Birden çok ozanı bağrında yetiştirerek dünyaya kazandıran Erzincan, kültürü tarihi ve yaşadığı acıları ile dizelere öyle bir yansıtılmış ki hayran olmadan geçemeyeceksiniz.

Âşıklık geleneği, Türk halkının en büyük kültürel hazinelerinden. İslamiyet öncesinden gelen bu gelenek, Türklerin İslam dininin kabul etmesi ve Anadolu topraklarına göç etmesi ile terkedilmedi.

Erzincan yöresi halk edebiyatı ürünleri, halkın güç koşullar altındaki yaşamından izler taşır. Şemsi Hayal, Salih Baba, Aşık Davut Sulari, Kemahlı Tabir, Aşık Beybani, Aşık Müslüm Akbaba, İsmail Daimi Erzincan halk ozanlarındandır. Yöre manileri sevgi, gurbet, sıla, özlemi, elem ve ızdırap duygularını dile getirir.

Türkiye Yazarlar Birliği Erzincan  Şubesinde sıkça yapılan haftalık programlardan birine konuk olan Aşık Nurhanı ; “Aşıklık geleneği yıllardır bu toprakların ürünüdür. Bunu yaşatmamız gerekir. Batıdan aldığımız bir gitarla sahneye çıkan bir kişiyi yüzlerce kışı izlerken, elinde sazı ile sahneye çıkan bir halk aşığının izleyicisi sınırlı sayılabilecek kişi tarafından izleniyor. Bu durum vahimdir. Milletimiz kendi değerlerine dönmelidir.” demiş

“Aşıklık geleneğini sürdürenlerin derin bir kültüre sahip olması gerektiğini, atışmalarda kendilerine sorular soruları anlaması ve onlara cevap verebilmesi gerektiğini , atışanların bilgisi ve birikimi ile kalıcı olabileceğini , bilgisi ve birikimi olmayan kişilerin atışmaya giremeyeceğini ve karşısındakini yenemeyeceğini belirtmişti.  

Genellikle kadınlar tarafından söylenen maniler ve mani söyleme geleneği, günümüzde yok olmuş halde.
Erzincan’da bu mühim geleneğin yegâne temsilcileri olan âşıkları, bulundukları ortamların kanaat önderleri, halkın ise öncüleri olarak kabul görmüşler. Nitekim söz konusu geleneğin Erzincan ilinin çevresinde bulunan diğer illere göre daha az geliştiği kabul edilebilir bir gerçek. İlin tekke ve tasavvufi düşünceye daha yatkın vaziyette bulunması dolayısıyla saza haram gözüyle bakılması bu durumun genel sebepleri arasında görülebilir.

Bütün bunlara rağmen Âşıklık geleneği ve bu geleneği etrafında gelişen medeniyetin Erzincan kültürel mirasına katkısı son derece mühimdir. Fakat diğer illere nispetle, değişen sosyal şartların beraberinde Âşıklık geleneğinin Erzincan’da eski gücünü ve canlılığını yitirdiği sonucuna da ulaşılmıştır. Geçmişten gelen ve bugün hâlen hayatta olan Erzincanlı âşıkların şiirlerinde, dinî konular başta olmak üzere, vatan, aşk, hasret, doğa vb. temalar işlenmekte.

Erzincan’da söylenen mânilerden bazıları:
 
Çalarım kaval ötmez
Yeri kır davar tutmaz
Komşunu kızı güzel
Param yok gücüm yetmez
 
Armut dalda dal yerde
Bülbül öter her yerde
Felek ayırdı bizi
Her birimiz bir yerde
 
Ay dedin oydun beni
Bu hale koydun beni
Yelkensiz gemi gibi
Ortada koydun beni
 
Ayağının nalını
Eğme kiraz dalını
O dengin değil
Köpek yesin nalını
 
Baba naçar ağlama
Gündür geçer ağlama
Bu kapıyı kapıyan
Bir gün açar ağlama
 
Bacada kuru löylez
Üstümüz cıngır ayaz
Kurban olduğum Mevla
Güzeli güzele yaz.
 
Bahçeye kurdum testi
Her gelen vurdu geçti
Ver Allah’ım muradımı
Benim de vaktim geçti
 
Bir at bindim başı yok
Bir çay geçtim kaşı yok
Burda bir garip ölmüş
Ağlayan kardeşi yok
 
Bir ay doğar cegenden
Cegen boynun egenden
Bir daha yari görsem
Sememeler değenden
 
Erzincan Âşıklık Geleneği
       

 Âşıklık geleneğinin yüzlerce yıllık tarihî seyri içerisinde, Anadolu coğrafyasında da bulunmuş ve bu coğrafyanın halkı birbirinden kıymetli âşıklar yetiştirerek bu âşıkları ve âşıkların nadide eserlerini medeniyetimize armağan etmiştir.

Söz konusu gelenek tarihsel ve siyasi süreçler içerisinde zamanla Anadolu coğrafyasına ve bu coğrafya içerisinde yer alan Erzincan iline de taşınmıştır. Özellikle Doğu Anadolu coğrafyasında yaşam bulan âşıklık geleneği çeşitli farklılaşmalarla günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.

İrticalen dörtlükler düzüp atışmalar yapabilen âşıkların yetişmesi genellikle usta-çırak ilişkisi, rüya ve rüyada bade içme veyahut medrese eğitimi ile gerçekleştirilirken göz ardı edilmemesi gereken önemli bir diğer husus ise âşıkları yetiştiren toplumların şartlarıdır.

Şüphesiz ki âşıkların gönül deryasını dolduran bir takım toplumsal sorunlar, acılar, kuraklık, savaş, göç gibi meseleler ile birlikte hayatın maddi ve manevi güçlükleri, ayrılık, aşk gibi bireysel duygular da bu altyapıyı oluşturan etmenlerdendir.  Tüm bu koşulları içerisinde barındıran Erzincan ili de pek çok âşığa ev sahipliği yapmıştır.

Anadolu coğrafyası göz önüne alındığında; Erzurum, Erzincan ve Kars yöresi başta olmak üzere Doğu Anadolu bölgesinin gelenekteki yeri son derece mühim ve kıymetlidir.

Osmanlı devletinin son dönemlerinden başlayarak Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gelen süreçte; yaşanılan işgal, savaş ve göçler ile Ermeni ve Rus mezalimleri karşısında bu coğrafyanın yaşadığı acılar bölge insanının duygu dünyasını zenginleştirmiştir. Bu durum göz önüne alındığında âşıklar, yeri gelmiş cenk etmiş, yeri gelmiş sazı ve sözüyle milli ve manevi duyguları canlandırarak halka önderlik etmişlerdir.

Konumuza esas olan Erzincan vilayeti de bu kültür zenginliğinden nasibini almıştır. Milli mücadele döneminde Ermeni ve Ruslar tarafından işgal edilen Erzincan bağımsızlığına sahip çıkarak düşmanı def etmeyi başarmıştır. 1939'da şiddetli depreme maruz kalan şehir harabeye dönmüş, taş üstünde taş kalmamış, binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Ayrıca bölgenin zorlu iklim şartları, mevsimler arası sert geçiş, soğuk kış geceleri ve coğrafi özellikleri yaşam şartlarını iyiden iyiye güçleştirerek, ekonomik çeşitliliğin oluşmasını sınırlandırmıştır.

Elbette tüm bu unsurlar Erzincan’da derin yaralar açmıştır. Bu yaralar âşıkların duygu yüklü dünyasına ilham katmak suretiyle Âşık geleneğinin ön plana çıkmasına vesile olmuş, Erzincan’ın millî ve manevi ruhuna, toplumsal ahlakına ve kültürel zenginliğine de katkı sağlamıştır.

Başta bu etkenler olmak üzere geleneğin Erzincan’da devamlılık bulmasında etkili olan pek çok unsur söz konusudur; Erzincan halkının hoş vakit geçirme arzusu, özellikle televizyonun yaygınlaşmadığı dönemlerde akşam vakitlerini boş geçirmemek, bu vakitleri verimli hâle getirmek adına âşıklardan hikâye, müzik veya atışma dinleme isteği, olay örgüsünün merakı, hikâyelerde ve şiirlerde geçmişin derin izlerinin yankı bulması ile geleneğe ve geçmişe duyulan nostaljik heyecan ve âşıklığın kaynağını toplumun dinî inanç ve sosyal pratiklerinden alması, yani topluma toplumun yaşamından kesitler sunması gibi pek çok faktör Erzincan’ın bu geleneği sahiplenmesine, yaşatmasına ve aktarmasına imkân sağlamıştır.

Erzincan’da geleneğin yaşatılması, bilinçli, tarihine ve değerlerine bağlı, güçlü bir inanca sahip ve duygu dünyası derin bir toplumu ilmek ilmek işlemiştir. Geleneğin getirdiği ortam, aynı zamanda millî ve manevi meselelerin ehemmiyetinin daha net anlaşılmasına vesile olmuş, değerlerinden, geleneğinden, ahlakından uzak “mankurt” bir gençliğin yetişmesinin önüne geçmiştir. Erzincan’da düzenlenmiş olan âşık programlarının/ icralarının her biri dinleyicileri yüksek kültür ve sanat seviyesine ulaştırmış, Erzincan insanının tecrübe ve donanımına katkı sağlamıştır.

Bugün, Doğu'nun birçok yöresinde, eğlencelerin, düğünlerin, nişan ve sünnetlerin en büyük eğlencesi, halk sanatçıları olan saz âşıklarıdır. Bu sanatçıların yer almadığı herhangi bir eğlenceye pek rastlanmaz. Âşık edebiyatı üzerine araştırma yapan, çalışan kişilerin önce işe bu yörelerden başlaması gerekir. Nitekim Türkiye âşıklık haritası çıkarılacak olsa Kars, Erzurum, Erzincan ve Sivas’ın en koyu renklerle boyanması gerekir (Heziyeva, 2000: 211, 214). 

Günümüz Erzincan âşıklık geleneği bahsi geçen tüm bu süreçlerden beslenerek gelişimine devam etmiş, kültürel kodlarını yaşatmayı belirli bir ölçüde başarmıştır. Ancak sosyal, kültürel ve teknolojik gelişimlerin yanı sıra hayat şartları, ekonomi ve eğitimde yaşanan farklılaşmaların Erzincan âşık geleneğinin gelişimi üzerinde olumsuz izler bıraktığı söylenilebilir.

Üç, dörtten büyüktür Üç, dörtten büyüktür

Modern çağın getirdiği kentleşme, sanayi ve teknoloji olgusu göçlere sebebiyet vermiştir. Erzincan ili de bulunduğu konum itibariyle göç veren vilayetlerdendir. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlere ve bölge illere verilen göçlerle ülkenin çeşitli bölgelerine yayılan Erzincanlı ozanlar, sazları ve sözleri ile halka tesir etmiş, sanatlarını icra etmişlerdir. Bu sebeple de göç ve hasret konulu şiirler Erzincanlı âşıkların sık kullandığı temalar arasındadır.
         

Sâlih Baba
         

Sâlih Baba, 19. asrın ikinci yarısı ile 20. asrın başları arasında yaşamış tekke şairlerindendir. “Sâlih Usta” adıyla da anılan şairimiz Erzincanlıdır. “Tüfekçizâdeler” namıyla meşhur bir aileye mensup imam Mustafa Efendi’nin oğludur. Annesi Atike Hanım’dır.  “Rabıtâ-i Nakşî Hayalî” (Sâlih Baba Divânı) isimli manzum eserinde hayatı hakkında bazı bilgiler verir. Söylediği bir beyitinde H. 1263/Miladî 1846-47 yılında doğduğunu dile getirir: Sâlih Baba, bir sûfîdir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının tabii neticesi olarak o, bir yanıyla divan edebiyatına, diğer yanıyla da halk edebiyatına dayanan iki kanatlı bir edebî zevke sahiptir. Bu sebeple de şiirlerinde hem hece hem de aruzu görmek mümkündür. Her iki edebî zevki de şiirlerine başarıyla yansıtmıştır.

Bin iki yüz altmış üçte me’vâdan
Bir beşer sûretli Hân’e gelmişem
Erzincan şehrinde yaşadığını ve Şeyh Muhammed Sâmî (k.s.) Hazretlerinin müridi olduğunu söyler:
Muhammed Şeyh-i Sâmî’dir Pîrimiz
Bilâdı şehr-i Erzincân yerimiz

Eyüp Tekyurt
         

Alevi-Bektaşi çevresinden bir saz şairidir. 1917 yılında Erzincan’ın Tercan ilçesinde doğan Tekyurt’un Pir Sultan soyundan olduğu söylenir. Şiirlerinde daha çok dinî ve tasavvufi konuları işler. Tercanlı Âşık Eyüp ya da Âşık Eyüp adları ile anılır. Babası Hasan Efendi tarafından yetiştirilen âşık, babasının ölümünden sonra çetin bir yaşam mücadelesi vermiştir. Sonraki yıllarında Ankara’ya yerleşen Eyüp Tekyurt, Davut Sularî (1925-1985), Âşık Daimî (1932-1983) gibi birçok âşıkla aynı meclislerde bulunmuş ve bazılarıyla yakın dostluk kurmuştur. Özellikle Âşık Daimî’yle birlikte Türkiye’nin birçok yerini dolaşarak konserler vermiştir. Zamanla geniş çevrelerde tanınan Tekyurt’un şiirleri çeşitli gazete ve dergi yayınlarında yayımlandı. Evli ve beş çocuk babası olan Tekyurt, 2002 yılında Ankara’da vefat etmiştir.

Tasavvuf, birçok farklı manasının yanında genel olarak ebedî saadete ulaşmak amacıyla zahir ve batılın tamiri; ahlakın tasfiye ve nefsin tezkiye hallerini içine alan manevî bir ilimdir. Bu manevî ilmin somut dünyaya aktarılması ancak anlaşılır bir dil yapısıyla mümkündür (Alp, 2018: 415). Bu dil, ilahi hakikatlere erişmek için kullanılan bir yöntemdir. Tekyurt, şiirlerindeki dinî ve tasavvufi düşünceleri bu yöntem ile aktarmaktadır.
Nefesinden bir bölüm;

Bu dem halden hale düş oldu gönlüm
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali
Geçti yaz baharım kış oldu gönlüm
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali
Fadime aşkıyla yandım kül oldum
Hatice yolunda bir bülbül oldum
Gonca bir gül iken sarardım soldum
Medet Allah, ya Muhammed, ya A1i
İmam Hasan ile çıktım sahraya
Hüseyn ile düştüm derd ü belaya
Özüm ermek ister Zeynel abaya
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali
Bakır'dan öğrendim aşk-ı cünunu
Cafer'le okudum ilm-i ledünü
Musa-yı Kazım'ın oldum meftunu
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali
Şah imam Rıza'dan ayırmam özüm
Taki ve Naki'dir her iki gözüm.
Asi bir bendeyim karadır yüzüm
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali
Askeri'yle her an olurum asker
Mehdi varken asla çekmezem keder
Masumlarla beraberim beraber
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali
Tekyurt’um divanda durmuşum dara
İhtiyacım vardır o şuh didara
Şeyda bülbül gibi düşmüşüm zara
Medet Allah, ya Muhammed, ya Ali 

Davut Sularî

Asıl adı Davut Ağbaba olan Davut Sularî H.1341, M.1925 yılında Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı olan eski adı Mans” yeni adıyla Çayırlı ilçesinde doğmuştur (Yılmaz, 2006: 16). Âşık Davut Sulari’nin Dedesi Pir Mehmet Kaltık, Tunceli’nin Nazimiye ilçesi Kureyşanlılar köyündendir (Yardımcı, 1986: 1). Buradan da anlaşılacağı üzere Âşık Davut Sulari’nin aslen Tunceli’li olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. “Kureyşanlı” Anadolu Aleviliğinde bir ocak ismi olup, aynı zamanda dedelik görevini bu ocağa mensup olanlarca yerine getirildiği inkâr edilmez bir gerçektir. Tunceli’nin Nazimiye İlçesindeki Kureyşanlılar köyün de sadece Alevi dedelerinin ikamet ettiği köy olduğunu torunu Berrin Sulari dile getirmektedir (Tekin, 2011: 143).

Âşık Davut Sulari 17 yaşında pir elinden bade içerek Mest-i Elest olur ve badeli âşıklar kervanına katılır.  Pir elinden dolu içişini bir şiirinde şöyle dile getirmektedir.

“Pir elinden içtim dolu
Öğrendim erkânı yolu
Emniyette mümin kulu
Evvel Allah ahir Allah
Dönemem estağfurullah
İmanım amentübillah “

Âşık Daimî 

Asıl adı İsmail Aydın olan, Âşık Daimî 1932 yılında İstanbul’da doğmuştur ve aslen Erzincan’ın Tercan ilçesindendir.  Daimî küçük yaşlarındayken ailesi, önce Tercan'a, sonra, Sivas'ın Kangal İlçesine, II. Dünya savaşı sıralarında da tekrar Tercan’a göç etmiştir. Âşık Daimî daha sonra ustası olacak olan Davut Sularî ile Çayırlı’da karşılaşmıştır (Aydın, 2009: 8). Âşık Daimî de Davut Sularî gibi Dede ocağından gelen bir ailenin çocuğudur. Davut Sularî ile tanışık olma sebeplerinden biri de bu yakınlıktandır.
 

Âşık Daimî pir elinden bade içtiğini söyleyen Badeli âşıklarımızdan birisidir. O da ustası Davut Sularî gibi rüyasında bade içerek mest-i elestlere karışan bir ozandır. 

Bir gece rüyasında aksakallı bir pir görür. Elindeki bir kâseyi İsmail’e verip içmesini söyleyen pir, “Bu kâsedeki pir badesidir. Bunu içtikten sonra için yanmaya başlayacak, yandıkça da söyleyeceksin. Bundan sonra senin mahlasın da Daimî olacak” diyerek kayboldu. O gün uyandıktan sonra da kendi eserlerini çalıp söylemeye başladı (a.g.k., s. 11). Bu olayı bir şiirinde şöyle anlatır:

“Her kişi âşık olamaz
Pir dolusun içmeyince
Arasa didar bulamaz
Küllî vardan geçmeyince
Önceleri usta malı türküler söyleyen Âşık Daimî, daha sonra kendi deyişlerine ağırlık verdi. 1948 yılında "Bir seher vaktinde indim bağlara" dizesiyle başlayan ilk şiiriyle yüzlerce türkü kazandıran Âşık Daimî, TRT tarafından açılan sınavı kazanarak TRT belgeli halk sanatçısı olmuştur. İstanbul radyosunda sözleşmeli sanatçı olarak çalışırken aynı zamanda bir saz evi açmış bu saz evinde çok sayıda öğrenciye saz ve âşıklık dersi vermiştir.

Müslim Kumru Seyranî

Âşık Müslim Kumru Seyranî, 1938 yılında Erzincan’ın Merkez Günbağı köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Seyyid Gazi Oğullarında Mehmet, annesi Dervişoğlu kızlarından Fatma’dır. Babası Tunceli’nin Ovacık ilçesine bağlı Kedek köyünden 1917 yılında göç ederek, ailesi ile birlikte Erzincan’ın Günbağı köyüne gelip yerleşmiştir. Müslim Kumru, ailenin sekiz çocuğundan dördüncüsüdür. İlkokulu köyünde bitirir. On dört yaşında babasını kaybeder, yoksulluk sebebi ile tahsiline devam edemez. Babasının ölümünden sonra çobanlık yapar, çiftçilikle uğraşır, yevmiyeciliğe gider. Geçim sıkıntısı aşığımızı çok yıpratır ve onu içine kapanık bir hâle getirir

Âşık Müslim Kumru Seyranî, okumaya, ilim meclislerine, cem törenlerine küçük yaşta ilgi duymaya başlar. Çobanlık yaptığı yıllarda trenden atılan gazeteleri okuyup ilkokul öğretmeninin verdiği şiir kitaplarından şiirleri ezberleyerek, okuma merakını giderir. Saz ile tanışması da bu dönemde olur. Severek evlendiği eşinden kısa bir süre sonra hastalık neticesinde ayrılması, hayatında yeni bir dönem noktası olmuştur. Kadere rıza gösteren âşık, duygu ve düşüncelerini sazıyla şöyle dile getirir:

“Vay seni bu kötü talihim
Takdir bana vurdu viran eyledi
Ta küçükken kötü geldi kaderim
Kalbimin tahtını kıran eyledi
Tüm hayat devrinde kendim bildim bileli
Hiç mutlu olmadım doğmuş geleli
Ömrümün günleri gelmiş gideli
Ne garip hâllere saran eyledi”

Âşıklık geleneğinde rüya görme ve bade içme olayının önemli bir yeri vardır. Kumru Seyranî’de bade olayı gerçekleşmemiştir. Rüyasında düz ağaçlık, çiçekli ve yeşillikler içerisinde Hz. Muhammed’i görür. Hz. Muhammed ona aradığı şeyin yerini gösterir. Aradığı şeyin âşığın kendisinde olduğunu söyler. Rüyadan uyanır, ağlayarak şükranlarını dile getirir. Bu rüyadan sonra manevi bir pencere açılır; dinî, tasavvufî, felsefî şiirler yazıp söylemeye başlar. Bu rüya onu âşıklığına zemin hazırlayan ikinci sebep olmuştur. Seyranî, dinî- tasavvufî Türk halk şiiri geleneği içerisinde yer alan saz şairlerimizdendir. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan, Ehlibeyt ve Kerbelâ şehitlerine büyük sevgi ve saygısı vardır. Sık sık rüyasında Hz. Ali’yi görür. Hz. Ali ona bir deste gül verir

Müslim Kumru, usta-çırak ilişkisi içerisinde yetişmemiş bir âşıktır. Saz çalmayı ise kendi çabasıyla öğrenmiştir. Çırak da yetiştirmemiştir. Âşık, deyişleriyle çevresindekilerin dikkatini çekmiş ve onları zaman zaman şaşırtmıştır. “Tahsilin var mı?” diyenlere şöyle cevap vermiştir:

“Dediler yüksek tahsilin var mı?
Böyle soru sual sordular bana
Üstatsız, pirsiz insan olur mu?
Ta evvelden devam ettim irfana
Tarlaya giderim kitap koynumda
Kalemim elimde kürek yanımda
Okurum yazarım boş zamanımda
Tavsiyem böyledir dünya halkına”

Kul Nuri

Âşık, 1955 yılında Gümüşhane’nin Kelkit Yenice köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Sabri, annesinin adı ise Zülâl’dir. İlk ve ortaokulu Kelkit’te okuyan âşık daha sonra öğrenim hayatına Gümüşhane ilinde devam etmiştir. Âşık Kul Nuri 1978 yılında gördüğü rüyadan sonra irticalen söylemeye başlar. Rüyasında, çok önemli birilerinin geleceğini ve bu gelenler için bir tören hazırlığı yapıldığını görür. Bu gelenler Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Âşık bu rüyadan uyanınca şu şiiri dile getirir;

“Bir gece düşümde seyre dalmışım
Dediler gelecek izini gördüm
Telaşlanıp ön sıraya dalmıştım
Nur ile bezenmiş yüzünü gördüm
Dediler ki iki cihan serveri
Âşık Kul Nuri’yim oldum serseri
Bizi selamlayıp geçti ileri
Ayağından düşen tozu gördüm”

Gördüğü bu rüyadan sonra sanat hayatında çok büyük değişikler yaşayan âşık, ilk kasetini 1982 yılında “Kısmetsiz Mehmed’in Hikâyesi” adıyla çıkarır. 1980 yılında Erzurum Şeker Fabrikası’ndan Erzincan Şeker Fabrikası’na geçen âşık, mesleği ile sanatını bir arada götüremediğini anlayıp ayrılır. İşten ayrılırken “Çıktığım Fabrikadan” adlı şiirini müdüre vererek istifa eder.

Kul Nuri 1995 yılının Ağustos ayında Erzincan’dan Ankara’ya taşınır. Büyük şehrin vermiş olduğu kültür yoğunluğu ile beraber 1996’da Arifan Radyo’da, 1997’nin Aralık ayından 2005 yılının Eylül ayına kadar “Kanal A” televizyonunda “Gönül Kervanı” adlı âşıklar programının sunuculuğunu yapar. Düzenlenen bu programa ülkemizin her yerinden âşıklar davet edilerek geleneğin canlı tutulmasını sağlamıştır.

Âşık Kul Nuri hakkında dört çalışma yapılmıştır. Bunlardan birincisi Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun yönetiminde Yaşar Demir’in yapmış olduğu bitirme tezidir. İkinci çalışma ise Atatürk Üniversitesi’nde Turhan Kaya danışmanlığında hazırlanan Mürsel Çelebi’nin bitirme tezidir. Üçüncüsü ise Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı öğrencisi Necdet Tozlu tarafından hazırlanan yüksek lisans tezidir. Aşığımız hakkında yapılan son çalışma ise Ali Berat Alptekin’in 2003 yılında yaptığı ayrıntılı bir çalışma olan “Gönül Kervanı” adlı kitaptır. Bunların yanı sıra âşık hakkında çeşitli gazete, dergi ve kitaplarda yazılar yazılmıştır
Çeşitli kurum ve kuruluşlara üye olan âşık, hâlen Ankara’da ikamet etmektedir. Kendisine sorulan “Âşık nedir, kimdir?” sorularına karşılık “Allah’ın nasibi ve hikmeti ile gönlünün uğultusu, sazının iniltisi ve halkın dertlerinin, terkibinin tertibidir.” diye cevap vererek şu dörtlüklerle âşıklığı tarif eder;

“Âşık okunmayan bir hece gibi
Sabahı bekleyen bir gece gibi
Analiz yaptılar sonuç çıkmadı
Âşık bilinmeyen bilmece gibi” 

Köksal Ayvazoğlu

1958 senesinde Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde dünyaya gelen aşığın asıl adı Köksal Mutlu olup mahlası Ayvazoğlu’dur. Mahlasını kendisi Köroğlu’ndan esinlenerek seçmiştir. Kibar Hanım ile evli olan Ayvazoğlu altı çocuk babasıdır. Çocukluluğundan bugüne kadar çalışma ile geçen âşık, ilkokul mezunudur.

Âşık oluşu rüya ve badeden ziyade esen rüzgârdan ve sevdadan kaynaklıdır. 1980 yılında Konya Âşıklar Bayramı’na katılmış, 1984 yılında ise Ankara’da düzenlenen güzelleme yarışmasında ikinci olmuştur. Birçok basın ve yayın organında kendisine yer bulmuş ve Erzincan yerel kanallarında âşıklık ile ilgili programlar yapmıştır. Konser vermek için Fransa, Almanya ve İtalya’ya giden âşık, gurbet ele giderken duygularını bir dörtlük ile şöyle dile getirmiştir:

“Gözlerime doldu yaşlar
Vatanımdan ayrılırken
Gönlüm girdi yine yasa
Vatanımdan ayrılırken”
Mehmet Seyhanî

Tercan’ın Mamahatun mahallesinde 1959 yılında dünyaya gelen Âşık, doğum yerini şöyle dile getirir:

“Erzincan ilimdir Tercan’dır ilçem
Taze bir civandım tarardım perçem
O yârin elinden bir tas su içsem
Her yudumda söndüreyim közümü”

Erzurum’lu Âşık İsrafil Taştan’a çıraklık eden Âşık Seyhanî mahlasını ustasından alır. Badeli âşıklarımızdan olan Seyhanî, bade içmesini şöyle anlatır;

“1972’de gördüğüm rüyada hasta yatıyordum. Babam ve annem de yanımdaydı. Ben yatakta ateşli bir hastaydım. Annem elindeki beyaz bezi suya batırıp alnıma koyuyordu ve de ağlıyordu. İçerim yanıyordu, dudaklarım boğazıma kadar kurumuştu. Su istedim. Gördüm ki su güzeller güzeli, sarı saçlı, çakır gözlü bir güzelin elindeydi. Ben de suyu içmek, içimdeki yangını söndürmek için sabırsızlanıyordum. Suyu tam aldım ki içeyim, yaşlı, titrek ve pir-i fani bir ses içme diye bağırdı. Pir-i fani sesin sahibini aradım ama bulamadım. Bir daha da o sesi duymadım. Bardak yarıdaydı, içip içmediğimi bilmiyordum ama bardağa baktıkça içerim yanıyordu. Ateşim arttı ve babam anneme bir yudumla bir şey olmaz diyordu. O anda hızlı bir şekilde yataktan kalktım ve yatağın kenarında oturdum. Babam ne olduğunu sordu, ben de rüyamı anlattım. Babam o bir rüya, yat hayırdır inşallah dedi. Ben yatamıyordum ve şu deyişi söyledim”:

“Neler çektim bu feleğin elinden
Çok istedim kaçamadım bir türlü
 Arz ettikler yar elinden badeyi
Çok istedim içemedim bir türlü” 
 

Âşık Seyhanî, sivil toplum kuruluşlarından birçok teşekkür belgesi almakla beraber zaman zaman televizyon programları icra etmiş ve bazı gazetelerde şiirleri yayımlanmıştır. Iğdır’ın düşman işgalinden kurtulma etkinlikleri kapsamında Nahçivan’da konser vermiş ve usta-çırak ilişki neticesinde Yavuz Çırağı’nı yetiştirmiştir. Pek çok konuda zengin bir şiir anlayışına sahip olan Seyhanî;

“Nerede ar, namus haniya nerde
Yüzlerden yırtılmış hayâyla perde
Kızı diskotekte, oğlu da barda
Kadın kocasını tanımaz oldu”

Dörtlüğünde modern çağın getirdiği ahlaksal yozlaşmayı tasvir eden âşık, Türk ahlak yaşantısında bazı değerlerin yıpranmış olduğuna dikkatleri çekmiştir.

Nurhanî

Asıl adı Nuri Kaya olan âşık,1959 tarihinde Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde doğmuştur. Âşık, “Nurhanî” mahlasını kendisi tercih etmiştir. Evli ve dört çocuk babası olan Nuri Kaya hâlen hayattadır. Erzincan’da tek faaliyet gösteren âşıklık kahvehanesi Nurhanî’ye aittir.

İlkokulu bitirdikten sonra ailesinin maddi sıkıntıları nedeniyle eğitim hayatını devam ettirememiştir. Yerel bazda birçok ödül alan Nurhanî 1983 yılında Suudi Arabistan’a işçi olarak gitmiş ve 1990 yılına kadar burada kalmıştır. Aşığın şiirleri Erzincan’da Özsöz ve Doğu gazetelerinde yayımlanır. Erzurum ve Erzincan’daki yerel televizyon kanallarında düzenlenen âşıklar programına katılan Nurhanî, âşık Reyhanî’den etkilenmiştir. Bunun yanında, İmam Gazali’nin eserlerinden etkilendiği de bilinmektedir. Türk ahlak yapısını şahsında izleyebildiğimiz aşığımız samimiyet, hoşgörü ve doğru sözlülüğün temsilciliğini yapmıştır.

Toplumun milli değer yargılarını ön plana çıkaran Âşık Nurhanî şiirlerinde bayrak, millet, vatan sevgisi temalarını ince ince toplumun hafızalarına işlemiştir. Âşık, özellikle bayrağı kutsal bulur. Onun için seve seve can vermeye hazırdır. Bu sevgisini şöyle dile getirmiştir:

“Gayrı güzeli neyleyim
Bana yeter al bayrağım
Onunla gönül eyleyim
Cana yeter al bayrağım
Bayrağını getir dile
Vatana olur mu hile
Yüz bin nufüs olsa bile
Sana yeter al bayrağım
Bulaman onun dengini
Hem fakir hem zengini
Söyledi âşık NURHANİ
Cihana yeter al bayrağım”

Zakir Tekgül

1960 Erzurum doğumludur. Evli ve dört çocuk babası olan Âşık Zakir Tekgül, ailesinin geçim sıkıntısı nedeniyle sadece ilkokulu tamamlamış, erken yaşta hayata atılmıştır. On bir yaşında saz öğrenmeye başlayan Tekgül Ruhani Baba’dan dersler almıştır. Âşık bade içişini şöyle anlatmaktadır
 Erzincan’ın yerel televizyon ve gazetelerinde zaman zaman rol almış, Âşık Ruhani ile beraber Almanya’da programlar icra etmiştir. Tekgül, tasavvufta da Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Aziz Mahmud Hüdayi, Terzi Baba gibi isimleri kendisine örnek almıştır.

Âşık Zakir Tekgül’ün şiirlerinin muhtevasını; tabiat unsurları, bayrak sevgisi, vatan, dinî hususlar, ahlaki değerler ve toplumsal sorunlar oluşturmaktadır. Memleket sorunları ile ilgili görüşlerini bir dörtlüğünde şöyle dile getirmiştir:
“Avrupa’nın hayranı
Kurmuş demi devranı
Zamlara dur diyen yok
Boş buldular meydanı”

Yaşar Demiroğlu

1962 yılında Kelkit Sarışeyh Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyünde, 1975’de Hakkâri’de başladığı ortaokulu Gümüşhane Atatürk Ortaokulu’nda bitirdi.1981’de Gümüşhane Lisesi’nden mezun oldu. 1983’te askere gitti. Astsubaylık imtihanını kazandı ve 30.08.1985’te askeri okuldan mezun oldu. İlk görev yeri Çorlu’da (1985–1989), Bingöl (1989–1993), Ankara (1993–1998), Hakkâri (1998–2000), Antalya (2000–2002) ve geçici görevle 6 ay Nahcivan’da görevlendirildi.

Sonra Antalya’ya döndü ve 18.07.2006 tarihinde Şanlıurfa’ya tayin oldu. 2006’da Anadolu Üniversitesi AÖF Önlisansı bitirdi. 16.11.2007’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli oldu. Ankara’da ikamet etmektedir. Evli ve 3 çocuk babasıdır. “Nahçıvan’dan Selamlar” isimli şiir kitabı yayınlandı. Âşık Nuri Çırağı ve Âşık Kul Nuri tarafından “Demiroğlu” mahlasını aldı.

TEL VER BANA
Küsüp gitme sevdiceğim,
Dostum isen el ver bana,
Dikenlerinden usandım
Lale sümbül, gül ver bana.
Tatlı, tatlı konuşsan yar,
Benim ile danışsan yar,
Muhabbete alışsan yar
Güzel konuş, dil ver bana.
Güzel giyin ki yakışsın,
Yarla karlı dağlar aşsın,
Küsersen amansız kışsın
Yalvarırım yol ver bana.
Demiroğlu küsmez sana,
Adını yazar cihana,
Can kurban güzel sultana
Zülfünden bir tel ver bana.

Editör: Merve Kiraz