Sosyal Medya mı, Sosyal Hayat mı?

Kuşkusuz bugün, değişen, küreselleşen, husûsî olmaktan çok umûmîleşen dünyamızın, en önemli parçası internettir. İnternete bağlı olarak gelişen sosyal hayat ise, husûsi ve umûmî hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. İnterneti kullanmadığımız alan neredeyse yok denecek kadar azdır ve tabiidir ki, sunduğu avantajların yanı sıra, hayatımıza ördüğü dezavantajlar da küçümsenecek gibi değil…

            Hakîki/gerçek hayatın karşısına dikilen alternatif bir hayattır bu hayat ve adı “sanal hayat”tır. Acıdır ki bu gün insana sunduğu cazip imkânlarla insanımızın aklını başından almış, câzibesinin tutkunu haline getirmiş, hayatın “olmazsa-olmaz” bir parçası olarak kendini kabul ettirmiş, daha da ötesinde kullanıcıların, mahrum bırakıldıklarında çeşitli yan etkiler göstererek saçma-sapan davranışlar sergilemesine, depresyona girmelerine, psikolojik bozukluklar sergilemelerine, gerçek hayatla uyum bozuklukları göstermelerine sebep olabilmiştir.

Öyle ki bir devlet büyüğünün; “Sanatsız kalan bir toplum/milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” deyişine denk bir ifadeyle; “İnternetsiz/sosyal medyasız kalan bir toplumun/milletin, özellikle milletin gençlerinin hayat damarlarından biri değil, belki tamamı kopmuş olacaktır” intibâını dillendirmemek içten bile değil…

Şimdi karşımızdaki bu meseleyi eleştirerek, kötüleyerek, tehdit ederek hayatımızın dışına itebilmemiz mümkün mü? Değil. Ancak, hayatı sanal ortamda yaşamaya başlayan nesil, “duyarsızlık” ve “değersizlik” tehlikeleriyle karşı karşıya kalmıştır bu kesin. Saygı, sevgi vb. değerlerimizin sadece sanal ortamda sergilenmesi ve “anlık” olarak yapılması bunun en somut göstergesidir. “Klavye delikanlılığı/Klavye hocalığı” gibi unvanların ortaya çıkması da bu durumun eseridir.

Sosyal medyaya rağmen toplumsal değerlerimizin korunması çok önemlidir. Bu da “sosyal medya bilinci” ile sağlanabilir. Bu bilinç, elimizin altındakilere, sorumlu olduğumuz nesillere usulünce anlatıldığı zaman, belki karşımıza çıkan sanal zararların düzeyini asgari seviyeye indirmiş olabileceğiz. Hem anlatmak lazımdır ki, internet üzerinden yapılan selamlaşmalar, hatır sormalar, sohbetler “yüzyüze” ortamlarda çok daha samimi, inandırıcı, etkileyici ve dostâne olabilecektir. Çünkü muhatapların karşılıklı buluşmalarında göz-göze gelmeler, yüz iletişimi, jestler ve mimikler, söylenen sözlerin “sözün gücü” adına canlı olarak muhatabında bırakacağı tesirin olumlu yanlarını anlatmaya hâcet bile yoktur.

Sosyal medya ortamlarını “zararlı” olmaktan çok “tehlikeli” olarak tarif etmek daha doğru olur kanaatindeyiz. Zira kararınca kullanıldığında, durulması gereken yerde durulduğunda büsbütün, insan için bir takım kolaylıklar ve yararlar sağlayan bir materyalin “zararlı” olduğunu, söylemenin çok yararı olmayacaktır. Ancak, kullanma sınırlarını aştığımız zaman bizden “alıp götürdükleri”yle bizi ulaştıracağı tehlikeli boyutları hatırlatmak çok yerinde ve zorunlu bir davranış olacaktır.

Sosyal medya kullanımı konusunda ilk atacağımız adım, “sömürü ahlâkı(!)”ndan vazgeçmek olacaktır. Bunu bazı misallerle netleştirebiliriz:

Komşumuzu ziyarete gittiğimizde ilk soracağımız onun ahvâli olmak yerine hemen evindeki WiFi’nin şifresini öğrenmek olmamalı… Böyle olunca, bu gibi düşüncedeki kimselerin sosyal ağları kullanması çok hayırlı olmayacaktır. Hafta boyu komşusunun kapısını çalmayı aklına getirmeyenler, internet üzerinden komşu kızının aklını çalmayı normal bir davranış olarak görüyorsa, bu gibi kimselerin sosyal ağları kullanması ile şeytanın ördüğü ağları kullanmasının bir farkı yoktur. Eş-dost, konu-komşu, hısım-akrabâ, yakın-uzak tanıdıklarımız için aylarca çalmadığımız kapılar, sosyal medya aracılığıyla çalınmaya ve bu sayede kalpler kazanılmaya çalışılıyorsa, bunun insan üzerinde bırakacağı müspet etki “sanal” olmaktan öteye geçmeyecektir.

Sokakta karşılaşınca, birbirlerinin yüzüne bakmayan, bakmaya tenezzül etmeyip yüzünü çeviren, selâmı-sabahı kesen kimselerin sanal platformlarda sabah-öğle-akşam üç öğün selâm vermesi hiç samimi gelmiyor. İçten gelerek duâ etmek başka, dua cümlelerini dostlarla beğeni olsun diye paylaşmak başka… İşimiz, gücümüz görüntü vermek, gürültü çıkarmak olmuşsa, verdiğimiz her selam karşılığında bir “beğen” tıklamasına kilitlenmişsek, bu konuda sayfa arkadaşlarımızla bir yarış halinde çırpınıp duruyorsak, bu davranışlarımızın ne din ile bir ilgisi vardır, ne samimiyetle alakalıdır, ne kendimize ne de karşımızdakine bir faydası vardır. Kabaran egoları söndürmeye de yeterli olmayan ve bu sayede harcanan ömür, bir “ömr-ü heder”dir. Ziyân olmuştur. Yazıktır, günahtır. Alıp verdiğimiz nefes bize ait değil, harcadığımız saniyeler, saatler, günler, aylar ve yıllar birer emânet ve biz bize bırakılan emânetleri acımasızca sömürüyoruz…

Sosyal medyada kimileri genelden, kimileri de özel(!)den, -nasıl özel oluyorsa artık- imkânı sunanların özelin de en özeline vakıf oldukları ancak bize yutturdukları “özelden yazma” yöntemiyle birbirlerine yüzyüze açamadıkları sırlarını, duygu ve düşüncelerini açabiliyor; nefislerini tatmin etme yolunu arıyorlar. Evde eşlerini memnun edemeyenler, internetten eşler ediniyor, aşklar yaşıyor, günah üzerine günah biriktiriyorlar. Ya da evde helâlinden beklediği davranışları helal yoldan bulamayanlar, bu ortamlarda kendini tatmin etme yoluna gidiyor, harâm duygulara dalıyorlar. Böylece aileler yıkılıyor, yuvalar çatırdıyor, boşanmalar, kavgalar, kıyımlar sürüp gidiyor. Evet, akıllıca kullanıldığında hayatımıza birçok kolaylıklar kazandıran teknolojik nimetleri, akılsızca ve nefsin arzuları doğrultusunda kullanınca, sonuna kadar sömürüyor, ellerimizle kendi hazîn âkıbetimizi hazırlıyoruz.

“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur; üstelik O (Allah) birçoğunu da affetmektedir.” (Şûrâ, 42/30)

İşin bir de “paylaşım” boyutu var. Umumiyetle şehvete hitabeden, dedi-kodu içeren, yalan, yakıştırma, iftira, şantaj-montaj gibi usullerle hazırlanan ve pazarlanan paylaşımlar…

Tamamen algıları yönetmeye odaklı, getirisi-götürüsü düşünülmeden, sinelerde biriktirilen kin ve nefreti bu gibi yöntemlerle dışa vurmak isteyen kimseler ve paylaşımları…

Bilgi vermekten ziyâde, kafaları karıştırmak isteyen, mesnedsiz, köksüz, şâibeli, muğlak, kimliği belirsiz… “Bilgilenmek” amacının ötesinde tutarsız bilgilerin servis edildiği denetimsiz ortamlar… Küfürlerin bininin bir para etmediği ve ambalajı açılmamış küfürlerin savrulduğu bir dünya…

Sosyal medya aracılığıyla kurulan arkadaşlıklar yüzünden, sosyal hayatta kurulan aile yuvalarının bozulması, yıkılması, zinaya, şehvete, sapıklığa sürüklenen körpe dimağlar…

İnancımız odur ki şu zamanda, muhatabı ve sorumlusu bulunduğumuz kişi, aile, eş, dost, arkadaş, kurum, köy, kent, kitle… ler arasında yapacağımız gidip-gelmeler, ziyâretler, hatır sormalar, selâmlaşmalar, telefon açarak seslerini duyduğumuz insanların mutluluğu, küçük çaplı hediyeleşmeler belki de yarın için en büyük hayır ve hasenâtı biriktirmemize sebep olacaktır.

Geçmişte doyasıya yaşadığımız halde bugün sosyal ortamlarda kaybettiğimiz güzel kazançlarımızı yeniden diriltmek ve bu sayede toplumsal mânâda yüklendiğimiz stresten, samimiyetsizlikten, gösteriş budalalığından, “ene”leri tatmin etmekten ve gerçek hayattan soyutlanmışlıktan kurtulabileceğiz.

Hayatımızı kolaylaştıran teknolojik nimetler/imkânlar anaforunda buhrâna düşüp âhiretimizi berbat etmek pahasına kaybolup gitmeden, hem onu kullanarak hem de onun esiri olmadan, sadece ihtiyacımız kadarından yararlanarak hayatımıza çeki-düzen vermeliyiz.

Hem bilinmelidir ki, bu teknolojiyi üretenlerin, onu tüketenlerden beklediği, bizim onu anlayıp uyguladığımız netice değildir. Bir bilinç lazımdır herkese ve bu en hayâti bir şekilde Müslümana lazımdır. Burada konu edindiğimiz eleştiriler, inanan insanlar içindir. Mü’minler, âhiret hayatlarını düşünmek ve ona göre davranmak borcundadırlar.

Akıllı cihazları kullananlar da akıl sahipleri ya, aklımızı kullanmak yerine başkalarının akıllarının ürünü olan “akıllı cihazları/telefonları” hayatımızın vazgeçilmezleri yaptık. Evlerimizde oturarak birçok işimizi görmenin sunduğu rehâvet, çarşı-pazar, cadde-sokak kültürümüzü aldı götürdü. Buralarda bile artık kablolu-kablosuz iletişim ve eğlence ağının meftûnu olan gençlik, dünyadan habersiz… Bir yol tutturmuş gidiyor ya sorsan; “nereye” diye… İçini dolduracak bir cevabı yok. “Bağımlı” değil, “kullanıcı” olmayı bir şekilde başarmak ve buna odaklanmak gerekiyor yoksa gidişât hiç te iç açıcı değil…

Artık internet ve sosyal hesaplar üzerinden dönen bu sanal dünyanın, gidişatına dur demeliyiz. “Sanal dünya ile gerçek dünya”yı dengede tutmanın bir yolunu bulduğumuz gün, tekrar mahalle, sokak, yüz yüze iletişim kavramlarının kıymetini anlarız ve o zaman hayat çok daha samimi ve anlamlı olabilir. Rabbimizin; “Fe eyne Tezhebûn!” “nereye gidiyorsunuz” ihtârına kulak verip “akletmeyecek misiniz? Düşünmez misiniz?” sualleri üzerinde derin tefekkür ettiğimiz gün, Rabbimizin rızâsı istikâmetinde bir yol çizmiş olabileceğiz.

Allah (c.c.) bütün hâllerimizi hayra çevirsin ve bizi rızâsına eriştirsin.

17.06.2017

Şeref İŞLEYEN