Adı var, tanımı muğlak..

Sahibi belli ve tek, sahipleneni çok..

Beşeriyetin dikkatini üzerine çeken eşsiz bir hazine..

Volga, Terek, Sulak, Samur, Kura gibi Türk topraklarında hayat bulan nehirlerin, durmadan usanmadan, Hazar susamasın diye gece gündüz su taşıdığı, yeryüzünün en büyük kapalı su havzası..

Etrafında inci gibi plajları, bolluk ve bereket dolu İrem misali bağları..

Adını Hazar Türklerinden mi almış, yoksa bir Türk boyuna adını mı bahşetmiş, pek bilinmez ama,

Zaman zaman Caspian, CaspiumMare gibi isimlerle anılsa da binlerce yıllardır Hazar olarak bilinmekten gayet memnun görünmektedir.

İfade edildiği gibi, İlginç bir Derya.

Deniz midir, göl müdür babındaki iddialı tartışma bugüne kadar hiç bitmemiştir.

Bazen küser bir şeylere, çekilir kendi alemine, saklambaç oynayan çocuk gibi gizlenir bilinmedik yerlere. Kaybolur suları, çekilir onlarca metre uzaklara, akabinde “şaka yaptım” tadında yeniden şenlenir, coşar ve hayat verir etrafına.

Güneydoğu Avrupa’yı Batı Asya ile birleştiren 1200 km uzunluğu ve 500 km genişliğiyle devasa derya, bazen Dağıstanda, Kafkaslarda Şeyh Şamil’in yurduna uğramakta, bazen Türkmen Şair Mahdumguli’ye ilham kaynağı olmakta, bazen Bahtiyar Vahapzade’yi, Mehmet Emin Resulzade’yi selamlamakta, bazen de 40 milyonluk Güney Azerbaycan topraklarına kendi lisanıyla özgürlük fısıldamaktadır.

Yani Türk Dünyasının, Türkistan’ın tamda ortasında ana kucağı misali öz Milletini sarmaktadır.
Ordularımızın Zigetvar’dan Türkistan’a at koşturabildiği zamanlarda, Hazar’ı; yanı başındaki dönemin diğer bir Türk Deryası Karadeniz ile ilişkilendirmek, Payitaht İstanbul ile doğrudan bağlantı kurmak, kardeş toplumları buluşturmak için, Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa tarafından Don ve Volga ırmakları arasında kanal açma projesi başlatılır. 1570’lere doğru kazı çalışmaları başlatılır, çalışma yaklaşık üçte biri oranında tamamlanmakla birlikte, her dönemin en iyi icraatlarına bile ölçüsüzce eleştiri getirebilenler, engelleme marifetlerini yeniden uygulamaya koyar ve tarihi proje akamete uğrar. Ta ki 1950’li yıllarda Sovyetler Birliğinin eseri olarak hayata geçene kadar.

Eyvah ki ne eyvah... Şayet, en sinsi zekâlar devreye girmemiş olsaydı, doğal nizamı bozma suçlamaları yöneltilmeseydi, devrin “istemezükçü” kanaat önderleri Avrupa, Rusya sefirlerinin ağzıyla ortaya çıkmasalardı.. Kırım Hanı Devlet Giray’ın, “Hazar önem kazanınca Kırım değerden düşer, Hanlık elimden gider, sıradan bir eyalete dönüşürüm” endişesine kapılıp da, Rusya ile ittifak etmeseydi…

Ne mi olacaktı? İstanbul’dan kalkan donanma Don-Volga bağlantılarını kullanarak Hazar Denizine, Ata Yurt sahillerine demir atıyor olacaktı. Yıllar boyu Osmanlı İmparatorluğunu meşgul eden İran, Hazar boyunca kontrol altına alınmış olacaktı. Yol güvenliği olmayan Türkistan Hacıları Hazar- Karadeniz- İstanbul- Akdeniz üzerinden Arabistan’a doğru daha güvenilir ve rahat bir rota bulmuş olacaklardı. Türkiye olarak yeni yeni hayata geçirmeye çalıştığımız, İstanbul’dan Pekin’e demir yolu ticaret güzergâhımız 500 yıl önce Deniz Ticaret ipek yolu olarak hayata geçmiş olacaktı.

Diğer taraftan yine Sokullu Paşa’nın Süveyş Kanalı açma isteğinin de hayata geçirilebilmesi halinde, Basra Körfezinden Yemen Sahillerine, Kızıl Deniz’den Süveyş Kanalı’na, Akdeniz ve Boğazlardan, Karadeniz’e, Azak Denizi’nden Don- Volga üzerine Hazar’a ve oradan da Türkistan derinliklerine kadar müthiş bir Afro-Avrasya hakimiyeti devletimizin emrine amade olacaktı.

Osmanlı’nın bu Proje atağı, Rusya ve İngiltere başta olmak üzere tüm Avrupa Devletlerini tedirgin etmekteydi.

Çünkü; Rusya boyutuyla, ilk başlarda pek ehemmiyet taşımayan bu Millet, bir yandan büyük bir özenle Avrupa’da Slav-Rus birliği oluşturarak nüfus yapısının güçlendirirken diğer yandan artan nüfusunu beslemek için, “irileşen” bu gücü ile, uçsuz bucaksız mümbit Türkistan topraklarını işgal etmeyi planlamaktadır.

İngiltere ve diğer Avrupa Ülkeleri yönüyle de bu kanalların açılması, keşifler yoluyla elde ettikleri Ümit Burnu- Hindistan Okyanus Ticaret Yolunu anlamsız kılacaktı..

Bu gibi nedenlerle Osmanlı, Karadeniz’de ve Hazar’da mutlaka engellenmeliydi. İşte Kırım Hanı’nın ve bir kısım aklı evvellerin göremediği plan tam da buydu.

Osmanlı Devleti kendi hakimiyet alanında oyun kurucu olamayınca, ne yazık ki yabancı planların uygulama alanına dönüşmüş oldu.

Nihayetinde, yazarın dediği gibi..

Ne Kırım kaldı ne Astrahan,
Gitti Hanlık, düştü Kazan,
Ne Hazar kaldı, ne Devlet-i Ali Osman
Rus elinde kan ağlıyor nazlı Vatan..

Şayet içimizdeki düşünce yobazlarını susturabilseydik, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde, devlet hazinemiz dopdoluydu ve dış güçlerin de pek bir ehemmiyeti yok gibiydi. Ama maalesef... Adeta utanmaz hırsız ev sahibini çoktan bastırmış, Sokullu Mehmet Paşa, hayali işlerin adamı olarak hep anılır olmuş, hep yıpratılmıştır. Bu ruh hali öğrenilmiş çaresizliğe dönüşecek ve Türkler proje yapamaz, uygulayamaz şeklinde yüzyıllarca boynumuzda bir yafta gibi kalacaktır. Bu anlayış asırlar boyu devam edecek ve karşıdan karşıya sandallarla geçilen İstanbul Boğazına ilk köprü yapma düşüncesi bu yüzyılda bile birileri tarafından ihanetle suçlanacaktır.

Hazar’a yeniden dönecek olursak, Don-Volga kanal projesi, Kazan şehri yakınlarında depolarımız iaşe ve mühimmatla dolu olmasına rağmen, İstanbul’daki olumsuz propaganda ve Kırım Hanı’nın “ kışın burada telef olursunuz” babındaki söylemleri nedeniyle, asker arasında baş gösteren hoşnutsuzluk sonucu her şey yarıda bırakılmış, mühimmat Rusların eline geçmesin diye toprağa gömülmüş ve İstanbul’a doğru çıkılan yolculukta ordumuz bataklık alanlarda büyük zayiatlar vermiştir.

Sonrası mı?

Osmanlıya karşı “yenile yenile yenmeyi” öğrenen Rusların, yüzyıllar boyu takip ettiği “büyü- güçlen- işgal et ve yerleş” politikası meyvelerini vermeye başlamış ve artık dünyaya kafa tutacak hale gelmiştir.

Böylece Türkistan Rus etkisine girmiş ve Hazar, Rusya tarafından egemenlik alanı olarak ilan edilmiştir.

1900’lü yıllara gelindiğinde, dünya petrol üretiminin %27 sini elinde tutan Ruslar, bu üretimin tamamını Hazar’dan karşılar olmuştur. 5 yıl gibi kısa bir sürede inşa ettiği Hazar-Karadeniz bağlantı kanallarıyla, ürettiği petrolü on yıllar boyu devasa tankerlere doldurarak, gözümüze baka baka İstanbul Boğazı’ndan geçirip dünya pazarına sunmuş… bu ticaretin dert ve tehlikesi Türkiye’yi sarmış, petrol paraları ise Moskova’ya akmıştır.

Azerbaycan’ın mis kokulu enfes çayı ve kaliteli hayvansal ürünleri, Özbek Türkünün eşsiz üzümü, Türkmen diyarının ipeksi pamuğu, Hazar’ın dünya lezzeti balık ve havyarı ve daha niceleri, suyolu ile Rus halkının hizmetine sunulmuştur.

Kaderin bir cilvesi gibi deniz tam da bu dönemde adeta bahtına küsmüş, çekilmiş.. çekilmiş, yok olmak istercesine sahillerden uzaklara gitmiş.. Rus hoyratlığı karşısında sanki suskunluğa bürünmüş, yeniden coşmak için asıl sahibini bekler olmuş ve Bahtiyar Vahapzade“Hazar’ın suları yükseldiği zamanlarda, Türk’ün bahtı da yükselir.” diyerek bu durumumanidar kılmıştır.


Ve 1990’lar…

70 yılı Sovyet Sosyalist dönemi olmak üzere üç asırdır devam eden Rus hegemonyası yavaş yavaş sona ermektedir artık.

Hırsızlıkla abad olmayan bir topluluk, güneşi demir perde ile kapatmaya çalışan gayrı insani bir sistem ve Azerbaycan yiğitlerinin Azatlık meydanında tutuşturduğu özgürlük kıvılcımı… ve yeniden coşan, kabaran, sahillerini yırtarcasına yükselen, yücelen Hazar’ın, asli sahiplerine kavuşma mücadelesi..

Artık bu yüzyıl Türk asrı olacaktır. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar başlayan kıpırdanmada, Usta Şair Nazım Hikmet'in Türkmen yiğidi ile özdeşleştirdiği Bahr-i Hazer, gerçek rolünü yeniden ele almış olacaktır.

Hazar sahillerinin 4500 kilometresi Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’a ait olacak, kalanına ise Rusya ve İran tarafından sahip olunacaktır. Hazar'ın kullanımına ilişkin Moskova'nın teknolojik üstünlüğüne, Dünya petrol pazarındaki hakimiyetine ve korkutucu askeri gücüne güvenerek ileri sürdüğü, “Hazarda sahili olan her ülkenin serbest araştırma hakkına sahip olması tezi” Türk dünyasının haklı ve basiretli mücadelesiyle reddedilmiş ve “her ülkenin kendi egemenlik alanında araştırma yapma hakkı” kabul edilmiştir. Bu zaferin en önemli işaretlerinden bir diğeri ise, Derya'da yıllarca çevresine korku salan, ağır silahlarla donatılmış, Rus askeri yapımı Hazar Canavarının kendiköyüne doğru yola çıkarılmış olmasıdır..

Evet.. Hazar esir olamazdı. Türk, Hazar’sız kalamazdı. Yaratılışın ruhuna aykırıydı bu.

Bu nedenle Yüzyıllar boyu Kazak’ın kopuzu, Türkmen’in folkloru, Azerbaycan’ın dokunaklı türküleri, Hazar! Hazar! diyip ağıt yakacaktı. Analar, atalar evladını Hazar diye çağıracaktı.

Ya Anadolu yiğitleri? Ya Türk dünyası? Gitti diyip unutur mu Hazar’ı?

Makedonya’dan Kosova’ya, Gagavuz Yerinden Uyguristan’a, kim varsa Hazar’ın gamını çeken.. Toplandılar Elazığ’ın başına.

Hazar Baba Dağı’na bakan efsane göle küçük Hazar dediler. Cemal Safiler, Yavuz Bülent Bakiler, Yahya Akenginler ve devrin bıçkın delikanlısı daha niceleri, Şiir Akşamlarını vesile kılıp yorulmadan, usanmadan yıllar yılı dilekler tutup özlem giderdiler. Demir Perde ardında kalan Hazar'ı görebilir miyiz diye, en yüksek zirvelere çıkıp hayaller kurdular.

ŞairAkengin, dostuVahapzade’yi;

Dediler ki bir sabah suları kabarıyor Hazar’ın

Göz kırpıyor yıldızlar uzaktan.

Vazgeçiyor karanlıklar,

Türkmen’den, Özbek’ten, Kazak’tan.

Sözleriyle adeta teyitederken, Hazar destanını mısralara ne güzelde aktarıyordu.

Ve artık dilekler tutuyor, dualar kabul oluyordu adeta.
Rusya gitmiş, işgal sona ermiştir. Sahiller hür, Hazar özgür ve coşkuyla dalgalanmaktadır. Daha da önemlisi, akıl ve vicdanlardaki Prangalar kırılmaktadır bir bir.

Vicdanlardaki pranga derken hafife alınmamalı kesinlikle..

Rus yalan makinelerinde çizildiği her halinden belli olan ve Türkiye dahil birçok ülkeye dayatılan enerji haritalarında, Azerbaycan petrolü ve Türkmen doğalgazı tükenmiş gibi gösterilirken, kendi kaynaklarının yatırım yapılması gereken zenginlikte belirtilmesi, vicdan ve düşüncesinde zincirlerini kıramamış, korkularını üzerinden atamamış birçok yetkili tarafından yıllarca nazarı dikkate alınacaktır.

Bunun için prangaların kırılması hayati önem taşımaktadır.

Nereden bileceklerdi ki? Gün gelecek Hazar'ı abad etmek için, bu Necip Milletin mahir evlatları dünyanın en önemli enerji nakil hatlarından birini, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattını hiçbir enerji masrafına girmeden, cazibe yöntemiyle, mühendislik harikası olarak uygulamaya koyacaktır. Hâl diliyle Hazar, şükür kavuşturana diyecekti.

Belli ki hesap edememişlerdi Türk’ün Hazar’a sevdasını…

Şimdi sıra, kalitesiyle ün yapan Türkmen gazını Anadolu’ya, Avrupa’ya taşınmasındadır.

Bu inanç, bu azim, bu işi de başaracaktır Biiznillah.

Bu temennilerle bir kez daha haykırmak gerekir ki;

Hazar, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan gibi egemen Devletleriyle.. Dağıstan ve Güney Azerbaycan da sahiplenen Milletiyle, yegâne Türk Deryasıdır.

Bir zamanlar Rus'un çalıntı malıydı ama gerçekte, Türk'ün ebediyen ana sütü gibi helali ve öz vatanıdır.

Yegane Türk Deryası Hazar’a Anadolu’dan selam olsun..

Bu ruhu canlı tutan Rabbime şükürler olsun.

Kalınız sağlıcakla.