Buhur-u gül deriyorum
yitik cehennem kapılarından.
Ellerim mayhoş dikenler arasında.
Gözlerim yaprak gibi yeşillenen bir korku çağlayanı.
Depremler, içinden kaçar gözlerimin;
korkudan devşirilmiş merakla çöllere sığınır.
Çölleri bu çağlayan kurutur,
dik yamaçlar olmasa.
Lâkin!
Çölleri kavuran, yüzyıllarca
kaçtığın gül kokusudur belli.
Alır getirir kucak kucak
yeşil yaprak.
Çölü yutar bir kucak
yeşil yaprak.
Ve bir deprem en çok
korkusuz bahçelere yakışır!
Dağ başlarında kümelenmiş,
hoyratça güneşlenen bahçelere…
Hayli zaman sonra…
Ölüme de yakışmam, görürüm.
Nakıslığım yüzümü yıkar her sabah aynada.
Aynalarla çarpışırım işte.
Bir kertenkele gibi çölde.
Dağlardan kaçıp toslar gibi,
aynalara toslarım yüzümü.
Aksi suretim yanılır!
Ben çöllerin büyüttüğü çocuk!
Ölümü de alır yanıma, düşerim yollara.
Ben dağlara sevdalandığı gün doğan çocuk.
Ne koşar ne de uçarım.
Dağlardan yuvarlanan taşlara baka baka
Ölümü de alır yanıma, düşerim yollara.