Hz. Peygamber (a.s.)'ın kutlu doğumunun insanlık tarihinin en önemli olayı olduğu ve onun dünyaya teşrif ettiği devrede dünyanın içinde bulunduğu ve özellikle Arap yarımadasında insanların her türlü değer ölçülerini yitirdiği, sosyal ahlâkın bozulduğu, küfür, şirk ve zulümlerin gönülleri kararttığını hep okuruz siyer kitaplarımızdan…
O dönemde de insanlığın en çok muhtaç olduğu şeyin huzur, sükûn, can ve mal güvenliği olduğundan hareketle, bütün bunları sağlayacak olanın ancak Yüce Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.
Hz. Peygamberin doğumu ve çocukluğu, gençliği ve gençlik sonrası hayatı hep ibret, samimiyet, sadakat, adalet… Kısacası “kulluk” misalleriyle doludur. O’nun Risalet vazifesini iyi kavrarsak, Müslümanların Hz. Peygamber gibi bir örneğe sahip olmalarının ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini de anlamamız kolaylaşır. Ayrıca Hz. Peygamberimiz’i (s.a.s.) örnek yapan niteliklerin neler olduğuna iyi bakmak ve mutlaka iyice kavramak gerekir. Ona itaatin Allah’a itaat olduğu ve Onu can ve maldan öte sevmenin kâmil bir imanın göstergesi olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Ayrıca Hz. Peygamberi sevmenin bir ifadesi de onu anlayıp, iş, aile, toplumsal hayatımızda onun prensiplerini günümüze taşımak olduğunu unutmamak gerekir. Kültürümüzde Hz. Peygambere duyulan sevgi ve saygıya çok önemli bir yer tutar.
Bir Müslüman için uğruna verilecek sevgilerin en yücesi şüphesiz, sevginin kaynağı ve bir ismi de “Vedûd” olan Allah’tır. Müslüman, Allah’a ve onun dostlarına engin muhabbet besleyen kişidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ise Allah dostlarının önderidir. İlahi sevgiye ulaştıran bir rehberdir. İnancımızın ve ibadetlerimizin temelinde sevgi, daima ön plandadır. Allah’a imanımız da sevginin eseridir. Çünkü şuurlu bir iman ve ibadet ancak sevilen hak mabûda yapılır. Bu sevme eylemi dilde kalmadığı, gönülde karşılık bulduğu durumlarda bir anlam taşır.
Dolayısıyla Allah’a ve peygamberine olan sevgimiz, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Nitekim Kuran’ı Kerim bu sevgiyi ispatlamanın yolunun Resulüne itaatten geçtiğini şöyle vurgulamaktadır. De ki: "Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır.” Al-i İmrân-31
Bununla birlikte Yüce Allah, Resûlüne itaatin yanında mü’minlerden Hz Peygamberin canını kendi canlarından bile üstün tutmalarını istemiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur: “Peygamber, mü’minler için kendi canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir.”Ahzâb-6 Peygamberimizi canımızdan ve tüm sevdiklerimizden daha çok sevmek, ancak O’nun yolunda gitmekle olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendisinin her şeyden, herkesten daha çok sevilmesi hususunda şöyle buyurmuştur. ”Sizden biriniz, beni anasından-babasından, çoluk - çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz”Buhârî, İman 8;Müslim, Îmân 70 İşte bu sebeple, Hz. Peygamber’e gönülden inanan ashabı ondan gelen emirleri büyük bir teslimiyetle yerine getirdiler. O’na derin saygı duydular, derdine ortak oldular. Ayağına batacak dikene bile razı olmadılar. Hidayetin insanlara ulaştırılmasında, O’na her zaman maddi ve manevi destekte bulundular. O’nu her şeyden fazla sevdiler. Bizim için bir lütuf olan Hz Peygamber (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğuna inanmanın yanında O’nu samimiyetle sevmeli, O’nun sünnetini öğrenerek kendimize rehber edinmeliyiz.
Milletimiz de asırlardır Sevgili Peygamberimize derin bir muhabbet duymuş, O’nun doğduğu günü kutlu gece ilan ederek aziz hatırasını yâd etmek üzere çok sayıda manzum ve mensur eserler meydana getirilmiş, bir mevlid edebiyatı oluşmuş, bu maksatla merasimler tertip edilmiştir. Bu merasimler vesile edilerek milletimizin peygamberimize olan sevgisi perçinleşmiş ve toplumumuza O’nun sevgisi etrafında birlik ve beraberlik mesajları verilmiştir. Yine Ülkemizde Milâdi 14-20 Nisan tarihleri arası “Kutlu Doğum Haftası” ilan edilerek bu sevgi ve bağlılık daha geniş kitleler hedef alınarak anlatılmaya çalışılmış ve çalışılmaktadır.
Anadolu insanı Hz. Muhammed (s.a.s.)’e olan sevgisinden ve bağlılığından dolayı çocuklarına onu hatırlatacak isimler vermektedir. Erkek çocuklarına Mehmet, Ahmet ve Mustafa gibi isimleri tercih etmişlerdir. Bu hususta bir inceliği de dikkate alarak ''Muhammed'' ismini verecek olursa ağzından çıkabilecek bir hatalı ifadeden dolayı Peygambere saygısızlık olmasın diye daha çok “Mehmet” olarak isimlendirmeyi uygun görmüşlerdir. Bilindiği gibi, gül motifi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir simgesi olarak kabul edilmektedir. Anadolu'da kız çocuklarına Gül, Güldâne, Gülser, Gülseren veya Güllü gibi isimler verilmesinin sebebi de esasen peygamber sevgisidir.
Milletin ordusuna, adeta Hz. Muhammed (s.a.s.) gözüyle bakılmasından dolayı “Küçük ve sevimli Muhammed” manasına gelen “Mehmetçik” ismi verilmiştir. O’nun mensup olduğu askerlik mesleği ile icra ettiği görev ve hizmetinin önemini vurgulamak için de, “Peygamber Ocağı” denmiştir. Temel mantık budur. Uygulamanın durumu ayrıca tartışılacak bir konudur.
Milletin ordusuna, adeta Hz. Muhammed (s.a.s.) gözüyle bakılmasından dolayı “Küçük ve sevimli Muhammed” manasına gelen “Mehmetçik” ismi verilmiştir. O’nun mensup olduğu askerlik mesleği ile icra ettiği görev ve hizmetinin önemini vurgulamak için de, “Peygamber Ocağı” denmiştir. Temel mantık budur. Uygulamanın durumu ayrıca tartışılacak bir konudur.
Topkapı Sarayı’nda mukaddes emanetlerin bulunduğu dairede gece ve gündüz ara verilmeksizin yüzyıllar boyunca Kur’an okunması teamül haline getirilmiştir. Asırlar boyunca Mekke ve Medine halkını maddî yönden desteklenmiş, “Haremeyn” vakıfları kurulmuştur. Her yıl üç aylar girdiğinde Anadolu insanının katkısıyla, Kudüs, Medine ve Mekke’deki Müslümanlara ulaştırılmak üzere para, kumaş vs. kıymetli eşyanın gönderildiği “Surre Alayları” tertip edilmiştir. Bütün bunlar Anadolu insanının Hz. Peygambere duyduğu sevginin en güzel tezahürleri değil de nedir?
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl Muhammed ‘siz muhabbetten ne hâsıl?” beyti Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sevgisini zirveye taşıyarak onun muhabbetten yaratıldığını ve kaynağını ondan almayan bir sevginin değeri olmadığını çok veciz bir şekilde açıklamaktadır.
Fuzûlî O’ndan bahsederken; “Dest bûsı arzusu ile ölürsem dostlar, Kûz eylen toprağım, sunun ânınla yâre su!” Yani, “Eğer ben Resulullah’ın sevdası ile O’nun elini öpmeden bir gün ölüp gidersem, üstüme örtülen toprağımdan bir testi yapın ve Resûl’e onunla su ikram edin” deki ince rûh O’na olan hasretin, ihtiyacın, Onsuzluk acısının manidar bir ifadesi değil midir?
“Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret!”
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret!”
Akif’imizim duasına yürekten âmin diyoruz ve Üstâd Necip Fâzıl’ın;
“Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygamberim! Sana Uymayan Ölçü Hayat Olsa Teperim"
Dizeleriyle, hayat ancak Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesiyle güzel ve anlamlı diyoruz. O’nun getirdiği ölçünün dışına çıkınca her şey anlamını yitiriyor, dünyayı yaşanmaz hale getiriyor ve hatta kan gölüne çevirebiliyor.
İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hatta bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedi hayatını kurtarmaya vesile olan Resulullah’a da (sas) elbette minnettarlık duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle salâvât getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nail olacaktır.