Bir yörenin kültürünü, inanışlarını tüm gelenek ve göreneklerini şüphe yok ki en iyi anlatan sözlü kültür unsurlardan bir tanesi de fıkralardır. Oldukça zeki bir düşünce şekliyle ortaya çıkan bu ürün, söylenmek isteneni farklı bir yoldan mizahi bir tarzla söylemektir.

Erzincan fıkralarında bir Erzincanlının dilini, kültürünü, gelenek ve göreneğini yaşadığı acı ve mutlu dönemleri kıssaca tüm karakteristik özelliklerini görmek mümkün.

Erzincan’da fıkra türünün en bilinen örnekleri Araştırmacı, Gazeteci, Yazar Halil İbrahim Özdemir tarafından verilmiştir. Yazılan bu fıkralar, Erzincan ve köylerini yansıtmaktadır. Okuduğunuzda yüzünüzde bir gülümseme bırakacak ve birçok yaşanmışlığı size aktaracak o fıkralardan 20 tanesini sizler için sıraladık. 

ERZİNCAN FIKRALARI

1.  Bu Kadar Acıya

Diş hekimi morfin vurmadan hastanın ağzındaki dişi çekip çıkardı. Hastanın inlememesine, ses çıkarmamasına bakarak sordu:
 
“Sen Erzincanlı mısın?”
“ Evet, nereden bildiniz?”
“Bu kadar acıya Erzincanlıdan başka kimse dayanamazdı!” (Özdemir, 2009).
 

2.  Yanlışı Köprüde Yaptık

İki Erzincanlı trenle seyahat ederken kompartımanlarına bir istasyonda yeni bir yolcu gelir. Selamlaşma ve iyi yolculuklar dileme faslından sonra ortam sessizleşir. Yabancı, trenin penceresinden dışarıyı seyrederken Erzincanlılar sohbete başlar. Sohbeti dinleyen yabancı bir süre sonra bu hemşerilere dönerek:
 
  “Erzincanlı mısınız?” diye sorar.
  Sorunun altında haince bir niyet olduğunu düşünen Erzincanlıların ikisi birden cevap verir:
  “Yoh degilük.”
  Yabancı ısrar eder:
  “Yo yo… Siz Erzincanlısınız, inkâr etmeyin.”
  Erzincanlılar yabancının bu ısrarında bir art niyet olduğuna kesin kanaat getirir.
  “Degülük gardaş, yalan mı söylüyecevük?”
  Yabancı ısrarlıdır:
  “Peki o zaman, yaprak der misiniz?”
İki yoldaş, yabancının kendilerinin Erzincanlı olduğunu anlamanın akıllıca bir yolunu seçtiğini keşfetmiş olmanın rahatlığıyla durumu kurtarmak için gayet kibar bir şekilde “yaprak” derler. Adam:
“O zaman toprak der misiniz?”
  Yine ikisi birden atılır: “Toprak.”
Bu soru cevaplar yabancı açısından keyifli bir hal almaya başlamıştır artık ve yabancı sonuna kadar gitmeye de niyetlidir:
    “Şimdi bir de köprü deyin bakalım.”
İki hemşerinin bu oyunda yabancı kadar eğlenmese gerek her ikisi de içlerinden geldiği gibi yanıt verir:
    “Körpü.”
Yabancı rahatlar, koltuğuna yaslanır:
    “Anlaşıldı. Siz değiliz, diyorsunuz ama Erzincanlısınız. Yolunuz açık olsun.” diyerek trenin bir sonraki istasyonunda iner.
Tren yoluna devam ederken iki arkadaş yabancının bu keşfi nasıl yaptığı üzerine tartışmaya başlar:
    “Ula gardaş yaprak de, dedük; toprak de, dedük… Ne falan yedüysek körpüde yedük.” (Özdemir, 2009).
 

3.  Paşanın Şerefine
         

Köyü teşrif edecek vali için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Bir de kurban kesilecekti. Kurbanı kesecek şahsa sıkı sıkı tembih ettiler:
 
“Bismillah-i Allah-ü Ekber deyip bıçağı süreceksin! Sakın unutmayasın.”
Ertesi gün, vali köye geldi. Kurbanı kesecek şahıs bir anda ne diyeceğini unuttu. Bıçağını kaldırdı bir süre bekledi ama yine hatırlayamadı söylemesi gereken sözleri. Derken çareyi kendi uydurduğu cümlelerle kurbanı kesmekte buldu:
“Paşa’nın şerefine!” (Özdemir, 2009).
 

Erzincan yeni sanayi sitesi caminde tuhaf olay Erzincan yeni sanayi sitesi caminde tuhaf olay

4.  Sehen Ne, Eltimgile Gidiyem
         

Dörtyol kavşağında, yayalara kırmızı ışık yanıyordu. İhramını yüzüne kapatmış olan kadın yolu boş görüp karşıdan karşıya geçmeye başladı. Kavşakta görev yapan polis memuru yayayı ikaz etti:
“Hey bacı! Nereye gidiyorsun?”
“Ene delinin zoruna bah! Sehen ne, eltimgile gidiyem.” (Özdemir, 2009).
 

5.  Şekerin Var mı?

 Doktora giden yaşlı kadın doktorun sorularını cevaplıyordu:
  “Neren ağrıyor teyze?”
  “Ben ne bülüm oğul. Ebile karnım, karnımın üst tarafları hep sızlıy.”
  Doktor hastayı bir iki kere daha dinledikten sonra sordu:
  “Teyze şekerin var mı?”
  İhtiyar kadın cevap verdi:
  “Anam babam pancar ektük. Herhalde pavrukadan bigaç çuval verürler.” (Özdemir, 2009).
 

6.  Bu Kadar İlaç
       

Köylünün biri hastalanınca doktora gitmiş. Doktor da tedavi için gereken ilaçları yazdıktan sonra ilaçları almak için eczaneye giden hasta, tezgâhın arkasındaki gence merakla sormuş:
 
  “Buranın sahabı ıhtiyar bir adam var ıdı. Nerede?”
  Genç cevaplamış:
“Efendim, sizlere ömür.”
Hasta adam önce ilaçlara sonra da elindeki reçeteye bakarak kendi kendine söylenmiş:
“Bu gaden ilacı olan adam gendini gurtaramamış. Bi iki barmah kâğıttakiler mi beni gurtaracak?” (Özdemir, 2009).
 

7.  Tanımazın

Askere gitme yaşı gelen delikanlıya askerlik şubesindeki komutan sormuş:
“Adın ne?”
“Ahmet Sertadım.”
“Doğum yerin ve tarihin?”
“Erzincan 1950.”
“Babanın adı ne?”
“Komutanım söylesem de tanımazsın.” Gence öfkelenen komutan celallenmiş:
“Evladım sen söylesene!..”
“Ömer. Buğday Meydanı’nda alafdar. Tanı bakayım, hadi tanı...” (Özdemir, 2009).
                                  

8.  Fetva Dediğin
         

Adam biri bilerek ve isteyerek orucunu bozmuştu. Görüşünü aldığı herkes orucunu yeniden eda etmesini ve altmış gün de kefaret orucu tutması gerektiğini söylüyordu. Adam bu kadar orucu kesinlikle tutamayacağını düşünüyor, bir kolaylık arıyordu.

Hiç oruç tutmayan ve bilgisi olmayan bir kişiye sordu ve “orucu günü gününe tutması gerektiği” cevabını alınca mırıldandı:
“Hah şöyle! Fetva dediğin böyle olur!” (Özdemir, 2009).
 

9.  Sen mi Daha Kahramansın?
         

Kendi de oruç tutmayan bir adam caddenin ortasında ağzında sigarasını tüttürerek giden hemşerisinin yakasından tuttu. Olaya şahit olanlar ramazan günü caddenin ortasında sigara içmenin bedelini ödeyecek adama çevirdi bakışlarını. O sırada hemşerisinin yakasına yapışan adamın ağzından şu cümleler döküldü:

“Ben sigaramı Terzibaba Mezarlığı’nda içerken sen caddenin ortasında nasıl içersin? Bu şehirde kimse benden daha kahraman olamaz!” (Özdemir, 2009).
 

10.  Yalan Söylemiş Teresler
         

Hacı İzzet Paşa, tuhaflıklarıyla meşhur bir valiymiş. Çamaşırlarını yıkatmak hiç âdeti değilmiş. Kirli çamaşırlarını yıkatmak yerine sürekli atarmış. Geceleri kullandığı külahını giymek için kendince bir oyun geliştirdiği de söylenegelmiştir. Paşa, külahını her gece tavana fırlatır, daha sonra da altına geçerek özel bir usulle kafasına geçiriverirmiş. Ayrıca “teres” tabirini çok kullanırmış.

Bir kişi kendisine “teres” diyen İzzet Paşa’yı Sadaret’e şikâyet etmiş. Paşa’yı karşısına çağıran bakan sormuş:
 “Valim senin için ‘teres’ diyor dediler. Ne dersin?” İzzet Paşa cevap vermiş:
“Teresler, kulunuza iftira etmişler.” (Özdemir, 2009).
 

11.  İyi Söyledi Teres
       

 Hacı İzzet Paşa, Erzincan'da yaptırmakta olduğu caminin çevre duvarlarının inşası sırasında duvar ustasına:
         “Duvarı fazla yüksek tutmaya hacet yok. Şöyle keçilerin, köpeklerin geçemeyeceği kadar yükseltilsin yeter.” deyince sert mizaçlı olan usta İzzet Paşa’ya dönerek:
         “Efendi! Sen işine git! Benim keçilerle, köpeklerle işim yok. Kaç arşın yükseklikte istenirse yaparım.”
Bunun üzerine İzzet Paşa yanındakilere şöyle der:
“Beni bilip tanımadı, ama iyi söyledi teres.” (Özdemir, 2009).
 
 

12.  Kabul Etmedi

Müftülükte yapılan imamlık imtihanını kolayca geçeceğine kanaat getiren bir adama müftü sordu:
“İslam’ın şartı kaçtır?”
“Yirmi beş.”

Müftü sinirlendi ve imtihana giren şahsı kovdu. Dışarıya çıkan adamın başına toplanan kalabalık mülakat için sırada bekleyen diğer adaylardan oluşuyordu:
“Nasıl geçti sınavınız? Ne türde sorular soruyorlar içeride?”
“Müftü bana İslam’ın şartını sordu, ben de yirmi beş dedim.”
Bekleşen kalabalık itiraz etti:
 “E niye beş demedin?”
“Yahu ne diyorsunuz? Yirmi beşi kabul etmeyen müftü beşi hiç kabul eder mi?” (Özdemir, 2009).
 

13.  Kavga Etmeyin
       

 Henüz birkaç günlük evli olan gelinlerinin ev işlerine bir an evvel yardım etmesini isteyen kayınvalide ve kayınpeder, ona bunu söylemek yerine onu utandırmayı ve böylece işi ele almasını bekliyorlardı. Yaptıkları plana göre her sabah yataklarından kalkan kayınvalide ve kayınpeder evin süpürülmesi, derlenmesi toplanması konusunda tartışıyorlardı. Kaynana bugün de evi ben süpüreceğim, diyor, kayınpederse yok Hanım, sen niye süpüresin ki ben yaparım, diye cevaplıyordu. Birkaç gün bu durum böylece devam etti. Yine bir sabah tartışmayı oturduğu yerden izleyen gelin araya girerek:
“Aa, niye kavga ediyorsunuz anneciğim? Bir gün biriniz, bir gün de biriniz…” (Özdemir, 2009).

14.  Yüzmeyi Bilmek

Gelin, kaynana evde konuşuyorlardı. Bir ara kaynana oğluna döndü ve sordu:
“Oğlum gelinle ben suya düşsek hangimizi kurtarırsın?”
 Oğlan duraksamadan cevapladı:
“Ana, inşallah yüzme biliyorsundur.” (Özdemir, 2009).
 

15.  En Tatlı Şey

Evin kâhyasının yanında karı koca konuşuyorlardı. Adam karısına sordu:
“Dünyada en tatlı şey nedir?”
“ Elbette sensin kocacığım.”

Bunları duyan kâhya çok duygulanmıştı. Karar verdi. Akşam aynı soruyu kendi karısına soracaktı.
“Hanım, dünyada en tatlı şey nedir?”
 Karısı gayet çabuk bir cevap verdi:
“Çemicinen bastık!” (Özdemir, 2009).

16.  Şalgam

Hasan Efendi’nin kulakları ağır işitiyordu. Tarlada meşgulken komşusu uzaktan bağırdı:
“Hasan Efendiii, selamün aleyküm.”
 “Şalgam ekiyorum.”
“Selamün aleyküm dedim, selamün aleyküüm.”
“Nesi vermiyor? Geçen sene de ektim çok iyi verdi.” (Özdemir, 2009).
 

17.  Hani Olsa
         

Zihni Efendi hasta ziyaretine giderken bir şey götüremediği için biraz mahçuptu. Bu mahçupluğunu gidermek için sordu:
“Osman Efendi, elma olsa yer misin?”
“Hani elma?”
“Hani olsa... demiştim.” (Özdemir, 2009).
 

18.  Üç Hayvan

Üç kişi Terzibaba Mezarlığı’nın yanından geçiyordu. İçlerinden birisi:
“Şuradan geçerken ölülerin ruhuna birer Fatiha okuyalım.” dedi.
Üçü de Fatiha’yı bilmediklerini söyleyince Fatiha okumayı teklif eden suratını ekşitti:
“O zaman gelin dört elle geçelim de ölüler üç hayvan geçti sansınlar.” (Özdemir, 2009).
 

19.  Lâzım Lâzım
       

Erzincan’ın tarihinden gelen isimlerdin birisi de Gerek Gerek Camii’nin adıdır. Erzincan’a gelenler bu caminin adını hafızalarında tutmakta zorlanırlar. Emniyet Müdürlüğünde görev yapan bir polis memuru, bayram namazında görevlendirildiği camiye giderken evdekilere:
“Belki geç kalırım Lâzım Lâzım Camii’nde görevliyim.” diyerek evinden ayrılır. (Özdemir, 2009).
 
 

20.  Olmayacak
         

Boyacılar Camii önünde yaşını başını almış bir seyyar satıcı karpuz satıyordu. Cami boşalmaya başlayınca bağırmaya başladı:
“Alın alın, gelecek sene kavun karpuz olmayacak!”
“Etrafında biriken kalabalık pür dikkat kendisini dinliyordu.”
Bazıları da öfkelenerek:

“Sen nereden biliyorsun gelecek sene kavun karpuz olmayacağını?” diye sitem etti. Seyyar satıcıysa sözlerinde ısrar ederek:
“Vallahi de olmayacak, billahi de!.. “
“ Yahu delirdin mi sen?”
“Niye delireyim? Kavun kavundur, karpuz da karpuz. Kavunun karpuz olduğu nerede görülmüş?” (Özdemir, 2009).

Editör: Merve Kiraz