Gülöksüz, 6 Şubat’taki Kahramanmaraş depremlerinin sonrasında yaşanan yeniden yapılandırma tartışmaları için, Erzincan depremini ve TOKİ'nin, Erzincan ve yüzbinlerce dar gelirli için ürettiği ödüllü projenin önemine işaret etti.

Erzincan’da 1939 ve 1992 yıllarında meydana gelen depremleri Türkiye’nin deprem tarihinde kırılma noktaları olarak tanımlayan Gülöksüz, özellikle 1939’daki büyük deprem sonrası, kayıpların kader olmadığı ve devletin sorumluluğunda yapılması gereken işler olduğunun fark edildiğini söyledi. Gülöksüz, 1992 yılında yine Erzincan’da meydana gelen depreminin ardından ise ülkenin bir deprem ülkesi olduğu, deprem öncesi, sırası ve sonrası planlama ve uygulamalarının bilimin konusu olması, yapılandırma ile birlikte bilgi üretilmesinin amaçlandığını söyledi.

“Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), teknik müşavirlik sözleşmeleri ile projelendirme ve kontrolde baştan sona uygulamanın içinde tutulmuş, üretilen bilgi kayda geçirilmiş, deprem mühendisliği, statik güçlendirme, FIDIC kuralları çerçevesinde yüklenici kapasiteleri sistemli olarak geliştirilmiştir. Yükleniciler ve Yönetim bu sistem içinde teknik, idari ve mali denetim altında tutulmuştur” diyen Gülöksüz, Erzincan uygulamasının Birleşmiş Milletlerce ödüllendirildiğini ancak devletin kendi ürettiği deprem bilgi ve kapasitelerini sonraki depremlerde yeterince kullanamadığını vurguladı.

Kamunun 6 Şubat depremlerinden sonra 1992 yılında bulunduğu noktada olduğunun altını çizen Gülöksüz, Erzincan deneyimini hatırlatmakta fayda olduğunu belirtti.

Yiğit Gülöksüz'ün "Erzincan 1992 Deneyimi" üzerine, Serbest Mimar 48 Dergisi’ne verdiği söyleşi şöyle:

Şehir Tipi “Tekli Blok” Erzincan Merkaz Mimar Sinan’da 588 adet konuttan örnekler

Yasemin Aysan: Yiğit hocam, 1992 Erzincan depremi sonrası kentin yeniden yapılanmasında o zamanki TOKİ Başkanı olarak önemli bir model geliştirdiniz. Dünya Bankası'nın devlete verdiği kredinin planlama ve uygulamasını yönettiniz. O deneyimden beri afet sonrası inşaat TOKİ eliyle yapılıyor. Son Maraş merkezli deprem sonrasında da yine TOKİ eliyle yapılacağını biliyoruz. Elbette Erzincan'la ölçek farkının getirdiği önemli farklılıklar var. Ancak Erzincan'ın TOKİ eliyle yeniden inşası deneyimlerinizden alınabilecek dersler mutlaka vardır. Öncelikle projenin ölçeği ve kapsamını paylaşabilir misiniz?

Yiğit Gülöksüz: Evet, önce kısaca Erzincan depreminin hasar tespitine bakalım. 13 Mart 1992 Depremi Erzincan ili ve yakın çevresini etkilemiştir. Ama asıl hasar, Erzincan merkezinde ve çevresindeki köylerdedir: 653 can kaybı, 850’si hastane tedavisi gerektiren 3850 yaralı... İlk ay içinde, kurtarma, ilk yardım, geçici barınma, yiyecek vb. dağıtım gibi acil yardım hizmetleri gerçekleştiriliyor. Bizim Toplu Konut İdaresi olarak, Başbakanlıkça görevlendirilmemiz Temmuz 1992 sonudur. Yıkılan 8 bin 430 konut ile bin 200 işyerinin yeniden yapımını, orta hasarlı 7 bin 140, hafif hasarlı 9 bin 100 konutun ve 2400 işyerinin onarımını içeren proje uygulanmaya kondu. Erzincan Yeniden Yapılandırma ve Rehabilitasyon Projesi, bunların yanında, yıkılan ve hasar gören hastane, okul, diğer kamu binaları ve ticari yapıların yeniden yapım ve onarımını da kapsıyordu. Elektrik, su, kanalizasyon gibi şehir altyapısının, sulama ve ağıllar gibi tarımsal altyapının onarımını da içeriyordu. Kısaca, depremde hasar gören yapı ve altyapılar yenilenerek, ekonomik ve sosyal hayatın bu bölgede normalleşmesi amaçlanıyordu. Bu işler için kamu kaynakları yanında dış krediler de kullanıldı.

Hükümet, depremi takip eden haftalar içinde Avrupa Konseyi'ne ve Dünya Bankası'na başvurdu. Avrupa Sosyal Kalkınma Fonu'ndan 150 milyon euroluk ve Dünya Bankası'ndan da 285 milyon Amerikan Doları kredi sağlandı. Avrupa Sosyal Kalkınma Fonu'ndan sağlanan kredi, Bayındırlık Bakanlığı eliyle, konut yapımı ve onarımı için hızla devreye girdi. 1992 Temmuz ayı sonunda ikraz anlaşması imzalanan Dünya Bankası kredisi ise, Başbakanlıkça görevlendirilen Toplu Konut İdaresi eliyle, projede, acil konut üretimi dışındaki bütün yapı ve altyapıların yapım ve onarım işleri için kullanıldı. Projelendirme, mühendislik, teknik müşavirlik ve eğitim hizmetleri, Deprem Araştırma Merkezleri bulunan ODTÜ ve İstanbul Teknik Üniversitesi ile yapılan protokoller çerçevesinde yürütüldü.

Kahramanmaraş’la başlayan ve on bir ilde can kayıplarına ve hasara neden olan son deprem, bütün olarak görülürse, dediğiniz gibi, Erzincan depremi ile kıyaslanamaz büyüklüktedir. Ancak on bir ilin her biri, en azından bunların bir bölümü, Erzincan ile karşılaştırılabilecek durumdadır. Bu nedenle, Erzincan deneyiminden yararlanılabileceğini düşünüyorum.

"Marmara depreminde bütün bu bilgilerden faydalanıldığını gördük"

Öncelikle projenin temel prensipleri nelerdi?

Türkiye bir deprem ülkesi. Bu tespitten hareketle, Erzincan’da yapılacak her çalışmanın, daha sonra beklenen depremler için de bilgi üretmesini, kurumlar ve yapımcı kuruluşlarda kapasite artışı sağlamasını amaçladık. Bu prensipten hareketle, Erzincan projesini bir “deprem laboratuvarı” olarak gördük ve diğer paydaşların da olayı böyle algılamasını sağlamaya çalıştık. Erzincan deneyiminin daha önceki deprem sonrası uygulamalardan en önemli farkı belki de budur. Deprem hasarları giderilirken, yeni yapılar yapılırken, hasarlı binalar onarılırken, statik güçlendirmeler yapılırken, uygulamalar, yeni teknikler kayda geçti ve deprem-bilimin gündemine girdi. Deprem öncesi risk azaltma önlemleri, deprem sonrasında etkili müdahale yöntemleri, deprem sonrasında depreme dayanıklı şehirler ve depreme dirençli yapılar üretmek için yapılması gerekenler için Erzincan, ODTÜ ve İTÜ Deprem Araştırma Merkezleri'nin uygulama ve sonuçlarını sınama alanı haline geldi. Bu üniversitelerle, Bayındırlık Bakanlığı iş birliği içinde protokoller yapıldı. Bu protokoller uyarınca bu üniversitelerin deprem araştırma merkezlerinin hocaları yanında asistanları, doktora öğrencileri de sahada çalıştılar. Projelere ve Uygulamalara müşavirlik yaptılar, hesapları kontrol ettiler ve Teknik Müşavirlik hizmeti verdiler. Dolayısıyla buradan sadece nitelikli depreme dayanıklı yapılar elde etmedik, bu konuda insan kaynağı kapasitesini geliştirdik ve aynı zamanda da bu konuda bilgi ürettik. Örneğin, ilk defa bu ölçekte bir projede uygulanmış olan statik güçlendirme çalışmaları, bu alanda çok sınırlı olan müteahhitlik ve deprem mühendisliği kapasitesini geliştirdi. Daha önceki depremlerde, yıkılan binalar yerine yenileri yapılıyordu ama statik güçlendirme, sistematik olarak ilk defa Erzincan uygulamasında gerçekleştirildi. Aynı zamanda yapılanları belgelediler ve bu belgelere dayalı olarak da ulusal ve uluslararası kongrelere bildiriler verdiler. Böylece deprem konusunda Erzincan deneyiminin deprem literatürüne de katkısı oldu. Ondan hemen üç dört sene sonra 1999 yılında meydana gelen Marmara depreminde bütün bu kapasitelerin kullanıldığını, bu bilgilerden faydalanıldığını gördük.

Bu projenin uygulanmasında da izlenen temel bir diğer prensip; proje-uygulama-kontrol sürecinin bütünlüğünün korunmasıdır. Uygulamaların, İhale sistemi de dahil olmak üzere, Dünya Bankası ikraz anlaşmasının da bir koşulu olarak FIDIC mevzuatına uygun olarak yapılmış olmasıdır. FIDIC uluslararası müşavir mühendisler birliğinin kısaltılmış adıdır; uzun bir dünya tecrübesine dayalı olarak geliştirilmiş bir yapım ve kontrol sistemidir. İşveren, işi yapan müteahhit ve teknik müşavir üçgeninin arasında yazılı mevzuata dayalı bir sistemdir. Bağımsız teknik müşavire ve bağımsız mali denetime sahip olan, işverenin ve müteahhitin haklarını koruyan ve her ikisini de kontrol eden bir sistemdir. Böylece yapı, yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortasına konu olabilecek şartlara sahip olabilir. Depreme ve diğer afetlere dirençli şehirlere ve yapılara sahip olmanın bilinen, denenmiş bir yolu, yapı ve mesleki sigortalar yolu ile işlerin ehil ellerle doğru yapılmasını sağlamaktan geçer.

Bildiğiniz gibi Maraş merkezli depreme kadar Türkiye'nin bu yüzyılda kayıtlı en şiddetli ve hasara yol açan depremi yine 1939 yılında Erzincan'dı. 1939 sonrasında afete yönelik önemli planlama, mevzuat ve kurumsal gelişmeler oldu. Şehrin tümüne yakını yıkıldığından yeni kent 1-1,5 kilometre ötede yamaca kuruldu, 2 ve 3 katlı binalar yapıldı. 1992’deki Erzincan depremi sonrası hangi hayati planlama kararları alındı? 1939’un etkileri oldu mu?

1939 Erzincan ve sonra bizim çalıştığımız 1992 Erzincan depremleri, her ikisi de Türkiye’de deprem sonrası müdahale tarihinde birer kırılma noktası oluşturur. 1939’daki deprem Türkiye'de kayıtlı en büyük depremdir. Bu deprem olduğunda kıştı, kar yolları kapamıştı, çok geç ulaşıldı, çok can kaybedildi... İlk defa deprem konusu kamunun gündemine geldi, bunun kader olmadığı, devletin sorumluluk alanı içinde olduğu fark edildi. 1930’lu yıllarda İtalya'da oluşturulan deprem yönetmeliklerinden esinlenilerek 1940’lı yıllarda ilk deprem yönetmelikleri yürürlüğe girdi. 1939 depremi ülkemiz deprem tarihi açısından çok önemli bir başlangıç noktasıdır. İlk deprem yönetmeliklerinin hazırlanması ile birlikte, Erzincan şehri için yeni bir şehir planı yapıldı. Bir iki katlı binalara izin veren, daha sağlam zeminlere doğru gelişen bir plan...

Erzincan’da inşa edilen modern ticaret merkezlerinden bazılarına ait genel görüntü

Erzincan’da 1940’lı, 50’li yıllarda bu yeni şehir planı çerçevesinde gelişmeler oldu. Daha sonra 1960’lı yıllardan başlayarak, şehir nüfuslarındaki artışın da zorladığı kat artışları ve imar afları sonucu yüksek katlı binalar oluşmaya başladı. Deprem unutulmaya, Depreme karşı kurulan plan disiplini gevşemeye başladı. Önce dört kata kadar, sonra ana caddeler üzerinde altı kata kadar çıkan olupbittilerle ve daha sonra da imar aflarıyla bunların yasal hale getirilmesi şeklinde olay gelişti. Ama 1992 depreminde en çok, imar afları ile affedilmiş olan bu yüksek katlı binalar yıkıldı... Depremler çok yıkıcı da olsa, şehirler büyük ölçüde kuruldukları yerde kalıyor. Ayrıntılı zemin araştırmaları, fay hatları ve çevresini belirledikten sonra, diğer alanlarda, zemin koşulları ile uyumlu depreme dayanıklı yapılara izin veriliyor. Şehirlerin çevresinde, daha iyi zemin koşullarının olduğu alanlarda da yeni konut mahalleleri oluşuyor. Erzincan’da da böyle oldu; Toplu konut İdaresi olarak yeniden inşa ettiğimiz hastaneler, iş merkezleri, kamu binaları vb. çoğunlukla bulundukları yerde yeniden, ama mimari ve statik projeleri depreme dirençli olarak, şehir planı içinde yer aldılar. Bayındırlık Bakanlığınca üretilen yeni toplu konut mahalleleri ise, şehir planı gelişme alanlarında, şehir çevresinde, görece daha sağlam zeminler üzerinde inşa edildi.

"Yazıcıoğlu’nun orada Vali olarak bulunması Erzincan için bir şans oldu"

1999 Marmara depreminde olduğu gibi kısmi hasar olduğunda kenti terk etmek yerine kentin bir kısmı riskleri azaltma yönünde rehabilite edilirken yüksek riskli ve tamamen yıkılan yerler çok uzak olmayan yerlerde yeniden inşa ediliyor. Maraş merkezli afetin yarattığı hasar düşünülürse 11 ilde olduğu için muhtemelen yine yeni yerleşimler oluşturulacak. Bu yeni yerleşmeler oluşturulurken, Maraş, Hatay gibi şehirler hatta etkilenenlerin tümünde halk eski kentinin kimliğini kaybetmekten endişeli. Eski kent ve yeni yerleşmelerin ortak bir kent kimliğini kurabilmesi için nasıl bir yaklaşım önerirsiniz?

Genel bir gelişme stratejisi çerçevesinde, bu söylediklerinizin hepsine yer olmalıdır.  Kentin bir gelişme stratejisi, buna bağlı bir çevre planı akılda tutularak çalışmalara başlanabilir. Deprem sonrası doğan acil konut ihtiyacı için bazı yerlerde toplu konut uygulamalarının yapıldığını görüyoruz. Bunları şehir merkezi içindeki boşluklarda değil de şehirden belirli bir mesafede mikro-bölge çalışmalarının zemini uygun gördüğü yerlerde, merkezle arasında belirli bir mesafe bırakarak konumlandırmalıdır. Eşzamanlı olarak hem şehir merkezini hem çevredeki yeni gelişmelerle ilişkileri kapsayan, içine alan bir stratejik gelişme planı da çalışılmalıdır.

Şehir merkezine gelecek olursak, önce mevcut tarihi, kültürel ve doğal kimlik değerlerinin hasarlarını acele etmeden onarmak gerekir. Bu işlerin uzmanlarca ve dikkatle yapılması gerekir ve bu da zaman alır. Şehirlerin kimliği mevcut olanlardan ibaret olamaz. Şehirler gelişecek, yeni ihtiyaçları karşılayacak ama bunu yaparken kimliğini de geliştirecektir. Bunun sağlanması için, ilhan Tekeli’nin önerdiği gibi Türkiye'nin tümünde geçerli olan tek imar yönetmeliği yerine her şehir için kendine özgü bir imar yönetmeliği olması önerilebilir. Konut alanlarında farklı gelir gruplarının her biri için ödeme imkanlarına uygun çözümler bulunmalıdır; çünkü konut sorununun çözümü demek her gelir grubu için konut sorununun çözümü demektir. Bu da bizi konut tasarımı, yapı malzemesi ve yapımın örgütlenmesi konularında yaratıcı bir çeşitliliğe yöneltecek, tekdüzelik’ ten uzaklaştıracaktır. Yapı malzemesi ve yapı teknolojisi alanında betonarme dışında çözümler, ülkemizin farklı koşulları olan şehirlerini birbirlerinden farksız yapılanmaktan koruyabilir.

Konut üretiminde tekdüzeliğin asıl nedeni, aşırı merkezileşmiş bir yapıda olmasıdır. Yerel kültürlerin, bu her şeyi denetleyen merkez altında nefes alıp gelişmesi mümkün mü? Konut üretiminde de asıl aktör şehir yönetimi olmalı. Merkezi yönetim, finansman sağlayan, temel prensipleri koyan bir aktör olarak rol oynamalıdır. Belediyeler, şehir halkının örgütlü yapılarıyla birlikte karar oluşturmalıdır. Çünkü onlar halka daha yakın ve  bundan kaynaklanan imkanları ve yetkileri var. Yerinden yönetim hem halkın katılımını hem de halkın ihtiyaçlarının daha iyi karşılanmasını sağlayacak yönetimlerdir. Ancak bunun önemli bir istisnası var: Geri dönüşümü imkansız olan tarihi ve kültürel yapılar ve doğal değerlerle ilgili kararlar mutlaka uzmanlığı belli, yüksek kurullara bırakılmalıdır. Yani bunlarla ilgili merkezi yönetim yahut yerel yönetim veya halk katılımı ile karar verilemez. Çünkü bunlar yerel değil, sadece zamanımıza ait değil, insanlığa ve geleceğe ait değerlerdir.

1992 depreminden sonra Dünya Bankası kuralları oldukça katı ve karmaşık olduğu için yepyeni bir grup yönetim modeli kurdunuz. Proje yönetim planlama ve uygulama bileşenleri nelerdi? Sorumluklar nasıl dağıldı bakanlıklar, yerel yönetim, TOKİ, üniversiteler, yerel örgütler, afetzedeler ve benzeri arasında. Bu deneyimden bugün için ne tür yönetim modeli önerileri yapılabilir?

Erzincan'da bizim, Toplu Konut İdaresi olarak uyguladığımız yönetim modeli, bir yandan Dünya Bankası ikraz anlaşmasının koşulları, öte yandan Türkiye koşulları düşünülerek oluşturulmuş bir yönetim modelidir. “Erzincan Depremi Rehabilitasyon ve Yeniden Yapılandırma Projesi” için Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) arasında 27 Temmuz 1992 tarihli İkraz anlaşması çerçevesinde 285 milyon ABD Doları tutarında kredi sağlanmıştı. Bu kredi ile gerçekleştirilmekte olan proje, birçok bakanlık ve resmi kuruluşu ilgilendiren çeşitli bileşenlerden oluşuyordu. Bu nedenle, ilgili Bakanlık ve Resmi Kuruluşlarla 9 adet protokol imzalanarak, çalışmaların koordineli bir şekilde yürütülmesine zemin hazırlandı.  Yine, Erzincan’da, Avrupa Sosyal kalkınma Fonu'ndan sağlanan 150 milyon euroluk krediyi yönetmekte olan Bayındırlık Bakanlığı ile de koordinasyon sağlandı.

Dünya Bankası ile yapılan İkraz anlaşmasının da bir gereği olarak, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Ankara’da, merkezde bir “Proje Koordinasyon Birimi”(PKB) ve Erzincan'da, yani sahada, PKB’ye bağlı olarak “Erzincan Yönetim Birimi”ni (EYB) kurdu. İşi baştan sona projelendiren, sahada uygulamayı yapan, ihale ve kontrol düzenini işleten, Dünya Bankası, İlgili Bakanlıklar, Valilik, Belediye ve Erzincan’daki kamu ve özel kuruluşlarla ilişkiyi ve koordinasyonu sağlayan yapı budur. TOKİ, o tarihte, Başbakanlığa doğrudan bağlı bir kuruluştu. Başbakanlık altında, üst düzey koordinasyonu sağlayacak bir “Yönlendirme Komitesi” oluşturulmuştu. TOKİ’nin idari olarak bağlı olduğu devlet bakanı bu komitenin başkanlığını yapıyordu. Başbakanlığın 29 Mayıs 1992 tarihli yazısı ile projenin yönetiminden ita amiri olarak sorumlu TOKİ Başkanı ise Genel Sekreteri idi. Bu komitede, Bayındırlık Bakanlığı ve Hazine, sekreterlik, Erzincan Valiliği ve Erzincan Belediye Başkanlığı da üye olarak temsil edilmekteydi.

Erzincan’da, sahada rehabilitasyon ve yeniden yapım faaliyetinin, bunlar için gerekli araç, makine ve teçhizat sağlanması ve dağıtımının gerektirdiği ilişkiler Erzincan Yönetim Birimi tarafından yürütüldü.

Deprem den sonra, hayatı normalleştirmek için çeşitli bakanlıkların, il müdürlüklerinin ihtiyaçları olan iş makineleri, araç gereç TOKİ tarafından sağlandı. Ticaret Odası, sanayiciler, esnaf dernekleri, afetzedeler, resmi ve özel kuruluşlar kendilerince haklı taleplerde bulundular.  Bu talepler Valilik tarafından değerlendirilerek bize iletildi... Vali Recep Yazıcıoğlu, merkezi yönetimin yetkileri ile yerel halkın gücünü ve güvenini harmanlayan çok değerli bir yönetici idi. Depremde Yazıcıoğlu’nun orada Vali olarak bulunması Erzincan için bir şans olmuştur. Toplu Konut İdaresi olarak, sahada Yönetim Birimi kurarak ve onu yetkilendirerek, alınan kararlar ve uygulamalarda yerel değerlere duyarlı bir çalışma ortamı oluşturuldu.

Erzincan Depremi İyileştirme ve Yeniden Yapılandırma Proje Koordinatörü Ömer Kıral ve yardımcıları çalışma halinde

Merkezde Proje ve Koordinasyon Birimi, sahada, Erzincan Yönetim Birimi, işe adanmış bir ekip olarak mükemmel bir iş çıkardılar. (Ömer Kıral ve Nuran Ercan yönetiminde) Dünya Bankası ikraz anlaşması koşulları, proje onay, hesap kabul vb. işlemler ağır bürokratik onay işlemleri gerektiriyordu. Projeler, ihaleler, kontrol sistemleri, hesaplar Uluslararası Müşavir Mühendisler Birliği (FIDIC) mevzuatına ve Dünya Bankası standartlarına uygunluğu her biri için ayrı ayrı onaylanıyordu. O kadar ki, bu işleyişin gerektirdiği kadro ve çalışma sistemine sahip olmadığı gerekçesi ile o tarihteki Bayındırlık Bakanlığı yönetimi Dünya Bankası Kredisini kullanamayacağını belirtmiş, onun üzerine, Başbakanlıkça TOKİ görevlendirilmişti.

Proje Koordinasyon Biriminin ve sahada Erzincan yönetim biriminin, projelerin yapımı, ihalelerin yapılması, uygulamanın kontrolündeki becerisi, başarı olarak kabul gördüğü için, TOKİ’de bizden sonraki yönetimler de daha sonraki deprem uygulamalarında da bu mekanizmayı devam ettirdi.

Şu farkla; önce merkezi ve yerel iki kademeli olan yönetimi, sadece merkezde, “Proje Uygulama Birimi”ne dönüştürerek. Bu önemli bir farktır, sorunların algılanması ve çözüm arayışlarında, ağırlık yerelden, sahadan merkeze kaymıştır.

Elazığ’da devrilen otomobildeki 4 kişi yaralandı Elazığ’da devrilen otomobildeki 4 kişi yaralandı

"Temel soru şu: Merkez ile yerel yönetimler arasında nasıl bir yetki ve kaynak paylaşımı olacak?"

1992 Erzincan depreminde bu merkeziyetçi ve yerel yaklaşımın oldukça dengeli olduğu görülüyor. Ancak daha sonraki depremlerde biraz daha merkeziyetçi bir tutum alındı merkezi idare tarafından. Yeni yerleşmelerde yenilenen kentte yeniden bir hayat kuracakları dahil ederek planlama pek uygulanmadı. Bir örnek vermek gerekirse dünyadan Maraş depremi sonrası benzer büyüklükte depremde az hasar görmesiyle çok sık örnek olarak verilen Şili depremi bence sadece risk azaltma başarısı kadar yeniden inşa sürecine yerel katılım yaklaşımı nedeniyle önemli bir örnekti ve çok başarılı görüldü. Bizde bu tür yaklaşımlar aslında toplu konutta da yeterince yok. Sadece afet sonrasında değil çok sık kullanılmıyor. Sizin bu konuda yorumunuz nedir? Ülkemize uygun bir model midir, buna engeller nelerdir? Nasıl daha dengeli bir yaklaşım yapılabilir?

Tabii ki yerel katılım olmadan olmaz. Demokratik toplumlarda hizmetlerden yararlananların o hizmetle ilgili söz hakları vardır. Sorun daha çok, bu katılımın mekanizması ve yerel ölçeği ile ilgilidir. Yerel Yönetimler, belediyeler, halkın kararlara katılmasını sağlayacak kurumlardır ve Merkezi Kuruluşlarla yurttaş arasında stratejik bir role sahiplerdir. Maraş merkezli deprem sonrası yeniden yapım çalışmalarına bakınca, karar alanında, belediyeleri dışta bırakan aşırı merkeziyetçi bir uygulama görüyoruz. Deprem sonrasında, ilk zamanlarda bu durum etkinlik açısından gerekli olabilir. Şu anda bazı konut inşaatlarının sadece merkezi kararlarla hızla yapılması konusu da hoş görülebilir. Ama bu sürdürülemez bir durumdur, sürdürülmemesi gereken bir durumdur, mutlaka yerel katkı sağlanmalıdır. Etkinlik-katılım dengesi yerel yönetimler yoluyla, şehir yönetimleri yoluyla halkın örgütlü sözcüleri yoluyla artık sağlanma yoluna girmelidir. Biliyoruz ki bu şehirlerin çoğunda çeşitli yurttaş grupları var. Bazıları tarihi eserleri korumak için örgütlü, bazıları doğayı, çevreyi korumak için örgütlü, bazıları oranın kültürel değerlerini korumak için örgütlü, bazıları etnik çeşitliliği korumak için örgütlü; birçok nedenle kendileri için çok önemli gördükleri alanda örgütlenmiş yurttaş grupları var. Bunlara mutlaka kulak verilmesi gerekir. Sonunda bu işler bitecek, yapımcılar gidecekler; orada kalanlar orada yaşayacaklar. Eğer bu yapılmazsa depremden sonra başka illere göç edenler geri dönmeyebilir. O alanlardaki kültürel ortam, yaşam biçimleri, yaşam alanları onların hayatlarının ayrılmaz bir parçası olduğu için tekrar dönmeleri söz konusu. Eğer bunlar tahrip edilirse ve onların düşüncelerine uymayan uygulamalar yapılırsa o gidenleri de kaybetmiş oluruz. Halbuki onlar o bölgelerin asıl korunması gereken kültürünün canlı öğeleridir. Onun için mutlaka yerel yönetimlerin kararlara katılmasını, yetkilerini kullanmasının yolunu açmak, örgütlü yurttaş gruplarına kadar ulaşmalarını sağlamak gerekir.

Son olarak afet bölgesinde yeniden inşa süreci başlamak üzere, hatta başladı diyebiliriz. Birtakım kararlar verildi. Bazı yapılar yeniden inşa ediliyor. Bu kararlar alınmışken herhalde planlama kararlarının da çoğu temel olarak alındı. Sizce bu noktada en vazgeçilmez son öneriler neler olabilir? Yani bazı şeyler artık karar olarak belli ama hala söylenebilecek birkaç şey olabilir. Onları rica edeceğim.

Tabii şunu anlıyorum; mevcut koşullarda, hızlı konut üretmek bir ihtiyaçtır. Bu zaten yapılıyor ve şehirlerin merkezi bölgelerinden belirli bir mesafede, mikro bölge çalışması verilerine dayalı olarak ve mümkünse tarım dışı araziler üzerinde bu yapılabilir. Eşzamanlı olarak, stratejik Gelişme Planı çalışmalarına da başlanabilir. Temel soru şu; nasıl bir planlama?

Tünel kalıbın hem depreme dayanıklı olduğunu hem hızlı üretildiğini biliyoruz ama aynı zamanda, her keseye uygun olmadığını ve her yeri birbirine benzettiğini de biliyoruz. Bu nedenle, tek çözüm olarak görülmemeli. Farklı yapı malzemeleri, yapı teknolojileri, farklı maliyette konut üretmek için yaratıcı çalışmalar desteklenmeli, bunlara uygulama fırsatı verilmeli. Farklı gelir gruplarının imkanlarına göre çeşitlendirilmiş konut üretim ve kredilendirme yolları da araştırılmalıdır.

Arsa vermek, kredi vermek veya mevcut arsa varsa, teknik yardım yapmak, malzeme ve bilgi desteği vermek gibi çeşitli yöntemler var. Bu arada mikro bölgeleme çalışmalarının tamamlanıp tamamlanmadığını bilmiyorum ama mutlaka hızla yapılmalı ve tamamlanmalı. Temel soru şu; planlama ve uygulamada merkez ile yerel yönetimler arasında nasıl bir yetki ve kaynak paylaşımı olacak?

Çok teşekkür ederim. Çok büyük bir afet olması nedeniyle Maraş'ın da tıpkı 1939 ve 1992 Erzincan depremleri gibi bir milat olmasını diliyorum. Bu deneyimden ve geçmiş deneyimlerden öğrendiklerimizle gelecekte afet risklerini büyük ölçüde düşürebileceğimiz bir ülke temenni ediyorum.

Ben de bu dileğinize katılıyor ve TOKİ’nin, Erzincan Projesi ve yüzbinlerce dar gelirli için konut kredisi uygulamalarının ödüllendirildiği “UN Habitat Scroll of Honour 1994” Erzincan Depremi deneyimini hatırlatma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

Yiğit Gülöksüz ile "Erzincan 1992 Deneyimi" üzerine söyleşisi, Serbest Mimar 48 Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Editör: Saliha Kara