdı. O dönemlerde bu, karlı bir işti.
Seyyar Çerçicilik: İğneden ipliğe, aynadan cımbıza, boncuktan oyuncağa, astardan kumaşa her türlü nesneyi bir eşek, beygir veya at üzerinde veya arabalarında köy köy, mahalle mahalle gezip dolaşarak satan seyyar satıcılara çerçi denir. Bir köye çerçi gittiğinde kadınlar, kızlar, çocuklar çerçinin etrafına üşüşerek; yağ, peynir, yün, arpa, darı, mercimek gibi ürünler karşılığında bazı ürünleri alırlardı. Karayollarının gelişmesi ve motorlu araçların yaygınlaşması, ticari satış ağ ve yöntemlerinin ilerlemesi ve marketler zincirinin en ücra köşelere bile burnunu sokması sonucu bu meslek tamamen öldü.
Bohçacılık: Ayağında naylon terlikleri, basma eteklerinin altına giydikleri yine basma ve bileklerine gelen pijama pantolonları, saçlarını yarı açıkta bırakıp başlarının üzerine düğüm yaptıkları yemenileriyle, sıcak havalarda güneşin altında saatlerce dolaşmış ve alınlarından ter damlacıkları görünen, kare şeklindeki o kocaman bohçalarını sırtında taşıyan, genelde neşeli kadınlardı. Evlere girer girmez evin hanımı bilumum komşularını çağırır ve o kocaman bohça açılırdı. Renk renk işlemeli masa örtüleri, kumaş peçeteler ve hatta yatak ve divan örtüleri neşe saçarlardı. Bunları almak için çoğu zaman evdeki eski ama kullanılabilir durumda olan eşyalarınızı vermeniz yeterli olurdu.
Süpürgecilik: Edirne'ye özgü bir sanat ürünü olarak süpürge gelişen teknoloji karşısında temizlik aracı olarak önemini yitirmekte olup geleneksel bir sanat ürünü olarak değerini korumaktadır. Geçmişte "Süpürgeciler Hanı" denilen hanlarda oluşan, küçük dükkânlarda süpürge üreten esnafı bugün bu yerlerde görememekteyiz. Gün geçtikçe de sayıları azalmaktadır. Kendileri ile birlikte, tarihteki yerlerini de hızla süpürmeye devam eden süpürgelere ve süpürgelerden oluşan anılara her geçen gün biraz daha fazla veda etmekteyiz.
Değirmencilik: Değirmenlerin en büyük üstünlüğü, doğrudan doğruya tabiatın sağladığı bedava bir enerji kaynağıyla çalışmasıydı. Eskiden bütün akarsu boylarında görülen su değirmenleri, bugün nehir çığırlarının pek büyük bir değişikliğe uğramadığı bölgelerde tek tük kalmıştır. Değirmenci, nehir suyunu taşıyan kanallar üzerine değirmenini kurar ve ani bir su taşkınıyla her şeyin bir anda sürüklenip gitmesini önlemek için geliş vanalarını gece-gündüz kontrol ederdi. Bazı değirmenciler, bölgede üretilen buğdayı un haline getirerek yakın köy ve kasabalardaki fırıncılara satarlardı. Buğday tanelerini ayıklamak, öğütmek, elemek ve un halinde satışa çıkarmak hep değirmencinin göreviydi. Bazı değirmenlerde ise, buğday yerine arpa, yulaf ve çavdar öğütülürdü. Un fabrikalarının gelişmesiyle birlikte çok az sayıda değirmen kaldı.
Kalaycılık: Kalay işi, bakırdan yapılmış bir gerecin yüzeyine, ak kurşun olarak adlandırılan, parlak kül rengindeki gümüşe benzeyen bir maden olan kalayın eritilerek dökülmesi biçiminde uygulanan bir tür kaplamacılıktır. Çinko, alüminyum, çelik ve plastik mutfak ve hamam gereçlerinin yaygınlaşmasıyla bakırcılığın gerilemesine koşut olarak, kalaycılık da gerilemiş ve yok olmaya yüz tutmuştur. Eskiden kent ve kasabanın hemen hemen her semtinde, pazar yerlerine yakın sokaklarda bir kalaycı dükkânı bulunurdu. Kalaycı dükkânları genellikle bakırcıların yanı başında ya da bizatihi bakırcı dükkânının içinde ayrı bir bölümde yer alırdı. 1950’li yıllarda ve 1960’ların başında bu dükkânların çoğu kapandı.
Unutulmuş meslekleri yeniden anımsadığımız bu yazıda, özellikle de orta yaştaki ve yaşlı kimselerin bazı anıları canlandı muhtemelen şu anda. Belki, bu işleri siz de yapmıştınız ya da şu anda sizin yaptığınız iş de ileride bu listeye eklenecek. Ola ki, bu işi en son yapan siz olacaksınız… Kim bilir?