Birçok araştırmaya konu olan ama bir türlü çözülemeyen o meşhur soru, tüm ilişkilerimiz ve karar verme aşamasında beynimizde kocaman bir soru işareti olarak asılı kalmış durumda. Duygu mu, Mantık mı? Bu soru kişiden kişiye değişir mi? Gelin hep birlikte uzman kişilerin yazdıklarından derlediğimiz bilgilere göz atarak cevap bulalım.
Sizce duygularımız nasıl oluşur? Duygularımızı dinleyerek doğru karar alabilir miyiz? Siz karar alırken mantığınıza mı yoksa duygularınıza mı güvenirsiniz? Neden büyüklerimiz bize “Akıllı ol.” diye nasihat ederler de “Duygulu ol.” demezler?
Oysa insan ne tamamen duygudan ne de tamamen mantıktan ibarettir. İnsanın duygulanması için de mantık yürütmesi gerekir. Bizim duygularımız kendiliğinden oluşmaz. Biz ancak bir olayın sonuçlarını düşünüp değerlendirdiğimizde, olası sonuçlar bizim için bir anlam ifade ediyorsa duygulanırız. Sonuçlarına kayıtsız kalacağımız olaylar ise bizi hiç duygulandırmaz. Bizim öfke, endişe, kıskançlık, utanma gibi duygularımızın arkasında hep aynı kalıp vardır. Önce durumu kavrar sonra olası sonucu düşünürüz ve duygularımız bu olası sonuçlar üzerinde oluşur. Lazarus’ların (Richard & Bernize Lazarus) dediği gibi “Duygularımızın mantığı vardır.” Sevdiğimiz birisi bir başkasına ilgi gösterdiği zaman kıskanırız; çünkü sevdiğimizin bize olan ilgisinin eskisi gibi olmayacağını düşünürüz. Böyle bir durumda da hem kendi gözümüzde hem de başkalarının gözünde değerimizin azalacağını düşünerek duygulanırız. Söz konusu duruma yoğun bir “anlam” yüklediğimiz için duygulanırız. Kullandığımız mantık bizim kıskançlık duygumuzun ortaya çıkmasına neden olur.
Duygularımızın temelinde bir düşünce, bir mantık vardır; bunun istisnası, bizde hayret duygusu oluşturan güzellikler olabilir: Sadece estetiğin arkasında mantık olmayabilir.
Aydınlanma çağının insanlığın üzerine yapıştırdığı “İnsan akılcıdır, insan rasyoneldir.” damgası insan doğasını göz ardı etmiş bir düşüncedir.
Uzun zamandan beri sol beynimizin, konuşma, sayısal işlemler ve analiz gibi konularda yetkin olduğunu; sağ beynimizin ise duygular, renkler, boyut ve sentez konularında yetkin olduğunu biliyoruz. İki lop arasında yoğun sinir liflerinden oluşan köprü, sağ ve sol beynin sürekli bilgi alışverişi yapmasını sağladığını da biliyoruz. İnsan düşünürken duygularından yararlanıyor; duygulanırken de mantığını kullanıyor.
İnsan bazı durumlarda o kadar hızlı karar alır ki bu karar sırasında hangi mantığı kullandığını bile fark etmeye zaman bulamaz. Birinin bizi kandırmaya çalıştığını düşünelim, duygusal beynimiz bu durumu anında sezer ve o kişiye güvenmeme kararı alır. Bu bizim hayatta kalmamızı sağlayan büyük bir avantajdır; çünkü aynı değerlendirmeyi önce mantık süzgecinden geçirip sonra karar almak çok daha uzun zaman alırdı. Biz değerlendirmeyi bitirene kadar iş işten geçmiş olurdu. Sezgilerimizin gücü, bize atalarımızdan kalmış bir mirastır. Atalarımız tehlikeli ve acil durumlarda düşünmek için zaman harcamak zorunda kalsalardı vahşi hayvanlara yem olurlardı, biz de hayatta olamazdık.
Özel ilişkilerimizde, iş ilişkilerimizde ve satın alma davranışlarımızda aldığımız bütün kararların içinde duygularımız vardır; ama bunlar boşlukta, rastgele oluşan duygular değildir. Hepsinin bir çerçevesi, bir mantığı vardır. Mesela bir insanın öfkelenmesi sadece ilkel bir duygunun sergilenmesi değildir. İnsan ancak sonucunda kendi kişiliğine zarar geleceğini , haksızlığa uğrayacağını düşündüğü zaman öfkelenir. Birinin öfkelenmesi için olaylara, kişilere ve sonuçlara anlam yüklemesi gerekir. Yoksa hiç kimse “üzerine alınmadığı” bir duruma öfkelenmez. Bizim öfkemiz durup duruken oluşmaz. Öfkelenmek elbette bir duygudur; ama bu duygunun kuvvetli bir mantığı vardır.
Olası sonuçlarına anlam yüklemediğimiz hiçbir durumda duygularımız harekete geçmez. Bu nedenle duygularımız ve mantığımız birbirinin alternatifi değil, bir bütündür. Duygularımızın ve mantığımızın birlikteliği ne kadar güçlü olursa aldığımız kararlar ve göstereceğimiz yaratıcılık o kadar etkili olur.
Bazı satın alma kararlarında duygularımız daha yoğun rol alırken bazılarında mantığımız ön plana çıkar. Toplum içindeki kimliğimizi ilgilendiren ürünler hakkında karar alırken duygularımız ön plana çıkar. Bir giysiyi seçme kararında daha gergin olurken evimizi hangi boya markasıyla boyatacağımızda benzer baskıyı hissetmeyiz. Boya markası kararında mantığımız ön plandadır, çoğu kez de bu kararı işin bilen bir ustaya bırakırız. Buradaki baskı, olsa olsa çok para harcamama baskısıdır.
Duygularımızın ön plana çıktığı kararlar, bizim kimliğimizi oluşturan ürünlerle ilgili kararlardır. Mantıksal tüketim kararları ise ilgimizin düşük olduğu kararlardır. Araba, saat, giysi, çanta gibi bizim kim olduğumuz hakkında etrafımıza bilgi veren ürünleri seçerken duygularımız etkin olarak devreye girer. Bir kadının kendine çanta alırken içine girdiği ruh haliyle süper marketten deterjan alırken içine girdiği ruh hali tamamen farklıdır.
Tüketim kararlarımızın çoğunda duygularımızı harekete geçirdiğimiz için pazarlama iletişiminin duygular üzerine olması gerektiği doğrudur; ama pazarlama iletişiminin sadece duygusal bir iletişim olması büyük bir eksikliktir. Bütün kararlarımız bir mantığa dayalı olduğuna göre, reklamların aynı zamanda mantığımıza da hitap etmesi gerekir. Oysa televizyonda gördüğümüz reklamların çoğunda herhangi bir mantıksal gerekçe yoktur. Reklamların çoğu ya tüketiciyi eğlendiren ya da yüksek dozda yaratıcılığın sergilendiği reklamlardır.
Nasıl beynimiz, mantığımızla duygularımızı bir bütünlük içinde yönetiyorsa markalar da bir anlam çerçevesinde tüketicilerinin hem mantıklarına hem duygularına hitap etmelidir.
Günümüzde insan olarak günün her anında karar verme durumundayız ve karar sürecinde mantık ve duyguların etkisi ile karar almaktayız ve bazılarımız bu konuda fikrini söylerken, ben mantık ağırlıklı karar vermekteyim ve duygularımı dikkate almam veya baskılarım, duygularımı dikkate alırsam ben hata yapmaktan korkarım derken, bazılarımız ise ben duygularım ile yaşıyorum hatada olsa ben duygularıma göre karar veriyorum demektedir.
İnsan ilk zamanlar içgüdülerini dikkate alıp karar verirken son yıllarda mantık ağırlıklı yaklaşım tarzı önem kazanmaya başlamış ve iş ilanların da analitik düşünme ve yaklaşımı şart koşan ilanlar yayınlanmaya başlamıştır. İş hayatında mantığı öne alan ve duyguları bastırmanın bir profesyonellik olduğu anlayışı yaygınlaşmış ve genel kabul görmüştür.
Bu ne kadar doğrudur? Bu konu ile ilgili hususlara kısaca değinelim, İlk adım olarak karar verme nedir? Bunu dikkate almalıyız.
Karar vermek nedir ve hangi hususlar ile ilintilidir?
Her birey yaşamı boyunca alternatifler arasında seçim yapma durumlarıyla karşı karşıya kalır. Seçim yapmak bir karar verme sürecini doğurur. Bireyin zekâ seviyesi, kişilik yapısı, aldığı eğitim, bulunduğu sosyal çevre ve alternatiflere yüklediği anlam karar verme sürecini etkileyen faktörledir.
Karar verebilmek için önce problemi teşhis edebilmek ve daha sonra bunun için alternatifler üretebilmek gerekir, alternatifleri üretebilmek ve seçim yapabilmek mantıksal bir süreçtir. Bilgiye dayalı değerlendirme yapılmaktadır. Tanıma bu açıdan bakarsak yalnızca değerlendirme sürecini ve çıktıyı dikkate almamız gerekir, gerçek ise bundan çok farklıdır. Girdi olmadan Çıktı olmaz, İnsan girdiyi nasıl sağlamaktadır?
Bu soruyu lütfen kendinize sorunuz? Cevap ise duyulardır.
Biz çevremizde olanları tüm duyularımız ile algılamaktayız. Duyular ile algıladığımızı mantığımız ile değerlendirmekteyiz. Burada ise farkındalık kavramı ve soru sorma yani sorgulama konusu ortaya çıkmaktadır.
Karar verme de mantıksal çıktı söz konusu ise girdi duyular ile elde edildiğine göre duygular bizi nasıl etkilemekte ve hangi filtrelerden geçmektedir, sorusu aklımıza gelmektedir. Eğitimlerimde farkındalık konusuna değinmekte ve çevrenizde olanların çoğunu fark etmediğinizi uygulamalı olarak göstermekteyim, burada farkındalık, esas olarak girdi miktarını ve kalitesini artırma konusunu gündeme getirmektedir, ikinci olarak her girdiyi sorgulama veya girdi ihtiyacı için sorgulama konusu ortaya çıkmaktadır. Farkında olmadığınız hiçbir şey size veri olarak iletilemez, yani yok hükmündedir. Farkındalık olmadan girdi olamaz. Farkındalık için kendinize zaman zaman soru sormanız gerekebilir. Böylece farkındalığı ateşlemiş olursunuz.
İyi soru sormayı bilmeyen problem teşhis edemez, girdilerin kalitesini sorgulayamaz ve alternatif üreterek doğru karar veremez.
Soru sorma ve sorgulama konusu algı kontrolü yada algı yönlendirmesi bakımından ayrıca önem taşımaktadır, Sizi insanlar yönlendirirken verilerin önceliği, ağırlığı, önemi gibi hususlar ile oynarlar, bazı verileri ise size hiç iletmemektedirler. Algınızın yönlendirildiğini fark etmediğiniz verileri sorgulamadığınız sürece başkalarının istediği şekilde karar vermeniz söz konusudur. Bu nedenle çok iyi soru sorabilmelisiniz. Karar sürecinde duyular, farkındalık ve soru sormanın önemini kısaca hatırladıktan sonra;
Duygusal zeka nedir ve karar süreci ile ilintisi?
Karar sürecinde duyular ile elde dilen veriler bizde dürtü ve tepkiye neden olurken yarattığı duygusal değişiklikler ve veriler değerlendirmeye etki etmektedir. Çevremizde olanları fark etmemiz ve değerlendirmemiz duygusal zeka ile ilgilidir; Bunun için Duygusal zeka kavramını incelemeliyiz. Bunun için önce zeka sonra duygu kavramlarını değerlendirmedikten sonra duygusal zeka kavramına bakmanın doğru olduğunu düşünüyoruz.
Zeka, Mayer, J.D. tarafından, her durumda zekânın, sembolleri kullanabilme, anlayabilme ve algılama kapasitesiyle doğru orantılı olduğunu ifade etmiştir.
Mayer, Caruso ve Salovey duyguları; psikolojik yanıtları, algıyı ve bilinçli farkındalığı içeren birçok psikolojik alt sistemleri koordine eden içsel olaylar olarak tanımlamışlardır.
Duygusal zekânın, kişinin kendi ve diğerlerinin duygularını tanıma, anlama, değerlendirme ve duyguları yönetebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır
Coetzee ve Schaap ile Copper ve Sawaf duygusal zekânın; karşılaştırma yapabilmek ve IQ için de yaşamsal bir önem taşıdığını, duyguların, düşünce ve faaliyetlerimize yön verebildiğinden sağlıklı bir şekilde denetlenmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Ayrıca, duygusal zekânın önemli sorunların çözümünde veya önemli bir karar verilmesi gerektiğinde, IQ‟nun gücüyle birleşip, problemleri daha nitelikli bir biçimde ve daha kısa sürede çözülmesinin sağlandığını ifade etmektedirler.
Burada açıkça şunu ifade edebiliriz. Duygusal zeka karar sürecinde son derece önemlidir, Daha nitelikli karar verebilmek için IQ ve EQ beraber çalışmaktadır. Beynimizi bir düdüklü tencereye benzetirsek, Tencerede sadece mantık değil birazda duygu diyerek konuyu ele alabiliriz ancak Bir konuda karar için; Tencereye Ne, Ne zaman ve Ne kadar girecek konusunu nasıl belirliyoruz? bunu ne belirleyecek veya tayin edecektir. Doğru soru sorma yeteneği burada devreye girmektedir. Kararlarımızın doğruluğunu ve başarısını doğru soru sorabilme yeteneğimiz etkilemektedir. Riggio ve Reichard'e göre, “bir tek düşüncelerle değil, duygularımızın sesinin etkisiyle dinleriz-açıklarız-değer veririz ve eyleme geçeriz, öğreniriz-düşünür hatırlarız-değiştiririz ve motivasyon sağlarız.” Duygularımız ile mantığımız birlikte çalışmaktadır. Tencereye duygu ve mantık beraber girmektedir.
Sezgisel duygular muhakemenin ana girdisi olarak kabul edilebilir, biz tencereye duygularımızı, mantığımızı koyarken, tecrübe ve içgüdülerimize dayanan sezgilerimizde bize destek sağlamaktadır. Sezgi yeteneği insanda zamanla gelişebilmektedir ancak bunu dikkate alabilecek, bir yapı ve düşünme şekli önemlidir. Yaşı ileri olan yöneticiler birçok bilinmezin olduğu durumlarda sezgilerini de dikkate alarak daha isabetli kararlar aldıkları bilinmektedir. Sezginin tecrübe ve yaşla ilgisi yoktur. Kullandıkça insanlarda içgüdüsel olarak geliştiği düşünülmektedir.
Pratik sezgi şekilde görüldüğü gibi Cooper ve Sawaf tarafından tanımlanmıştır. Önsezi; içten bilme Şekli, altıncı duyu, kuvvetli duygular, daha derin benlik veya daha yüksek içgüdü veya içten yönlendirme Şeklinde tanımlanabilir. Önsezinin, duygusal zekânın yüksek bir boyutu olduğu ve duygusal zekâyla yakından ilişkili içinde bulunduğu söylenebilir.
Karar sürecinde değerlendirilen ve karara etki eden her faktör ölçülebilir değildir, sevmek, hoşlanmak, beğenmek, bağımlılık, tercih etmek gibi birçok ölçülemeyen değer sürece etki etmektedir. Bu açıklamalardan sonra sadece mantıksal bir kararın olmadığı ve girdileri sağlayan duyuların, dürtülerin, filtrelerin, filtreleri oluşturan kültür, eğitim, bilgi ve kişisel yapının karar sürecine etki ettiği görülmektedir.
Ben sadece mantığımla karar veririm diye bir süreç uygulamada mevcut değildir. Girdilerde yer alan duygular, nasıl ihmal edilebilir veya yok sayılabilir, Benim kanımca yok sayılamaz ancak sorgulanabilir ve doğruluğu ve etkisi incelenebilir. Bununla birlikte yalnızca saf mantıksal çıktı ile oluşan bir karar söz konusu değildir. Çünkü girdilerde ve süreçte duyular ve duygular yer almaktadır.
Başarılı olmak istiyorsanız sadece Duygusal zeka ile veya IQ ile yol alamazsınız, başarılı olmak için bunların karışımını kullanırken farkındalık ve soru sorma sizin pusulanız olacaktır.
Duygusuz bir hayat ve karar yoktur. Duygular ve bunun farkına varmak ve kontrol etmek önemlidir. Kendini ve çevrenizi tanımanız sadece karar sürecinde değil hayatınızda mutlu ve başarılı olabilmeniz açısından da önemlidir.
Abi ben duygularımla karar veriyorum veya ben mantığımla karar veririm, bende duygu yok cümlesi bu yazıdan sonra size ne kadar doğru geliyor? Bu karmaşık konuyu hepimizin ilgisini çekecek bir örneğe taşıyalım.
İkili ilişkilerin başlangıcında yada ilk tanışmada, Son yıllarda "Elektrik Alamadım" yada "Elektrik Aldım" cümlesi ile bir ilişkinin başlayıp başlamayacağına dair verilen kararın sözlü ifadesi olarak çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Burada sezgisel bir değerlendirmenin yapıldığını ilk bakışta görüyoruz, aynı zamanda duygusal zekanın kullanılması ile kendi duygularını anlamasının yanı sıra karşıdaki insanın sözsüz iletişim yoluyla gönderdiği veriler ile onun duygularını ve tepkilerini, davranış tarzını karar sürecinde değerlendirmesi söz konusudur.
Tüm veriler yani iç dünyasından gelen veriler ve karşıdan Duygusal zekasının değerlendirmesi sonucu olarak aldığı verileri karar sürecine sokması söz konusudur, burada farkına vardığı konuları değerlendirdiği gibi fark edemediği veya daha detaylı bilgi istediği konularda sorular sormaktadır. Sorulara olumsuz cevap alması veya cevap bulamaması durumunda karar süreci etkilenmektedir. Sonuç kısa bir tanımlama ile Elektrik alamadım gibi basit bir cümlede olsa süreç karmaşık ve zorludur. Süreçte IQ ve EQ birlikte sorular ile birlikte kullanılmakta, pratik sezgi ve içgüdüleriniz ise yol ışığı olmaktadır.
Gordion, tarihte Frigya'nın başkentidir. Sakarya nehri ile Porsuk Çayı'nın birleştiği noktanın tam yukarısında bulunan Gordion'un kalıntıları Ankara'ya 94 km uzaklıkta, Polatlı'nın 29 km kuzeybatısındadır.
Friglerin Gordion'a geliş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Trakya'dan ve Balkan Yarımadasından buraya geldikleri farz edilir. Bu düşünce Friglerin çanak, çömlek stillerinin Makedonyalıların stiline benzemesinden ileri gelmektedir.
Gordion düğümü hikayesi, Yeni bir lider arayışında olan Friglere bir kahin tarafından, şehre öküz arabası ile giren ilk adamı kral ilan etmeleri söylenir. Şehre Öküz arabası ile ilk giren kişi Gordios'tur. Halk Gordiosu, kral ilan eder. Gordios öküz arabasını kendisinin kral olmasına neden olduğu için tapınakta gösterime koyar ve Öküz arabasını kızılcık dallarından yaptığı bir bağ ile tapınakta bir sütuna düğümleyerek bağlar.
Efsaneye Göre her kim bu düğümü çözecek olursa Asya'nın hakimi olacağı söylentisi ünlenir. Bu düğümün adı Gordion Düğümüdür. Bu düğümü halktan birçok insan çözmek için çalışır ancak başaramazlar ve düğüm gün geçtikçe meşhur olur ve dünyada duyulur.
Zaman geçse de bir türlü düğüm çözülemez. Daha sonra şehre gelen Büyük İskender düğümü çözmek için başına geçer. Fakat sabırsızlanıp kılıcını çıkartarak düğümü keser ve düğümü çözmüş olur.
Diğer bir bakış açısına göre; Önemli olan düğümü çözmek ise İskender düğümü çözmüş ve öküz arabasını almıştır. Bir diğer görüşe göre;
İskender Düğümü çözmemiş, sadece yok etmiştir, yani çözüm yoktur. Problemi ortadan kaldırmıştır.
Karar sürecinde duygularını kontrol edememiş ve sinirlenmiş, sabırsızlanarak kılıcını kullanmıştır. Duyguların, Karar sürecini ve düşünme şeklini sonuç olarak davranışı etkilediğini bu hikayede açıkça görmekteyiz.
Düğümde neden ip değil de kızılcık ağacı kullanılmaktadır. İşte burada hikayeyi okurken, kendinize neden kızılcık dalı diye sordunuz mu? Sizde farkındalık ve merak hangi noktada?
Kızılcık dalları çok sağlamdır. Sağlam ve dayanaklı olduğu için kullanılmıştır. Bu nedenle günümüzde Devrek bastonun yapımında diğer ağaçların yanı sıra başlıca Kızılcık ağacı kullanılmaktadır.
Doğal bir antioksidan olan kızılcık, İbni Sina’nın da kullandığı faydalı bir besin maddesidir. halen doğal ilaç olarak birçok hastalıkta kullanılmaktadır.
Frigyalıların balkan kökenli oldukları hipotezini yukarıda yazmıştık. Bulgaristan da Noel ağacı olarak çam ağacının yanı sıra 3 yaşında bir meşeden yapılan bir kütük olan Koleda kullanılır ve Yılbaşı bayramlarında kızılcık ağacı dalları ile süslenirmiş. Kızılcık Dalları sağlam olduğu için uzun ömür ve sağlamlık ifadesi olarak algılanırmış ve bu nedenle uzun ve sağlıklı bir ömrün sembolü olarak Noel'de kullanılırmış.
Büyük İskender uzun ömrün simgesi olan kızılcık ağacını kestiği için 33 yılda öldüğü rivayet edilir, Hatta İskender’in elemsiz bir hastalıktan ölmesinin nedeni olarak sabırsız olması bile ileri sürülmüştür. Eğer düğümü sabırla çözseydi ölmeyeceği düşünülürdü.
( Bu Haberin birkısmı Fikret Güzeller’in yazısından alınmıştır. Rast gele karşılaştığımız bu yazıyı paylaşabileceğimiz yazılmış bu sebeple konumuza ekledik. Sorularınız için fikretguzeller@gmail.com adresinden kendisine ulaşabilirsiniz.)