Bismillâhirrahmânirrahîm.
“Lekadkâneleküm fî Rasûlillâhi üsvetün hasenetün…”
“Kudretime yemin olsun ki, sizin için Resûlullah’ta üsve-i hasene (en güzel bir örnek) vardır…” Ahzâb 33/21
Bu iki kelimeyi iyice bellemek ve onun bizim hayatımıza taalluk eden yönünü kişilik ve karakterimize taşımakla mükellefiz.
Çünkü bu Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’inde Resûl-i Kibriya’sını bize takdim ettiği muazzez vasfın ifadesidir.
“Güzel Örnek” buyuruyor Rabbimiz ve bu tarifin içerisinde ümmet olarak hepimiz varız.
Yüce Allah (c.c) bütün insanlığın önüne, ulaşılması, tabi olunulması ve kendisiyle bir bütün olunulması gereken örnekliği sunuyor.
“Kesin olan şu ki, sizin için, Allah’ın huzuruna çıkmayı umanlar, âhiret gününe inananlar ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Resûlü güzel bir nümûnedir.” Ahzâb/21
Rabbimizin huzuruna çıkacağımız her anı bir kalb atışı hassasiyetinde içimizde hissedebiliyorsak, ahiret gününe imanın, âmentü çerçevemizin temel taşlarından biri olduğunun idrakinde isek ve bu idrâkimiz Allah (c.c) ile beraber seyelan ediyorsa, işte o zaman Allah Resûlü (s.a.v)’ in ellerinden tutmalı ve yolculuğumuzu o Rahmet Peygamberi’ nin kucağına doğru yapmalıyız.
Eğer Rabbimiz O’nu bizler için “güzel nümûne” olarak tavsif buyurmuşsa, o “örneklik” i hece hece çözmeye ve anlamaya çalışacağız. Hayatımız O “üsve-i hasene” ile anlam kazanacak ve hayatımız O’ nunla diriliğe, duruluğa ve huzura kavuşacak demektir.
Elbette Allâh’ın Nebîsi (s.a.v) deryalar ötesi bir dünya idi ve O’nu kuşatmak ta zorun en zoru idi. Her yapılan işte de bizim gibi nâkıs kullar için bir eksikliğin bulunması kaçınılmaz idi. Biz de bu yazılarımızda ve başka başka oluşumlardaki konuşmalarımızda Rahmet Peygamberi (s.a.v)’den bahsederken o eksik yanımızı hep hatırda tutarak hareket edecek ve haddimizi aşmadan O’nun engin ummanına doğru yolculuklar yapmaya devam edeceğiz. Allah’ın gönderdiği son Nebî (s.a.v)’ in hayatından birer katre hükmünde güzellikler sunabilirsek, bir demet çiçek ve O’nun kokusunun temsili olan güller ikram edebilirsek, o güzellik tablosu’na bir dirhem katkı sunabilmiş bahtiyarlığında sayacağız kendimizi…
2014 yılının 14-20 Nisan tarihleri arasında çeşitli etkinliklerle kutlanacak olan “Kutlu Doğum Haftamız” ın bu yıl ki konusu “Hz. Peygamber, Din Ve Samimiyet” olarak belirlendi ve Hz. Peygamberi anlamak ve anlatmak amacına hizmet etmesi hedeflenmektedir.
Hıristiyan bir din bilgini iken hicretin dokuzuncu senesinde Medine’ye gelerek İslam’la şereflenen Temîmu’d-Dârî’nin rivayet ettiğine göre bir gün Allah Resulü (sas.), ashabına hitap ederken, üç kez tekrar ederek şöyle seslendi: “Din samimi olmaktır. Din samimi olmaktır. Din samimi olmaktır.” Sahabeden bazıları, “Din kime karşı samimi olmaktır ya Resûlullah?” diye sordular. Sevgili Peygamberimiz de (sas.), “Allah’a karşı, Kitabına karşı, Peygamberine karşı, Müslümanların meşru idarecilerine karşı ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır.” diye cevap verdi.
Gerek ülkemizde gerekse İslam âleminin muhtelif bölgelerinde “nasihat” kelimesini aldatılmak, kandırılmak, ihanet, adavet ve ikiyüzlü davranmanın zıddı olarak “ihlas, samimiyet, içten davranmak ve gönülden bağlanmak” anlamı değil de “öğüt, vaaz ve tavsiye” anlamı verilmiş; bu hadis de “Din samimiyettir.” yerine “Din vaaz ve irşaddır.” şeklinde anlaşılmıştır.
İhlas ve samimiyet, dinin özü, dindarlığın hülasasıdır. İhlas ve samimiyet, inancın, kulluğun ve itaatin sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’a özgü kılınmasıdır. İhlas ve samimiyet, bütün ibadetlerin, her türlü riya, gösteriş ve çıkar kaygılarından arındırılıp sadece Allah rızası için yapılmasıdır.
Halis ameller, riya ile, gösteriş arzusu ile, “desinler diye” yapılarak kirletildiğinde anlamını kaybeder. Samimiyet olmadan değerler, değerini yitirir. “Cömert” desinler diye infakta bulunan, “âlim” desinler diye ilim tahsil eden, “kahraman” desinler diye savaşan kimsenin çabasının Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Hatta bu kimseler, sahte niyetlerle yapılan sahte amellerinden ötürü ahirette hüsrana uğrayacaklardır. Çünkü ihlası, samimiyeti bilmeyene insanlar “âlim” dese de hakiki cahil odur. Gönlünü Rabbinin rızasıyla zenginleştirmeyenin adı “zengin” olsa da hakikatte o, insanların en yoksuludur. Samimiyetsiz secdelerle âbid, dünyaya gönül bağlayarak zahid, dünyalık için hicret ederek muhacir olunmaz. Gerçek muhacir her şeyden önce dünyaya ve dünyalıklara dair her şeyi terk ederek “ihlas”a hicret edendir. Uzaklarda bir yerlerde boynu bükük bir hâlde ihlas bizi bekliyor. Riyadan, kibirden, ikiyüzlülükten uzaklaşıp samimiyetin kapısını ne zaman çalacağız? Kulluk gösterilerinden, gösteriş bağımlılığından, iyilikleri pazarlarda satmaktan uzaklaşıp ihlas, samimiyet ve takvanın gönlünü ne zaman alacağız? Sahi yolculuğumuz nereye? Bizler kimin muhaciriyiz? Ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi Allah’ın azabından sadece O’nun ihlaslı kulları kurtulacaktır.
Hz. Peygamber bir hadislerinde (sas.), “Ey yücelik ve ikram sahibi! Beni ve ailemi dünya ve ahirette her an sana ihlas ve samimiyetle bağlı kıl.” şeklinde dua etmiştir.
Netice olarak Hz. Peygamber’in (sas.) din tanımı şöyledir: “Din samimiyettir; içten ve gönülden bağlılıktır. Din samimiyettir; içten ve gönülden bağlılıktır. Din samimiyettir; içten ve gönülden bağlılıktır.”
Rabbimizden O’nu anlamak, anlaşılmasına vesile olmak ve O’na hizmette, sünnet-i seniyyesini tatbik etmede bize yar ve yardımcı olmasını lütf-ü kereminden niyaz ediyor, bu gün ki sohbetimizi Rabbimizin O’nu tarif eden bir ayet-i kerime’ siyle bitiriyoruz:
“Andolsun ki size kendi içinizden öylesine izzetli bir Peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. O size çok düşkündür. Mü’minlere karşı Raûf (cidden şefkatli) ve Rahîm (son derece merhametli)’dir.” Tevbe / 128 Hidayete tabi olanlara selâm olsun!