Şehir merkezinin işlek bir noktasında yer almasına rağmen dışarıdan pek belli olmayan bu tarihi yapı, kıble yönündeki kerpiç duvarı ayıran kapısından içeri girince ziyaretçilerini geniş bir bahçe içerisinde kendine özgü duvar ve kubbe yapısıyla karşılıyor.

Çeşitli dönemlerde restorasyon gören Gök Mescid’in duvarları ilk günkü zarafetinden uzak olsa da şahit olarak bırakılan kısımlardaki ince işçilik hemen dikkatleri çekiyor.

İlk dönemlerinden kalan duvar, mavinin çeşitli tonları ve siyah çinilerle bezenmiş, bazı yerlerinde ise sırlanmış tuğla kullanılmış.

Gök Mescid, kendi dönemi ve günümüzde tuğlaların yatay yerleştirilmesiyle örülen duvarların aksine beşgen ve sekizgen yıldız desenlere göre yerleştirilen tuğlalarla örülmüş duvara sahip.

Açık kaynaklarda da tamamen tuğladan inşa edilen tarihi yapının, dışının zengin çini mozaik ve renkli sırlanmış tuğlalarla kaplı olduğu, adını da buradan aldığı aktarılıyor.

Dışarıdan eski ihtişamından eser kalmamış gibi görünse de kubbe tarzı ve ince işçilikten kalan izler caminin zamanında ne kadar güzel olduğunu bir şekilde gösteriyor.

Caminin yüksekliği ile dikkati çeken ana giriş kapısının etrafındaki mavi, sarı, siyah ve beyaz renkli çini işçiliği ile spiral tarzda yapılan köşe süslemelerinin yanı sıra cepheye işlenen Kur'an ayetleri bu güzelliğin kanıtı olarak duruyor.

Oya Tezcan, yöresel türkülerle Türk müziğine yeni bir soluk getiriyor Oya Tezcan, yöresel türkülerle Türk müziğine yeni bir soluk getiriyor

Adını mavi çinilerinden almış

AA muhabirine konuşan Kültürel Miras, Turizm ve El Sanatları Bakanlığında görevli uzman Mina Rencber, caminin "Cihan Şah Mescidi" veya "Muzafferiye" isimleriyle de bilindiğini söyledi.

Rencber, Karakoyunlu Sultanı Cihan Şah’ın kızı Begüm Hatun için 1465 yılında yaptırdığı caminin mavi çinilerinden dolayı halk arasında "Mescid-i Kebud" olarak bilindiğini, "kebud" kelimesinin de "gök rengi" yani "mavi" anlamına geldiğini aktardı.

Çinilerinde mavinin en açık tonundan en koyu tonuna kadar kullanılan caminin kubbe çemberi, kemerleri ve nişlerine nestalik hatla yazılan ayetlerden kalan parçalar bu yapının kendi dönemindeki ihtişamını gözler önüne seriyor.

Rencber, firuze renkli kaşikari işlerinin bazı yerlerinde altın kullanıldığını ve bunun da bu yapıyı diğer tarihi eserlerden bir adım öne çıkardığını belirtti.

Yarım kubbe biçimindeki yüksek giriş kapısından başlayan çini süslemelerin büyük kısmının zamanla tahrip olduğuna dikkati çeken Rencber, bu çinilerden bir kısmının aslına uygun şekilde onarıldığını, kalan orijinal parçaların ise kendi dönemlerine şahitlik yaptığını söyledi.

Depremde büyük yıkıma uğradı

Rencber, yaklaşık iki yüz yıl önce yaşanan depremde caminin büyük bir yıkıma uğradığını belirterek büyük kısmının yeninde imar edildiğini ve 21 metre yüksekliğe sahip kubbenin de aslına uygun yapıldığını ifade etti.

Kıble tarafındaki 3 metre yüksekliğe sahip mermer levhaların cami yapılırken kullanıldığını kaydeden Rencber, koyu renkli olanların eski, açık renkli olanların ise restorasyonlar çerçevesinde buraya yerleştirildiğini aktardı.

Büyük Selçuklu mimarisini bir adım ileri taşıdı

Rencber, Gök Mescid’in Büyük Selçuklu mimarisini bir adım ileri taşıyarak Anadolu mimarisi ile arasında bir bağlantı sağladığını, kubbeler arasındaki bağlantı ile Osmanlı mimarisindeki erken dönem yapılara benzediğini dile getirdi.

Gök Mescid’in büyük ve hafifçe yükselen ana kubbesinin üç taraftan daha alçak kubbeli mekânlarla çevrili olduğunu belirten Rencber, kıble tarafındaki kubbe altında bulunan türbe kısmında 4 mezar bulunduğunu mezarların ise boş olduğunu söyledi.

Diğer yandan, açık kaynaklarda, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın, 1467’de Cihan Şah’ı öldürüp Karakoyunlu saltanatına son vererek Tebriz’e girmesi üzerine yarım kalan caminin daha sonra Uzun Hasan’ın oğlu Ebu Muzaffer Yakub Bahadır Han zamanında eşi ile kızı Saliha Hatun’un çabaları sonucu tamamlandığı rivayet ediliyor. -AA-

Editör: Saliha Kara