Benlik Virüsü ve Tedavisi (1)
“Edebden mahrum olan, Allâh’ın lütfundan da mahrumdur.”
Günümüz dünyasında yaşadığımız senaryolara karşı Mevlana’nın muhteşem bir öğüdü var: “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allâh’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur. İçine kasavetten, gussâdan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir. Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.”
Zamanımızda büyük bir tersliğe şahit oluyoruz; çağımız iletişim çağıdır ve insanlarla aramızda olması gereken iletişim her şekilde daha kolay ve hızlı olması gerekirken maalesef iletişim bozuldu, koptu, ya da dumûra uğradı. Zira iletişimden almamız ve anlamamız gereken rahmet boyutunu alamadık ve anlayamadık, onu menfi bir takım düşünce ve eylemlerimizi gerçekleştirmek için kullandık… Montajlarla, “kopyala-yapıştır”larla, dinleme cihazları ve casusluk aletleriyle, kodlama ve kodlar üzerinde oynamalarla ve daha bilmem nice taktiklerle birbirimizi ele verecek, kuyu kazacak işler için kullanır olduk teknoloji nimetlerini ve iletişimi…
Böylece, biz birbirimize yabancı olduk, birbirimizi yanlış anlıyoruz ve farklı dilleri konuşuyoruz, birbirimizle tartışıyoruz, tehdit ediyoruz, saldırıyoruz. Birbirimizle çekişme, savaşma, çarpışma, farklılaşma var, birbirimize düşman olduk. Selamlaşmamak var ve birbirimizi sevmek istemiyoruz, birbirimize yardım, hizmet, ilham vermek istemiyoruz. İnsani sıfatları kaybettik, insani duyguları kalplerimizden söküp attık. Dostluk, arkadaşlık duygusu bozuldu. Kısaca, insanlığımızı kaybettik! Hazreti Mevlana’nın söylediği gibi; en değerli insani sıfat olan “edebi” kaybettik ve dolayısıyla dünyayı ateşe vermiş oluyoruz.
Başımıza ne geldiyse Hâk’tandır elbet ama acı olan her ne varsa o da Hâk’ tan ayrılmaktandır. Sevmek için değil de eleştirmek için bahaneler arayan, sahip olduğu nimetleri bu amaçlar için kullanan, hakikatini görmediği halde, görünen her kısmı için nefret söylemi ve eyleminde bulunan, aklını, kalbini, kalıbını… Sahip olduğu bütün melekelerini ve imkânlarını “huzursuzluk çıkarmak ve ene’lerini tatmin için kullanan kimse” cennet beklemesin, rahmet beklemesin, huzur beklemesin!
Bugün bir takım cemaatlerin üyeleri diyorlar ki; “...benim Mürşidim, benim cemaatim, benim çıkardığım dergi, benim vakıfım, benim yaptığım yetimhane veya huzur evi...”, yani, ‘bizim’ derken de benlik duygusu girmiş. İslam dini cemaat dinidir. En büyük sanatımız olan; Allah için sevmek ve Allah için yaşamaktır. Bunu öğrenmedikçe hiç bir şey kazanamıyoruz.
İşler ters yöne gidiyor çünkü menfaat peşindeyiz. Menfaat ilişkileri içinde boğulduktan sonra Hz Ali’nin, Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Hatice’nin, Hz. Nesibe’nin, Hz. Hamza’nın, Hz. Bilal’in, Hz. Şems’in, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’ya duyduğu muhabbetten ne anlayabiliriz ki? Birbirimize hayranlık duymadan, ilham vermeden, örnek olmadan, hizmet etmeden, hem de canından önde tutmadan, dostluk olamaz. Bugün dostluk üzerine pek çok seminer, bilgi şöleni, TV programları yapılmaktadır. Biz birbirimize karşı korkunç bir uzaklık içindeyken, birbirimizi anlamaz, sevemezken, katıldığımız sohbetlerde Yüce Yaradanımızın ilahi güzelliklerini, marifetlerini ve idrak meyvelerini paylaşmazken, nasıl olur da evliyâullâh’ın aşk cereyanına katılabiliriz?
Biz bir virüse meftun olmuşuz; onun adı da benlik virüsü! Nasıl oldu? Dünya bizi uyuşturdu, bizi narkoz etti. Hâlbuki benlik virüsüne karşı İslam dininin müthiş bir ahlakı var; kendimiz şiddetli ihtiyaç içinde olsak da kardeşlerimizin iyiliğini, ihtiyaçlarını tercih etmek, kardeşlerimizin acısını kendi acımızdan önemli görmek gibi.
Özverinin ve fedakârlığın zirvesinde bulunan Hz. Ebu Bekir (r.a); “Başkalarının acısını dindirmek için acı çekmek hakiki cömertliktir” buyuyor.Nefsi fedanın zirvesi de Ehl-i Beyt-i Muhammed Mustafa ve Ashâb-ı Kirâm’da tezahür etmiştir. Onlar hep bir ağızdan, cân-ü dilden, “Anam, babam, çocuk, mal, mülk, makam ve canım fedâ Yâ Resûlullah!” demişlerdir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Azîm’de buyurmuştur, “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha evladır.” (Ahzâb:6) Îmânımız, bizler Efendimiz (sav)’i nefislerimizden daha çok sevmedikçe kemâle ermez. Dünyaya kul-köle olduk. Nasıl mı? Çünkü artık iç mücadelemizi yapmıyoruz. Allah c.c zahmetsiz rahmet vermez. Her şeyi bedava zannediyoruz. Böylece oruç tutarken oruç tutmuyoruz. Zekât verirken zekât vermiyoruz. Hacca giderken Hacca gitmiyoruz. Namaz kılarken namaz kılmıyoruz. Ne yazık ki, adam olamadık ve dünyada huzur bırakmadık.
Hâlbuki İslâm dini, güzelliği, evrenselliği ve herkesi kucaklayan sınırsız aşkı öğretiyor. İslam dini sevgi dinidir. İnsanlar arasında milliyet, ırk, topluluk, mevki, ülke ayrımı yapmaz. Ne yazık ki, cihad edemedik. Hâlbuki Allah adına savaşçı olmak, bizim borcumuz çünkü biz Rahmeten-lil’ âleminin halifesiyiz. O’nun yolunda mücadele etme, cihada girme borcumuz var. O’nun Ümmeti olamadık. Hâlbuki tevhid dinine inananlar tek bir aile, tek bir topluluk, tek bir vücutturlar. Hepimiz, tevhid temsilcileri olan Hz. Âdem’in torunları, Hâbil’in çocuklarıyız. Bizler kulluk sorumluluğunu taşıyoruz, bizler meleklerin secde ettiği mahlûklarız. Kâinatın mimarının tevhid evinin temelini atan İbrahim’in torunlarıyız. Ne yazık ki, Hz. Hüseyin ve Hz. Hamza’nın, mübarek kanlarının dökülerek şehid edilmelerinin anlamını idrak edemedik. Merdane bir şekilde canlarını feda etmelerindeki yüce gönüllülüğü fark edemedik. Onun yerine, hayvani bir gafletle, kendimizi canlı bomba olarak kalabalık pazar yerlerine sürüp masum sivil halkı katlederek cennete sorgusuz sualsiz girebileceğimize inandık. Hangi mükellefiyetimizi yerine getiremiyoruz ki, bu bombalar İslam âlemine düşüyor?
İslam âleminin başı dertte; Rabbinden yalnızca ümmetine yakınlık dileyen, ümmeti için hidayet, rahmet ve mağfiret dileyen âlemlere rahmet olarak gönderilen O Zatı örnek almıyoruz!HâlbukiRahmeten-lil’ âleminin dinindeyiz. Yüce Rabbimiz Habibi Hz. Muhammed (s.a.v)’i tek bir amaçla göndermiştir; âlemlere rahmet olması için! Müslümanlar Hazreti Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in ahlakını kendileri içen rehber olarak görmüyor artık, onun ayak izlerinde yürümeye gayret etmiyorlar. Tam tersine; yozlaşmanın, suistimalin, sahtekârlığın, adaletsizliğin, sömürünün, saldırganlığın, zulüm, terör, fesadın olduğu bir zamana şahit oluyoruz.Böylece Âlemlerin Rabbi’yle ve Âlemlere Rahmet’le kurbiyet halinde olma hazinesi elden gitmiş oluyor. Bu kayıp, hayatımızda saklı olan muhabbet madenlerinin ebediyen örtük kalması ve insaniyete erememe anlamına geliyor.
Modern toplumlardaki insanların eski nesillere kıyasla çok daha büyük bir cehâlet batağında olduklarını, Allah’ın ve Habîbinin mânevi feyiz ve bereketlerinden çok daha kopuk ve mahrum olduklarını müşahede ediyoruz. Bu hal Âlemlerin Rahmeti (s.a.v.) tarafından bizlere çok önceden haber verilmiştir: “Sizden evvelkilerin yolundan karış karış santim santim gideceksiniz, öyle ki onlar zehirli bir sürüngenin oyuğuna girse, onların peşinden gideceksiniz.” Günümüzde birbirimiz ile korkunç bir uzaklık, bir kopuşma var. Sanki Kur’an-ı-Kerîm’de ki âyet; “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” ı (Abese, 34-37) yaşıyoruz.
Allah şuur ve basiretimizi açsın, bizleri yollarına ulaştırsın. Bizleri enaniyet putunun esaretinden kurtarsın da rahmet ve mağfiret denizinin kollarına atsın. Yazımıza haftaya da devam edelim inşâAllah. Selâm ve duâ ile…
Şeref İŞLEYEN