Heidi, İsviçreli yazar Johanna Spyri tarafından 1880 yılında yayımlanmış bir çocuk kitabı. Kitap bir kaç nesil boyunca çocukların oldukça sevdiği çizgifilm karekteri olarak da bilinmekte. Kitap birçok kez film ve çizgifilme aktarılarak oldukça meşhur olmuştur. Sevimliliği ve etrafa saçtığı mutlulukla küçükten büyüğe herkesi büyüsü altına alan karekter Heidi, aslında oldukça trajik bir konuya vurgu yapmak üzere kaleme alınmış. Öncelikle kitap hakkında kıssa bilgileri paylaşarak ana konuya daha sonra değineceğiz.
Heidi'nin konusu
Kitapta, Alplerde büyükbabasıyla birlikte doğayla iç içe yaşayan bir kız çocuğunun şehre götürülmesiyle karşılaştığı uyum sorunları; Alplere, büyükbabasına olan sevgisi nedeniyle yaşadığı özlem ve çevresindeki insanların hayatlarını temiz kalbiyle değiştirmesi anlatılmaktadır.
Heidi, beş yaşında tatlı bir kız çocuğudur. Bir yaşında annesini ve babasını kaybetmesi üzerine, beş yaşlarına kadar teyzesinin yanında kalmıştır. Fakat teyzesi Dete, güzel bir iş fırsatı yakaladığı için onu dedesinin yanına bırakmak zorunda kalır. Dedesi, insanlardan ayrı olan, köyden uzakta bir kulübede yaşamaktadır. Heidi dedesini, kulübeyi, doğayı ve oradaki keçileri çok sever. Burada Peter adında bir de arkadaşı olur ve birlikte güzel vakit geçirirler. Peter, kasabada annesi ve gözleri görmeyen ninesiyle birlikte yaşayan bir keçi çobanıdır.
Heidi'nin teyzesi Dete, bir gün Heidi'yi görmek için Alp Dağları'na gelir. Zengin bir ailenin sakat kızına arkadaşlık yapması için Heidi’yi, istemeyerek de olsa Almanya'nın Frankfurt şehrine götürür. Heidi burada evin kızı olan Clara ile iyi anlaşsa da, orada sürekli emirler veren, otoriter bir kişiliğe sahip olan dadı Bayan Rottenmeier onu benimsememektedir. Heidi her geçen gün Alpler'i, köyünü, doğa hayatını, dedesini ve Peter’i özlemektedir. Bu şehir hayatına bir türlü uyum sağlayamayan Heidi’nin özlemi her geçen gün artar. Geceleri odasında köyünü ve dağları düşünüp ağlarken bir süre sonra zayıflamaya ve durgunlaşmaya başlar.
Heidi'nin büyükbabası ile arkadaşı Peter'in yaşadığı Alplerden bir kare.
Heidi, daha sonra uyurgezerlik gibi bazı ciddi sağlık problemleriyle karşılaşır. Bunun üzerine bir doktor, evin sahibi Bay Seseman’a Heidi’nin köyüne götürülmesi gerektiğini söyler. Clara'dan köyüne geleceğinin sözünü alan Heidi, büyük bir sevinçle dedesinin yanına döner. Gün geçtikçe sağlığına kavuşur.
Yaz geldiğinde Clara onu ziyarete gider. Fakat Heidi’nin Clara'ya çok fazla vakit ayırması ve Peter'e eski yoğun ilgiyi göstermemesi, Peter’in kıskançlık duygularını kamçılar. Peter, evine gitmek zorunda kalacağı düşüncesiyle Clara’nın tekerlekli sandalyesini yüksek bir tepeden aşağıya yuvarlar. Fakat Clara, sandalyesiz geçirdiği bu sürede yürümeyi başarır.
Kızının yanına gelen Bay Seseman bu duruma çok ama çok sevinir. Heidi’nin okuması için dedesi Alf Amca'yı kasabada bir eve yerleşmeye razı eder. Alf Amca yazın yine kulübeye çıkacak ve doğayla baş başa olacaktı. Clara da yazın ziyaretlerine gelecek, Peter ve Heidi ile güzel vakit geçirecekti.
Heidi neden sürekli çıplak ayaklarla koşuyordu dersiniz
Her ne kadar Heidi özgür ruhundan dolayı ayakkabı giymeyi kendisi reddetse de aslında bu durum farklı bir mesaj içeriyor ve Heidi’nin yazarı Johanna Spyri, İsviçe’nin karanlık tarihine gönderme yapıyor.
Johanna Spyri, Heidi’yi yazdığında 53 yaşındaydı. Amacı dur durak bilmeden herkesin yardımına koşan Heidi’nin ve onun çıplak ayaklarıyla köle çocuklara dikkat çekmek istemiştir. Bu hikaye, seslendirilmeyen bir dönemin gözler önüne çıkmasına vesile olmuştur. Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeği simgeler. Çıplak ayaklar, erkek ya da kız, bütün “köle çocukları” diğer çocuklardan ayıran bir simgeydi.
Köle çocuklar İsviçre tarihinin en kara lekesi. Heidi’nin hikayesi de bu çocuklara dayanıyor
“Yalnızca 1930 yılında 30 bin çocuk bu şekilde köle olarak kullanıldı. İstismara maruz kalan çocuk sayı da 100 bini geçti. “
Bu çocukların çoğunun şiddete ve cinsel tacizlere maruz kaldığını konuyla ilgili röportaj veren Verdingkinder’lerden öğreniyoruz. Walter Steck “verdingkinder” olarak istismara uğrayanlardan.
İsviçre’nin utancı olan bu kölelik sistemi ise ne yazık ki 1981 yılında yani yakın geçmişte tamamen yasaklanabildi. Ancak İsviçre devleti bazıları hala hayatta olan, hayatları çalınmış bu çocuklardan 2013 yılında özür diledi…