Değer vermek ve değeri bilinmek gibi kavramların aslında çoğu zaman hep geç kalma ve pişmanlıklar üzerine kurulduğu aşikârdır. Değer verdiğimiz ya da verdiklerimiz hep bir zaman kalıbına sıkıştırılmıştır. Ve bu zaman kalıbı da çoğu kez geç kalma üzerine dizayn edilmiş , pişmanlıklar kalıbına bürünüp , hayatımızın çoğu safhasında hazır bir tepsi gibi sunulmuştur.
Kaybedince değer kavramı ayrı bir güzel ve hoş geliyor. Ama maalesef bunun ardında da bin bir pişmanlıklar...
İnsan ve diğer canlılar fıtratları gereği bir yok olma sıfatına mazhardır. Çünkü sonsuzluk dediğimiz şey, aklen ve fikren dahi idrak edilmeyen bir kavram. Bu yok olma sıfatı her insana adeta en güzel adalet gibi tecelli eder. Allah’ın bizlere bahşettiği ve zaman kalıbına bürünen hayat, bir gün sona erip başka bir aleme merhaba diyecektir.
Kaybettiklerimiz , ardından dünyaya ait hiçbir maddiyatı götüremezken , bizler de bunlar için adeta ömrü saadetimizi heba ediyoruz. Değerlerimiz , öldükten sonra bir yok olma ile baş başa iken bizler de inancımız gereği onları ruhen rahatlatmak için dualar ederiz.
Biliyor musunuz? 21. YY ın bedbah çağının körelmiş zihniyeti, insana has mı ama çoğu şeye olan sevgimizi ve değeri kaybettikten sonra anlıyoruz. Hayatta iken dünyanın en saçma sebeplerine bürünüp, kırdığımız kalplerin naifliğini ve güzelliğini hep kaybettikten sonra anlıyoruz. Ama maalesef de o zaman bunun da bir önemi kalmıyor. Şairin dediği gibi :
Zaman beni haklı çıkardığında yaşıyor olmak isterdim.