KÜLTÜR-SANAT

4 bin yıllık tarihi kalenin harcına su yerine süt katılmış!

Birçok medeniyete ev sahipliği yapan tarihi Harput

Abone Ol

Elazığ’ın meşhur tarihi Harput Kalesi Urartular dönemine ait en dikkat çeken yapılar arasında yer alıyor. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Harput bu medeniyetler hakkında inanılmaz bilgilerin elde edilmesine olanak sağlıyor. Hafta içi 08:00–19:15 arasında ziyarete açık olan kale hafta sonları 08:00–17:30 saatleri arasında hizmet veriyor.
Harput Kalesi diğer adı ile (Süt Kalesi dikdörtgen bir plan üzerine kurularak ), Urartular tarafından yapılmış olan mimari bir yapı Elazığ il sınırları içerisindeki tarihi Harput mahallesinde bulunmakta. Kale, iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Rivayete göre döneminde su kıtlığı bulunduğu için yapımında kullanılan harca su yerine süt eklenmiş bu nedenle "Süt Kalesi" olarak da adlandırılmakta. 

İşte Elazığ Valiliğinin kale hakkında verdiği bilgiler şu şekilde; 
 Mevcut  tarihi  kaynaklara  göre  Harput'un    en  eski  sakinleri  M.Ö.  2000  yıllarından  itibaren  Doğu Anadolu'ya  yerleşen  Hurrilerdir. Hurrilerden  sonra  bölgenin,  Hitit  hakimiyeti  altına  girdiğini  görmekteyiz.  Çok  uzun  sürmeyen  Hitit  hakimiyetinden  sonra  M.Ö.  9. Asırdan  itibaren  Doğu Anadolu'da  devlet  kuran  Urartular  Harput'ta  uzun  süre  hüküm  sürmüştür.  Bugün  bile  tarihi  heybetiyle  ayakta  duran  Harput  Kalesi  Urartu  devrinin  izlerini  taşımaktadır.  Kale'de kaya  içine  oyulmuş  merdivenler,  tünel  ve  hücrelerle  su  yolu  bulunduğu  tespit  edilmiştir.   M.Ö.  9.  Asırdan  beri  bu  kalesiyle  müstahkem  mevkii  olarak  bilinen  Harput,  en  az  4000  yıllık  bir  maziye  sahip  bulunmaktadır.
 
Harput  isminin  ilk  hecesi  olan  Har, taş  (kaya) anlamına,  son  hecesi olan  put   (berd) ise   kale  anlamına  gelmektedir.  Günümüz  Türkçe si  ile  Taş  Kale  anlamını  taşımaktadır. 
Harput'un;  M.S. 1.  asırdan  3.  asra  kadar,  zaman  zaman  Romalıların  siyasi  ve  askeri  nüfuzunda  kaldığını   görmekteyiz.  Ancak  Romalıları  Anadolu'dan  çıkarmak  için  uzun  ve  çetin  mücadeleler  yapan  Pontus  Kralı  Mithradates  devrinde  ve  ondan  sonraki  zamanlarda el  değiştirdiği de  bilinmektedir.  Bununla  beraber,  Miladi 3. asırda, İmparator  Dioclatianus  zamanından  itibaren  Harput   bölgesi  tamamen  Roma  İmparatorluğuna  bağlanmıştır.
 
Daha  sonra  Sasanilerle,  Bizanslılar  arasında  devam  eden  harplerde   daima  ihtilaf  hududu  olarak  görülen  ve  kimi  zaman   Sasanilerin,  kimi   zaman  Bizanslıların  hakimiyetine  girerek  el  değiştiren  Harput'ta  Bizans  hakimiyetinin  ilk  devresi  7.  asrın  ortalarına  rastlar.  Ancak  Hz.  Ömer  zamanında  Suriye  ve  Irak'ı  ele geçiren  Arapların  7.  asrın  ortalarına  doğru  Harput  ve  çevresini de  zapt ettiklerini  görüyoruz.  Bu  şekilde  başlayan  Arap  hakimiyeti,  10.  asrın  ortalarına  kadar  devam  etmiştir.
Harput'ta, Romalılar  devrinde  olduğu  gibi,  Araplar  devrinde de   etkin  bir  ize  rastlanmamıştır.  Bölge,  daha  çok  Bizans  ve  Arap  siyasi  ve  askeri  gücünün  gövde  gösterilerine  sahne  olmuştur. 
Harput'un  Bizanslıların  hakimiyetine  ikinci  defa  geçişi  10. asra  rastlar.  Bizanslıların  İslam  alemine  karşı  giriştikleri  büyük  seferlerin  ilk  hedefi  daima  Harput  olmuştur.  Nitekim,  ilk  taarruzda  Bizanslılar  Harput'u  ele  geçirmişler  ve  burada  bir  vilayet  teşkilatı  kurarak  kaleleri  tahkim  etmişlerdir.
Bizans  tarihinde  Harput,  bugünkü  söyleyişe  çok  yakın  olarak "Harpote"  diye  geçmektedir.  Aslında  Harput  bölgesi de "Mesopotamia" olarak  adlandırılmaktadır.  Harput'ta  Bizans  hakimiyeti  aşağı  yukarı  11.  asrın  sonuna  kadar  devam  etmiştir.
 
Harput'un  Türklerin  Eline  Geçişi   :
Harput  ve  çevresi,  26  Ağustos  1071  Malazgirt  muharebesinden  sonra 1085  yılında  Türklerin  eline  geçmiştir.  Bu  ise  Selçuklular  devrine  rastlamaktadır.
Harput'un  ilk  Türk  hakimi  Çubuk  Bey'dir.  Çubuk  Bey,  burada  diğer  Selçuk  ümerası  gibi  Selçuklu  Sultanına  bağlı  olmak  şartıyla  bir  hükümet  kurmuştur.  Kendisine  oğlu  Mehmet  Bey,  halef  olduğu  içindir ki,  Harput  tarihinde  bu  devire "Çubukoğulları  Devri"  denir.  Çubukoğulları  ve  onlarla  birlikte  gelen  Türkmenlerin  Harput  halkının  ecdadını  teşkil  ettiğine  şüphe  kalmamıştır.
Harput'un  Türkler  tarafından  alınmasına  kadar  sadece  müstahkem  bir  kale  hüviyetinde  kalan  bu  yer,  Türklerle  beraber  büyüyen  bir  şehir  haline  gelmiştir.  Çubukoğulları  devrinden  sonra  Harput'ta  "Artukoğulları  Devri"  başlar. 12.  asrın   ilk  yıllarında  başlayan  bu  devir,  1234  yılına  kadar  devam  etmiştir.
 
Artukoğullarının,  Türkmenleriyle  beraber  Doğu  Anadolu'ya  gelip  yerleşmelerinden  sonra  bir  kol da  Harput'a  gelmiştir.  Bunlara  bu  sebeple  "Harput  Artukluları"   denmektedir.
Artukoğulları  devrinde;  adı  hala  Harput  ve  Elazığ'da  anılan  Belek  (Balak)  Gazi'nin  Harput'un  yetiştirdiği  en  ünlü Türk  Fatihi  olduğu  bilinmektedir. (1965  yılında  Harput  Turizm  Derneği   tarafından  Belek  Gazi'nin,  at  üstünde  güzel  bir  heykeli  yaptırılmıştır.)  Onun  en  önemli  hizmeti,  Haçlı  seferleri  sırasında  görülmüştür.  Selahattin  Eyyubi  ile  mukayese  edenler  bile  olmuştur.  (Tarihçiler  son  araştırmalar  ışığında  Balak  Gazi'nin  asıl  isminin  "Belek  Gazi"  olduğunu  ifade  etmektedirler.)
 
Balakgazi'den  sonra  1185 yılına  kadar  Harput'ta yine  Artukoğullarından  gelen  Prensler,  hüküm  sürmüşlerdir.  Bunlardan  Fahrettin  Karaaslan'ında  Harput  tarihinde  unutulmaz  yeri  ve  eserleri  vardır.  1148-1174  yılları  arasında  Harput'ta  hüküm  sürmüş  ve  burada  bulunan  Ulu  Camiyi  yaptırmıştır.
1234  yılında  Harput'ta  Artuk Hanedanının hakimiyeti  son bulur  ve Harput   Selçuklu  Hanedanına  ilhak  olunur.  Selçuklular  devrinde  Harput,  bir  Subaşı  tarafından   idare edilmiş  ve  bu  devirde  "Arap  Baba Camii" ve  bitişiğindeki  türbe  hariç  önemli  bir  eser  bırakılmamıştır.
 
Anadolu   Selçuklularının  bölgedeki  hakimiyeti  sona  erince, 14.  asırda  Harput'ta  bir müddet  İlhanlıların daha sonra da  Dulkadiroğullarının  hüküm sürdüklerini   görüyoruz.    Dulkadiroğulları  devrinden  sonra da  Harput, 1465 de  Uzun Hasan tarafından  zapt edilmiş  ve  40 yıl  kadar  Akkoyunluların   idaresinde  kalmıştır. 
Akkoyunlulardan  sonra  1507 yılında  Harput,  Şah  İsmail'in  idaresine  geçmiştir.  1516  yılında  Çaldıran  muharebesinden  sonra  Osmanlı  ordusu  tarafından  fethedilmiştir.
 
Osmanlı  İdaresine  geçen  Harput,  başlangıçta  Diyarbakır  Eyaletine  bağlı  bir  sancak  halinde  teşkilatlandırılmıştır.  1530  tarihli  bir  kayda  göre  Harput'ta  o  zaman  14  Müslüman,  4  ermeni  mahallesi  vardı. 19. Asrın  sonlarında  Harput'ta  2670  ev, 843  dükkan,  10  cami,  10   medrese,  8  kütüphane  ve  kilise,  12  han  ve çeşitli büyüklükte   90  hamam  bulunduğu  Kamus-ül-a'lam'da  belirtilmektedir.
Yukarıda  tarihi  devirlerinden  kısaca  bahsettiğimiz  Harput,  birbirine  benzeyen  sebeplerle  tarihe  karışan  birçok  eski  Türk  şehirleri  gibi  nihayet  terk edilmiş  ve  yerini  bugünkü  Elazığ'a  bırakmıştır.  Bugünkü  Elazığ,  II.  Mahmut  zamanında,  1834  yılında  şark  vilayetlerinde  ıslahata  ve  devlet  otoritesini  yeniden  kurmaya  memur  edilen  Reşit  Mehmet  Paşa  zamanında  halk  arasında  "Mezra " denilen  şimdiki  yerinde  kurulmaya  başlanmıştır.  
 
Aynı  yıl  içinde (1834)  hastane,  kışla  ve  cephane  binaları  yapılmış  Vilayet  Merkezi  Harput'tan  buraya  nakledilmiştir.  Bu  nakilde  Harput'un  artık  bir  hudut  şehri  olmaktan  çıkması,  gelişmeye  elverişli  olmaması, ana  yollara  sapa  kalması,  bilhassa  kış  mevsiminde  ulaşım  güçlüğü  ve  mezranın  güzel  bir  şehir  kurulmasına  elverişli  bulunması  rol  oynamıştır.
 
Yeni  kurulan  şehir  önceleri  eyalet  ve  bilahare  vilayet  merkezi  olmuş, bir  ara  Diyarbakır  vilayetine  bağlı  bir  Sancak  haline  getirilmiştir.  1875'de  Müstakil  Mutasarrıflık,  1879'da  da  tekrar  vilayet  olmuştur.  Osmanlı  devletinin  son  yıllarında  Malatya  ve  Dersim  Sancakları da  buraya  bağlanmış  1921'de  bu  iki  sancakta  Elazığ'dan  ayrılmıştır.
 
Sultan  Abdulaziz'in  tahta  çıkışının  5.  yılında   Hacı  Ahmed İzzet  Paşa  devrinde  buraya  tayin  edilen  Vali  İsmail  paşanın  teklifi  ile   1867  yılında  "Mamurat ul -Aziz"  adı  verilmiştir.  Fakat  telaffuzu  güç  olduğundan  halk  arasında  kısaca  "ELAZİZ"  olarak  söylene gelmiştir.    
 
Atatürk'ün  1937  yılında  şehre  teşrifleri  sırasında Atatürk'ün teklifi ile "Azık  İli"  anlamına  gelen  "ELAZIK" adı  verilmiş, bu  isim  daha  sonra  "ELAZIĞ"a dönüşmüştür.

Yolu Elazığ’a düşen ve  tarihi yapılara önem veren okurlarımıza buram buram tarih kokan bu kaleyi görüp keşfetmelerini tavsiye ediyoruz.