Son yıllarda çocukların gelişimi için özel olarak yazılmış eğitici masallar, küçük yaştaki bireylere önemli dersler veriyor. Her biri kendine özgü karakterler ve olaylar barındıran bu masallar, çocukların değerler dünyalarını inşa etmelerine yardımcı oluyor. İşte o masallardan bazıları:
Elif ve Çoraplarının Hikayesi
Elif, 5 yaşında, anaokuluna giden sevimli bir kız çocuğuymuş. Kıyafetlerini çok seven Elif, her sabah dolabının önünde uzunca bir zaman harcarmış. Geç kalmak üzereyken, ne giyeceğini bulur ve hızla evden çıkarlarmış. Fakat Elif, çorap giymeyi hiç sevmezmiş. Sabahları annesi ona çorap giydirmek için uğraşıyor ama Elif ya hemen çıkarıyor ya da hiç giymek istemiyormuş.
Günlerden bir gün Elif, her zaman ki gibi uyanmış, en sevdiği kıyafetlerden birini giymiş, okula gitmek için hazır bekliyormuş. Annesi elinde çorapla Elif’in yanına gitmiş ama Elif çorabı giymek istememiş. Annesi de derse desin Elif’i ikna edememiş ve okula çorapsız göndermek zorunda kalmış. Anne, öğretmenini arayıp durumdan bahsetmiş ve Elif ile konuşmasını istemiş. Çünkü Elif öğretmenine çok düşkünmüş. Öğretmen “Elifciğim, biliyor musun? Çorap giymediğinde ayakların üşür ve hasta olabilirsin. Eğer üşütürsen oyun oynarken çok çabuk yorulursun ve enerjin azalır” demiş. Elif, “Ama öğretmenim çorap giymek sıkıcı!” diye itiraz etmiş. Öğretmeni ona eğlenceli bir fikir sunmuş. Bir hafta boyunca “En Renkli Çorap” yarışması yapacaklarmış. Her gün en farklı ve renkli çorap giyen kişi bir yıldız alacakmış. En çok yıldız toplayan ise bir sürpriz ödül kazanacakmış.
Kardeşlerin Buz Pateni Hikayesi
Şehrin birinde yaşayan, Elif ve Burak adında iki kardeş varmış. Elif 8 yaşında, Burak ise 10 yaşındaymış. İki kardeş çok iyi anlaşır, bütün gün birlikte zaman geçirirlermiş. En çok sevdikleri şeyde hafta sonları buz pistine gitmekmiş.
Elif ve Burak, buzda kaymayı çok seviyorlarmış. Bu yüzden aileleri onları buz pateni kursuna bile yazdırmışlar. Günlerden bir gün, tatil gününde iki kardeş televizyon izlemeye başlamışlar. Bir süre sonra sıkılmışlar, odalarına geçip biraz oyun oynayıp, kitap okumuşlar. Ama sıkıntıları bir türlü geçmemiş, anneleri onları görünce “Çocuklar, buz patenine gitmeye ne dersiniz?” diye sormuş. Elif ve Burak sevinçten havalara uçmuşlar. Aynı anda “Yaşasın!” diye bağırmışlar. Anneleri “O zaman hemen hazırlanın” demiş ve çocuklar beş dakika içinde hazırlanmışlar. Hemen yola çıkıp kayak alanına gitmişler. Kıyafetlerini giyip kaymaya başlayan kardeşler çok eğleniyorlarmış. Patenleriyle adeta görsel şölen yapıyorlarmış. O sırada, pistin ortasında bir kadının dengesini kaybederek düştüğünü görmüşler. Burak hemen elini uzatıp “Yardım edebilir miyim?” demiş. Kadın gülümseyerek başını sallamış. Elif de kadının eldivenini alıp ona uzatmış. Kadın, “Ne kadar nazik çocuklarsınız, çok teşekkür ederim!” demiş. Burak ve Elif gülümseyerek “Önemli değil, her zaman yardıma hazırız!” demişler.
İki kardeş kaymaya tekrar devam etmişler, Elif “Abi sen bu ablayı tanıyor musun?” diye sormuş. Burak gülerek, “Hayır, ama birini tanımak şart mı? Yardım etmek her zaman güzel bir şey!” demiş. Elif, abisine hak vermiş ve onun bu yardımseverliği karşısında çok duygulanmış. İkisi de neşeyle kahkahalar atarak kaymaya devam etmişler, bu hikayede burada bitmiş.
Zeki Tilki ve Büyülü Kodlar
Bir zamanlar, Tekno Ormanı adı verilen bir yerde, hayvanlar teknolojiye büyük ilgi duyardı. Bu ormanda en zeki hayvanlardan biri olan Tilki Zento, eski ağaçların kabuklarına kazınmış gizemli kodları çözmeyi çok severdi. Bir gün, Zento eski bir meşe ağacının dibinde parlayan bir taş buldu. Taşın üzerinde “Bilgi, paylaşınca büyür” yazıyordu.
Zento taşı aldı ve en iyi arkadaşı Baykuş Telmo’ya gösterdi. Telmo, bilge bir baykuştu ve hemen taşı inceledi. “Bu taş, unutulmuş bir bilgi ağını açabilir! Ama bunu kullanabilmek için eski kodları çözmelisin,” dedi.
Zento, ormanda saklı Büyülü Kodlar Kitabı’nı bulmaya karar verdi. Kitabın, ormanın en yüksek tepesindeki Parıltılı Çam Ağacı’nın kovuğunda olduğu söyleniyordu. Ama oraya ulaşmak kolay değildi. Önünde şifreli kapılar, bilmeceli yollar ve ışık oyunları vardı.
İlk engelde, ağaçların dallarına kazınmış sayı dizilerini gördü. Telmo, “Bu bir kod! Eğer bunları doğru sıralarsan, kapı açılır,” dedi. Zento, dikkatlice rakamları inceledi ve doğru sırayla dokundu. Aniden büyük bir taş kapı açıldı!
İkinci engelde, karşılarına yansımalı bir duvar çıktı. Duvara bakınca, ters yazılmış kelimeler gördüler. Zento, hızlıca kelimeleri doğru okuyarak sihirli şifreyi söyledi. Bir anda duvar kayboldu!
Sonunda Parıltılı Çam Ağacı’na ulaştılar. Kavuğun içinde, Büyülü Kodlar Kitabı parlıyordu. Zento kitabı açtı ve içindeki eski bilgileri okudu. Bu bilgiler, ormandaki tüm hayvanların güvenli bir iletişim ağı kurmasını sağlayacak bir teknolojiyi anlatıyordu.
Zento ve Telmo, öğrendikleriyle hayvanları birbirine bağlayan bir bilgi ağı kurdu. Artık herkes ormandaki olaylardan haberdar olabiliyor, yardımlaşabiliyor ve yeni şeyler öğrenebiliyordu.
Bundan sonra, Tekno Ormanı’ndaki tüm hayvanlar bilgilerini paylaşarak birbirine yardımcı oldu. Ve Zento’nun akıllı çözümleri sayesinde, teknoloji ormanda dostluk ve dayanışma için kullanıldı.
Kayıp Deniz Feneri ve Ay Işığı
Bir zamanlar, denizin tam ortasında, büyük bir kayalığın üzerinde bir deniz feneri vardı. Bu fener, yalnızca denizcilere yol göstermekle kalmaz, aynı zamanda ay ışığını toplayarak geceleri yıldızlar kadar parlardı. Ancak bir gün, fenerin ışığı aniden söndü. Denizciler yollarını kaybetti, köydeki herkes endişeye kapıldı.
Bu köyde yaşayan küçük bir kız olan Lira, deniz fenerinin sönen ışığını yeniden yakmak için yola çıkmaya karar verdi. Lira’nın en sevdiği yoldaşı, bilge bir martı olan Piri’ydi. Piri, eski hikâyeler anlatır ve denizde ne varsa her şeyi bilirdi. Lira, Piri’ye dönerek, “Fenerin ışığını neden kaybettiğini bulmamız lazım. Köyümüzün buna ihtiyacı var!” dedi.
Lira ve Piri, deniz kıyısındaki fenerin yolunu tuttular. Fenerin kapısını açtıklarında, içeride rüzgârın uğultusundan başka bir şey duymadılar. Ancak yukarı çıkan taş merdivenlerin üzerinde parlayan küçük bir iz gördüler. Lira, izleri takip ederek en üst kata çıktı. Fenerin kalbinde, eskiden ışık saçan dev kristalin yerinde olmadığını fark etti.
Tam o sırada, bir ses yankılandı. “Kristali mi arıyorsun?” dedi ince bir ses. Lira, sesin geldiği yöne döndüğünde, ışık saçan minik bir balık gördü. Balık, fenerin içinde uçuyormuş gibi süzülüyordu. “Ben Gece Balığı. Kristal çalındı. Onu geri getirmek istiyorsan, ay ışığının düştüğü yere gitmelisin,” dedi.
Lira ve Piri, Gece Balığı’nın rehberliğinde deniz kıyısından ilerledi. Ay ışığının en parlak olduğu bir koyda, kristali bulmaları gerekiyordu. Yol boyunca güçlü dalgalarla karşılaştılar, rüzgâr saçlarını savurdu, ama ikisi de vazgeçmedi.
Sonunda, ay ışığının suya düştüğü koyun tam ortasında, deniz üzerinde yüzen bir taş platform buldular. Taş platformun tam ortasında kristal duruyordu. Ancak kristali koruyan bir su ejderhası vardı. Ejderha, “Bu kristal burada kalmalı. Deniz benim evim ve kimse burayı aydınlatmaya hakkım yok,” dedi.
Lira cesurca öne çıktı. “Ama bu kristal, denizdeki herkesin yolunu bulmasını sağlıyor. İnsanlar ve deniz bir arada yaşayabilir. Kristali geri verirsen, biz de denizi koruyacağız,” dedi. Ejderha, Lira’nın kararlılığına hayran kaldı. “Eğer dediğin gibi insanlık denizi koruyacaksa, kristali geri alabilirsiniz,” dedi ve kristali Lira’ya uzattı.
Lira, kristali alıp fenerin tepesine geri götürdü. Kristali yerine koyduğunda, fener yeniden parladı. Ay ışığı kristale yansıyarak gökyüzünü aydınlattı ve denizciler yollarını bulmaya başladı.
O günden sonra, köyde kimse denizi kirletmedi ve herkes denizle dostça yaşamaya söz verdi. Lira ve Piri’nin cesareti, köyde nesiller boyunca anlatılan bir hikâye oldu.
Karanlık Şatonun Yıldızları
Bir zamanlar, yüksek dağların arasında bir şato vardı. Bu şato, çevrede yaşayan halk tarafından “Karanlık Şato” olarak anılırdı. Gündüzleri sakin görünen bu şato, gece olunca yıldız gibi parlayan ışıklarla dolardı. Ancak kimse bu ışıkların nereden geldiğini bilmezdi. Şatoya yaklaşan herkesin yolu, kalın sislerle kaplanır ve geri dönmek zorunda kalırdı.
Köyde yaşayan Mavi adında cesur bir çocuk, bu gizemi çözmeye karar verdi. Mavi, annesine, “Korkacak bir şey yok. Şatonun sırrını öğreneceğim ve bu ışıkların ne olduğunu bulacağım,” dedi. Annesi endişeyle baksa da, Mavi’nin kararlılığına karşı gelemedi. Ona sadece, “Akıllı ve dikkatli ol,” dedi.
Ertesi sabah, Mavi yanına sadece bir fener, bir parça ekmek ve dedesinden kalan eski bir pusula alarak yola çıktı. Şatoya yaklaşırken sis iyice yoğunlaştı, ama Mavi geri dönmedi. Sislerin arasında bir süre ilerledikten sonra birden karşısına uzun boylu, pelerini parlayan bir figür çıktı.
“Kim cesaret eder de buraya kadar gelir?” dedi figür. Mavi, cesaretle cevap verdi: “Benim adım Mavi. Yalnızca bu şatonun sırrını öğrenmek istiyorum.”
Figür, “Eğer sırrı öğrenmek istiyorsan, önce kendini kanıtlamalısın,” dedi ve elindeki asayı yere vurdu. Şatonun çevresi birden parlayan yıldızlara dönüştü. Figür devam etti: “Bu yıldızlar arasında saklı bir anahtar var. Onu bulabilirsen, sırrı öğrenebilirsin.”
Mavi yıldızların arasında dolaşırken, parlak bir ışığın diğerlerinden farklı olduğunu fark etti. Yavaşça ışığa yaklaştı ve küçük, kristal bir anahtar buldu. Figür, Mavi’nin elindeki anahtarı görünce başını eğdi ve “Hak ettin,” dedi.
Figür, Mavi’yi şatonun içine götürdü. İçerisi altın ve gümüşle süslenmiş, büyülü bir dünya gibiydi. Şatonun tam ortasında, büyük bir yıldız havuzu vardı. Figür, “Bu yıldızlar, iyi kalpli insanların dileklerini gerçekleştirir. Ancak son zamanlarda çok az kişi buraya ulaşmaya cesaret etti. Senin gibi saf kalpliler sayesinde bu yıldızlar tekrar parlayacak,” dedi.
Mavi, “Bu yıldızlar neden hep burada kalıyor?” diye sordu. Figür gülümsedi ve “Onlar yalnızca cesur ve iyi kalplilere yol gösterir,” dedi.
Mavi köyüne döndüğünde, herkes onun macerasını dinlemek için toplandı. O günden sonra, Karanlık Şato artık “Yıldız Şatosu” olarak anılmaya başlandı. Ve Mavi, yıldızların cesur koruyucusu olarak hatırlandı.
Ali ve Kalemlerinin Hikayesi
Ali, ilk okul 2.sınıfa giden, sevimli, arkadaş canlısı bir çocukmuş. Arkadaşlarıyla oyun oynamayı, kitap okumayı, resim yapmayı çok severmiş. Her gün farklı resimler çizer, özenle boyarmış. Fakat, resim yaparken kalemleri sürekli ağzına alıp, uçlarını ısırıyormuş. Bazen o kadar kendini kaptırıyormuş ki dişleri boya oluyormuş. Bu durum öğretmeninin de dikkatini çekmeye başlamış. Ali’yi bu huyundan vazgeçirmek istiyormuş, bu yüzden Ali’yi yanına çağırıp “Ali, kalemini sürekli ağzına götürdüğünü görüyorum. Biliyor musun, bu sağlığın için hiç iyi değil. Kalemlerin üzerindeki mikroplar seni hasta edebilir. Ayrıca dişin, dilin de boya oluyor” demiş. Ali üzülerek, “Ama farkında olmadan yapıyorum öğretmenim, bırakamıyorum” demiş. Öğretmeni ona küçük bir oyun önermiş. Ali’nin sevdiği renklerde bir bileklik yapmışlar ve Ali her kalemini ağzına götürdüğünde bilekliğe dokunup “Bu bir hatırlatma!” diyecekmiş. Ayrıca masasına “Kalemi ağzına götürme!” yazılı küçük notlar koymuşlar. Ali başta zorlanmış ama bir hafta içinde bu alışkanlığını azalmış. İkinci hafta ise hiç yapmamış! Öğretmeni ona güzel bir hikâye kitabı hediye etmiş. O günden sonra Ali, kalemini artık sadece yazı yazmak için kullanmış. Bu hikayede burada bitmiş.
Aslan Kral ve Küçük Yavrusu Masalı
Günlerden bir gün çok büyük bir ormanda kral olan bir aslan varmış. Ormanın tüm sorumluluğu Aslan Kral’ın üzerindeymiş. Diğer tüm hayvanlar, çiçekler ve ağaçlar bir sorun ile karşılaştıklarında Aslan Kral’dan yardım isterlermiş. Böylece hepsi mutlu mesut yaşamaya devam edermiş.
Aslan Kral’ın hiç beklemediği bir anda yavrusu olmuş. Tıpkı kendisi gibi altın renkli tüylere ve ateş gibi gözleri ile Aslan Kral’a çok benziyormuş. Bu yüzden Aslan Kral ileride ormanın yeni kralı olması için yavrusuna eğitim vermeye karar vermiş.
Sorunları nasıl çözdüğü, diğer canlılara nasıl yardım ettiği ve ormanın düzenini nasıl sağladığını her gün yavrusuna anlatıyormuş. Gel zaman git zaman aslan kralın küçük yavrusu genç bir aslan olmuş. Bu sırada aslan kral iyice yaşlanmış ve çoğu işini artık oğluna bırakmaya karar vermiş. Tüm orman halkı yardım istemek için genç aslanı tercih ediyormuş.
Genç aslan büyüyüp akıllı bir aslan olduğunda ormanda görkemli bir kutlama yapılmış. Tüm orman halkı yeni krallarını kutlamak için ormanın meydanında toplanmış. Bu büyük ormanın yeni kralı olacak olan Aslan Kral’ın oğlu, yapılan kutlamalar ile ormanın yeni kralı seçilmiş. Artık yaşadıkları bu uçsuz bucaksız olmanın tüm sorumluluğu yeni kralın üzerindeymiş.
Orman çok büyük olduğu için içinde sayısız canlı yaşıyormuş. Bu büyük ormanın sorumluluğu da yeni kral için oldukça fazlaymış. Her ne kadar tüm canlılara yardım etse de gözü hep babasını arıyormuş. Babasının yeni kral küçükken ona öğrettiği her şeyi hatırlamış ve sahibi olduğu bu ormana büyütmek için çalışmaya devam etmiş. Artık ne zaman bir zorluk ile karşılaşsa babasının öğütlerini hatırlıyor ve ormanın tüm işlerini ve sorumluluklarını başarıyormuş.