Hayat boyu bulunduğu dünyaya veda edecek olan insanın bilmediği bir sonla yeniden bir başlangıca doğru yürümesi şüphe yok ki oldukça ürpertici.Tüm insanlığın oldukça korktuğu ve asırlardır merak duyduğu ölüm anına dair Kuranı Kerim ve hadisler bilmemiz gerektiği kadar bilgiyi aslında bize sunmakta. Gayb insanlık tarihi boyunca merak edilecek ve ürpertecek bir konu olarak kalmaya devam edecek. Fakat Kuran ve hadislerin beraberinde din adamlarının araştırmaları ve elde ettikleri bilgilere sahip olmak sonun başlangıcı için oldukça önemli. İşte ölüm anına dair sizler için araştırarak derlediğimiz bilgiler;
Uykuyla hislerimiz bu dünya ile ilgilerini keser kesmez rüya aleminde ayrı şeyler gördüğümüz, farklı konuşmalar dinlediğimiz gibi, ölümle bedenden ayrılan ruhumuz, kabir alemi dediğimiz bir yeni alemle tanışır. Ölüm anında Azrail aleyhisselamı gören insan, bu yeni alemde sorgu melekleriyle karşılaşılır. Müminin güzel amelleri sevgili birer arkadaş gibi onunla bu yeni hayatta birlikte olurlar.
Kabir hayatı dünya hayatıyla ahiret arasında bir köprüdür. Bu yüzden bu hayata berzah hayatı da denilir. Bu alem her insan için farklı bir şekilde kendini gösterir. Şehitler bu hayatı öldüklerini bilmez bir halde geçirirken, ilim tahsili üzere ölenler bu alemde de ilme devam ederler. İnançsızlar için ise bu alem cehennem azabının ilk numunelerinin tattırıldığı bir azap ülkesidir.
Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Yaşadığımız âlemden kabir âlemine yolculuktur. Ruh, Azrail Aleyhisselam vasıtasıyla "berzah alemi"ne götürülür. Bu alemde göreceğimiz ilk melek Azraildir. O, en kıymetli cevherimiz olan ruhumuzu gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz güvenilir bir emanetçidir.
Ölüm anında, ruh, beden hapsinden kurtulur; fakat bütün bütün çıplak kalmaz. Çünkü, "misali bir cesetle" başka bir tabirle "latif bir gılaf" ile kuşatılmıştır.
Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan ruh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek için kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu aletlerin varlığına gerek duymadan görür, işitir, düşünür ve bilir. Rüyada olduğu gibi?.
Ölüm anı nasıl gerçekleşir o an nelere şahit olacağız?
Melekler, ölüm esnâsında sâlih mü’minlerin canlarını yavaşça, hiç sıkıntı vermeden gayet hoş bir şekilde alacak ve:
“…Size selâm olsun! Yapmış olduğunuz sâlih amellere karşılık girin Cennet’e.” diyerek onları müjdeleyeceklerdir.
O esnâda gözlerden perdeler kalkacak, melekler görünecek ve sâlih mü’minlere güzel haberler verilecektir. Âyet-i kerîmede bu hakîkat şöyle beyân edilmektedir:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennet’le sevinin!» derler. Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız. Gafûr ve Rahîm olan Allâh’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.” (Fussilet, 30-32)
Yine ömrünü Hakk’a itaatle geçirmiş, kalbi zikrullah ile huzura kavuşmuş, yakîn ve kemâle ermiş kullara, öncelikle ölüm ânında, sonra Mahşer’de ve nihâyet Cennet’e girerken şöyle hitâb edileceği bildirilmektedir:
“Ey, (Rabbine itaat edip) itmi’nâna (huzura) ermiş nefs! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Seçkin) kullarımın arasına katıl ve Cennet’ime gir!” (el-Fecr, 27-30)
Dikkat edilecek olursa âyet-i kerîmede öncelikle kulun Rabbinden râzı olması gerektiği ifâde edilmiştir. Yani kul, Cennet vizesi alabilmek için; değişen şartlar altında ve hayatın med-cezirleri karşısında dâimâ Rabbinin takdîrinden râzı olmalı, sabır ve şükür ile kulluğuna devam etmelidir. Tâ ki Rabbi de ondan râzı olsun.
Ölüm ve uyku arasındaki fark
Ölüm anında geride verdiğimiz bilgilere göre ruh bedenden ayrılır ve ruh ayrılınca vücut hayatiyetini ya da hayatsal fonksiyonlarını kaybederek ölüm gerçekleşmiş olur. Kur’an-ı Kerim, ölüm ile beraber uykudan da bahsederek bir nevi uykuyu ölüme benzetmektedir. Kuran’ı Kerim uykudan bahsederken “Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme hali kılan, gündüz vaktini ise bir diriliş ortamı yapan O’dur.”286 buyurmuştur. Burada uykuyu dinlenme kıldık derken “subat” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelimenin anlamına bakıldığı zaman kesmek, tatil etmek, rahatlık ve ölüm gibi anlamlara gelmektedir, Bu anlama gelmesi hayatın akışını kesmiş olması yüzündendir.287 Yine Kur’an-ı Kerim: “Uykunuzu sakinleşip dinlenme vesilesi kıldık.”288 derken insanların ‘nevm’ yani uykusunu ‘subat’ yaptık demektedir. Burada ‘subat’ı ölüm olarak ele aldığımız vakit iki ölümden birisinin uyku olduğunu görürüz dolayısı ile uykuya küçük ölüm diyebiliriz. Uyku ile ölümün benzerliği bedenin bazı fonksiyonlarının durmasından kaynaklanır. Ölümde İnsan beden fonksiyonlarının tamamını kaybederken uykuda ise bir kısmını kaybetmektedir. Uykuyu tıbbi olarak açıklamak gerekirse, dokuların günlük faaliyetleri sonucunda yanmanın husule getirdiği kalıntılar sebebiyle dokuların uyarım kabiliyeti azalır ve insanda dinlenme isteği uyanır. Dokularda meydana gelen bu uyarım kabiliyeti eksikliği sebebiyle hareketlilik azalır ve sindirim sisteminde de bir itidal meydana gelir, işte bedenin tamir edildiği bu gerilemeye uyku denir.289 Uyku halinde vücutta bazı fonksiyonlar tamamen durur, bazı fonksiyonlar ise yavaşlar. Vücut hareketlilik ve görme, tatma, duyma, dokunma gibi duyuları tamamen kaybederken iç metabolizma, kalp atımı ve solunum yavaşlar, Adaleler gevşer. Uyanıklık halinde ise gözler açıktır, kalp atışı ve solunum hızlanmış, metabolizma harekete geçmiştir.
Bilinç ruhun özünü oluşturur, uyuyan kişi canlı bir varlık olduğu için ruhu kabzedilmiş değildir. Dolayısı ile bedenden ayrılan ruh değil algı yetisi yani zihindir. İnsanın uyku halinde bilinci gider, can bedendedir fakat canın özü olan bilinç ondan ayrılmıştır. Dolayısı ile uyku halinde beden tüm fonksiyonlarını yitirmez fakat ölüm anında beden bütün fonksiyonlarını yitirir ve ruh bedenden ayrılır.
Kafirler ölüm anında nelerle karşılaşacak?
Îman nûruyla aydınlanmamış kasvetli gönüllerin ölüm ânı ise tam bir fâciadır. Zira melekler, onların rûhunu şiddetle söküp çıkarır. Ölümün korkunç girdapları arasında, meleklerin azarlama ve darbeleri altında, acı bir şekilde can verirler.
Cenâb-ı Hak bu dehşetli manzarayı da şöyle bildirmektedir:
“Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve; «Tadın yakıcı Cehennem azâbını!» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!” (el-Enfâl, 50)
“Kendilerine zulmederken (yani küfürde ısrar ederek kendilerini ebedî azâba müstahak ederken) meleklerin canlarını aldığı kimseler;
«–Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!» diyerek teslim olurlar.
(Melekler onlara şöyle der:)
«–Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir. O hâlde ebedî kalmak üzere girin Cehennem’in kapılarından! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!»” (en-Nahl, 28-29)
“Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak!” (Muhammed, 27)
Zira fâcir bir kimsenin rûhunun cesedinden nasıl çıkarılacağını nakleden bir hadîs-i şerîfteki şu teşbih, ne dehşetli bir îkazdır:
“Ruh(un) cesetten (çıkarılması), kancalı ve çatallı bir şişin ıslak yünün içinden çekilip çıkarılması gibi oldukça zor bir sûrette gerçekleşecektir.” (Hâkim, Müstedrek, I, 93-95/107. Krş. Ahmed, IV, 287, 295; Heysemî, III, 50-51)
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, müşriklere şöyle seslenir:
“Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can, köprücük kemiğine dayanır; «Tedavi edebilecek kimdir?» denir. (Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar. Ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzûrudur.
İşte o, (Peygamber’in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı. Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti. Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti.” (el-Kıyâme, 26-33)
Vâkıa Sûresi’nde de âkıbetleri kötü olan insanların ölüm ânındaki hâlleri şöyle haber verilmektedir:
“Hele can boğaza dayandığı zaman! O vakit siz bakar durursunuz. (O anda) Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.
Mâdemki siz, (dînin emirlerine boyun eğmiyorsunuz ve) cezâ görmeyeceğinizi iddiâ ediyorsunuz; o zaman haydi o (canı) geri çevirin de görelim, şayet iddiânızda doğru iseniz!” (el-Vâkıa, 83-87)
Bütün insanlık, ölüm ânında ister istemez ilâhî takdîre boyun eğecek ve teslim olacaktır. Hayatında ilâhî emirlere karşı çıkıp inatla diklenen zorba ve mütekebbirler bile o an hiçbir şekilde îtiraz edemeyeceklerdir. İdrâki üzerindeki sayısız gaflet perdeleri kaldırılan insan, kâinattaki asıl hükümranlığın yalnızca Allâh’a âit olduğunu, bütün haşmetiyle ancak o an idrâk edebilecektir. Lâkin ne fayda?
Devam eden âyetlerde ise şöyle buyrulur:
“Fakat (ölen kişi Allâh’a) yakın olanlardan (yani Hak dostlarından) ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm Cenneti lûtfedilir.
Eğer o Ashâb-ı Yemîn’den (sağdakilerden) ise (kendisine):
«Ashâb-ı Yemîn’den sana selâm var!» (denilir.)
Ancak yalanlayıcı sapıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet sunulur! Ve (onun sonu) Cehennem’e atılmaktır.
Şüphesiz ki bu (anlatılanlar), kesin hakîkatin ta kendisidir. O hâlde, haydi yüce Rabbinin ismini tesbîh et (tenzîh ile zikret)!” (el-Vâkıa, 88-96)
Bir defasında Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Kim Allâh’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim de Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!” buyurmuşlardı.
Hazret-i Âişe veya Efendimiz’in diğer zevcelerinden biri:
“–Yâ Resûlâllah! (Ölümden hoşlanmama hâli de buna dâhil mi?) Hepimiz mutlakâ ölümü çirkin görür, ondan hoşlanmayız!” dedi.
Müminler ölüm anında nelerle karşılaşacak?
Efendimiz şöyle buyurdular:
“–Hayır, kastettiğim o değil. Lâkin kendisine ölüm geldiğinde mü’min; Allâh’ın rızâsı, cömertliği ve sonsuz ikramlarıyla müjdelenir. Artık onun için önündeki şeylere kavuşmaktan daha sevimli bir şey kalmaz. Bu sebeple Allâh’a kavuşmayı ister ve sever. Allah Teâlâ da ona kavuşmayı sever.
Kâfir ise, ölüm kendisine gelince Allâh’ın azâbı ve cezasıyla müjdelenir. Artık onun için önündeki şeylerle karşılaşmaktan daha çirkin bir şey yoktur. Bu sebeple Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmaz. Allah Teâlâ da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!” (Buhârî, Rikāk, 41; Müslim, Zikir, 14)
Yine Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Hazret-i Dâvud (a.s.) gayret-i dîniyyesi pek kuvvetli ve namusuna da çok düşkün biriydi. Evden çıktığı zaman kapıyı iyice kapatır, dönünceye kadar da kimse oraya giremezdi. Bir gün yine evinden çıkıp kapısını kapattı… Hazret-i Dâvud (a.s.) geri döndüğünde evin ortasında duran bir adam gördü. Ona:
«–Sen kimsin?» diye sordu. O da:
«–Ben, o kimseyim ki, krallardan korkmam ve perdeler (engeller) bana mânî olamaz.» dedi. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud (a.s.):
«–Öyleyse, vallâhi sen ölüm meleğisin. Allâh’ın emriyle hoş geldin.» dedi.
Bir müddet sonra da rûhu kabzolundu…
Kaynak; www.islamveihsan.com - https://sorularlaislamiyet.com/ -https://acikerisim.cumhuriyet.edu.tr/