Özellikle Erzincan Standı’nı görmek için o uzun yolu kat ederek gittik. Öylesine kalabalıktı ki otoparkta arabamızı park edecek yer bulmakta zorlandık.
İlk kez böyle bir fuara gidiyorduk. Girişte isimlerimizi bilgisayara kaydederek davetiyelerimizi elimizden alıp buyurun dediler. Turnikeden geçip kalabalığın arasına karıştık.
Dünya ülkelerinin neredeyse hepsinin turizm acenteleri çeşitli güzellikler sergileyerek kendilerine ayrılan stantlarda yerlerini almışlardı. Üzerinde isimleri yazılı çantaları ve tanıtıcı kitapçık ve broşürlerini stantlarının üzerine koymuşlar, isteyenler alıp çantaya koyuyor, gidiyorlardı. Gezinen, dolaşan insanların ellerinde üçer beşer içleri dolu çanta vardı. İnsanların bu denli meraklı olmalarını doğrusu yadırgadım. Demek ki gidecekleri yerleri yakından tanımak, gidemeyecekleri yerleri de broşürlerde görmek istiyorlardı.
Yüreğimizde tarifsiz bir heyecan vardı, eşim de ben de Erzincan’ın standını acayip merak ediyorduk. Neler sergileniyordu acaba ve kimler gelmişti memleketimizden. Tanıdık var mıydı?
Bir saat kadar turizm acentelerinin bulunduğu salonları gezdik. Benim şansımdır aradığım şeyi hep sonlarda bulurum. Bizim standımızın 12. salonda olduğunu koridorlara konulan planlarda gördük. Ancak 12. salonu bulmamız da bir yarım saati buldu. Çok büyük bir alan olduğu için hangi salon nerde diye aramak gerekiyordu. Gerçi koridorlarda ok işaretleriyle salonların yerleri belirtilmeye çalışılmış ama bulmakta bayağı zorlandık.
Her standın üzerinde neresi olduğu yazılıydı. Kendilerine özgü ürünlerini ziyaretçilerin görüp alabileceği şekilde stantların üzerine sıralamışlardı. Beğendiğinizden tadabiliyor, isterseniz satın alabiliyordunuz. Ayrıca standın içine konulan masalara, çeşitli pasta vb. konularak ziyaretçilerin oturup dinlenmeleri ve tatmaları sağlanıyordu.
Uzaktan görkemli görünüyordu bizim stant, Terzi Baba Mezarlığı’nın girişini canlandıran bir türbe görünümü yapmışlar ki gayet gösterişliydi. Standın içine üç dört masa koyulmuştu diğerlerinde olduğu gibi ama ne yazık ki bizim masalarda hiçbir yiyecek maddesi yoktu.
Standımız güzel bir konumda yer almıştı. İki yolun kesiştiği köşede gayet büyük bir alana yerleşmişti. Büyük harflerle yazılan ERZİNCAN yazısı uzaktan göründüğünde bayağı heyecanlandım. Yaklaştığımızda standın arkasındaki iki camlı dolapta çeşitli kaplarda petek balları ve kavanozlarda sızma ballar gördük. Niye kapalı ve camlı dolapta derseniz o da kendi takdirleri olmalı. Standın üzerine koysalardı da insanlar yakından görse hatta sorup alsalardı ya. Orada duran görevliye “Erzincan’dan mı geldiniz” diye sorduğumda “hayır” cevabını aldım.
Devamında bakır el işleri sergileniyordu poşetlere konulan bakır kaplar standın üzerine konulmuştu. Kirpikli sahan gibi işlemeli büyük bir tabağa gelen giden alıp yesin diye leblebi konulmuştu. Köşeyi dönüyorsunuz standın üzerinde yine bakır el işleri. Bir bakır işleme ustası alçak bir tabureye oturmuş bakır üzerine işleme yapıyor. Kendisiyle konuştum, Erzincan’dan geldiğini söyledi.
Standın içine girdik, kültür müdürü kardeşimiz Metin Çankaya bizi karşıladı. Eski dostumuzdur oturup sohbet ettik. Bize leblebi, dut kurusu (çemiç), meyveli Erzincan maden suyu, daha sonrada çayla tatlı ikramında bulundu. Yarım saatten fazla konuştuk. Panolarda Ergan Kayak Merkezi’nin tanıtımı, Şubat ayında yapılacak açılış merasimi ve yapılacak yarışmalar yazılıydı.
Standın girişinde yüksek bir masanın üzerine tanıtıcı broşürler konulmuştu. Hemen orada bulunan görevliye sordum Erzincan Kültür md. de çalıştığını söyledi.
Standımıza konulan televizyon kapalıydı, “niye açmıyorsunuz” dediğimizde gidip açtı Erzincan’ın tanıtım cd. si görüntü vermeye başladı.
Gözümüz öncelikle tulum peyniri aradı, niye yoktu anlayamadık. Bizim en önemli ürünümüz peynir değil miydi?
Gözümüz gurbette dört gözle arayıp da bulamadığımız “kaysı kurusu, dut kurusu, pestil (kayısı ve dut), kesmece, saruç vb. hepsini aradı, onlar da yoklardı. Demek ki kadınlarımız bu sene istirahat etmişlerdi.
Bizim sadece bakır işlerimiz mi var diye sorduk kendi kendimize. Tanıtmamız gereken başka şeyimiz yok mu? Bunları sergileyecek, sergilenmesini sağlayacak bir sorumlumuz yok mu?
Biz bekledik ki standımızın üzerinde paketlenmiş ve satışa hazır vaziyette tulum peynirleri görelim. Peynir üretici veya satıcıları birisini gönderemezler miydi?
Biz bekledik ki paketlerde leblebi görelim. Nerde Erzincan’ın ekmeğini yiyen Ruhi ve Rahmi kardeşler?
Biz bekledik ki paketlenmiş ve satışa hazır bekleyen dut kurusu, kaysı kurusu ve diğer meyve ürünlerini görelim. Nerede Hükümet Caddesi’ndeki Tadın’ın sahipleri, Buğday Meydanı’ndaki kuru yemişçiler.
Biz bekledik ki kuşburnu suyu ve marmelatı görelim. Nerede Arif Sağır abimizin ürünleri?
Biz bekledik ki başka şehirlerinkinde olduğu gibi ürünlerimiz sergilensin, hepsinin başında birisi olsun. Sorulara cevap versin, satış yapsın.
Acaba neden bizim beklentilerimiz hep boşa çıkıyor.
Kültür müdürümüzün yüzündeki üzüntü ifadesi yoksa bundan mıydı?
Belediye Başkanımız Sayın Yüksel Çakır standımızdaki sefaleti görmedi mi? Kendisi de gelip şereflendirdiği halde niye güzel bir organizasyon yapmadı. Diğer şehirlerin stantlarını görüp utanmıştır umarım.
Daha da ötesi biz bu kadar vurdumduymaz ve bu kadar anlayış özürlü müyüz?
Bana necilikten ne zaman kurtulup sorumluluk alacağız?
Böylesine büyük organizasyonlara nasıl katılmak gerektiğini öğrenemeyecek miyiz?
Valiliğimiz, belediyemiz, onlara bağlı kültür müdürlükleri ne iş yaparlar.
Yüksel Başkanı çok bekledim gelir diye, içimi bir güzel döksem de kurtulsam istiyordum.
Sonuç olarak buruk bir gün yaşadık.
Beynimizde bir sürü soru işareti olduğu halde geri dönerken bu tür organizasyonlar için valilik veya belediyenin bünyesinde bir ünite mi kurulmalı diye düşündük.
Düştüğünüzde bir yeriniz acımıyorsa önemsemezsiniz.