1628 yılında İsveç’in büyük deniz gücünü temsil etmesi için inşa edilen Vasa savaş gemisi, ilk seferinde daha bir deniz mili bile gitmeden alabora olup Stockholm limanı açıklarında battı. 64 bronz top ve dengesiz tasarımıyla tarihe geçen bu talihsiz gemi, 333 yıl boyunca Baltık Denizi’nin soğuk ve karanlık sularında yattı. Ta ki 1961’de, neredeyse mükemmel durumda yüzeye çıkarılana kadar.

Günümüzde Stockholm’deki Vasa Müzesi’nde sergilenen bu gemi, yalnızca bir mühendislik faciası değil; aynı zamanda eşsiz bir arkeolojik hazine ve bilimsel araştırma platformu. Baltık Denizi’nin düşük sıcaklığı, düşük oksijen seviyesi ve yoğun kirliliği sayesinde gemi kurdu gibi zararlılardan korunmuş olan Vasa, şimdi modern bilimin merceği altında yeniden hayat buluyor.

Vasa'nın içinden çıkan insan kalıntıları, araştırmacılara 17. yüzyıl denizcilerinin yaşamına dair eşsiz bilgiler sunuyor. Bu kalıntılardan biri, başlangıçta “G” olarak adlandırılan ve erkek olduğu düşünülen bir iskeletti. Ancak İsveç’teki Uppsala Üniversitesi ve ABD’deki Silahlı Kuvvetler DNA Tanımlama Laboratuvarı tarafından yapılan son DNA analizleri, G’nin aslında bir kadın olduğunu ortaya koydu.

Adli genetik profesörü Marie Allen, “G iskeletinde Y kromozomu bulamadık. Sonuçları daha kesin hale getirmek için özel testler uyguladık ve sonunda G’nin kadın olduğunu doğruladık,” diyor. Bu bulgu, Vasa’nın yolcu listesinde kadınların da olduğunu doğrulayan ilk bilimsel kanıt oldu. Vasa Müzesi tarihçisi Dr. Anna Maria Forssberg, bu gelişmeden büyük heyecan duyduğunu belirtiyor: “Şu anda denizcilerin eşlerini araştırıyorum. Kadınların da gemide olduğunu kanıtlamamız, denizcilik tarihine bakışımızı değiştirecek.”

Vasa gemisindeki iskeletler yalnızca kimlik tespitiyle sınırlı kalmıyor. Allen ve ekibi, bireylerin saç ve göz renklerinden genetik hastalık risklerine, hatta kulak kiri türlerine kadar birçok ayrıntıyı ortaya çıkarabiliyor. Bu analizler, hem tarihî kimliklendirme çalışmalarını hem de adli tıpta kullanılabilecek yeni tekniklerin gelişmesini sağlıyor.

Fakat Vasa’nın yeniden dirilişi sadece geçmişi aydınlatmakla sınırlı değil. Geminin fiziksel durumu da bilim insanlarının yoğun ilgisi altında. 2000’li yıllarda geminin yüzeyinde bozulma belirtileri gözlemlendi. İsveç’in Uppsala Üniversitesi’nden mühendis Ingela Bjurhager liderliğindeki ekip, Vasa’nın ahşabının %40 oranında zayıfladığını ortaya koydu. Çalışmalar, geminin metal cıvatalarından sızan demirin oksijenle tepkimeye girerek selüloz liflerini çürüttüğünü öne sürüyor.

Ahşabın korunması amacıyla yıllar önce uygulanan polietilen glikol (PEG) işlemi yüzeyi korusa da iç liflerin çürümesine engel olamadı. Bugün müze yetkilileri, geminin nem dengesini sağlamak için iklim kontrol sistemini güncelledi ve paslanan eski çelik cıvataları paslanmaz olanlarla değiştirme çalışmalarını sürdürüyor.

Yapısal risk taşımadığı belirlenen Vasa, her yıl birkaç milimetre de olsa deforme oluyor. Bjurhager’in ekibi bu nedenle geminin dijital modelini oluşturarak yeni destek yapıları geliştirmeye çalışıyor. Hedef, bu benzersiz mirası gelecek nesillere mümkün olan en sağlam haliyle aktarabilmek.

Vasa, savaşta kullanılmadan batmış olabilir. Ancak 400 yıl sonra bile, taşıdığı sırlar, bilim ve tarih dünyasında büyük dalgalar yaratmaya devam ediyor. İsveç halkının gözünde bir trajedi olmaktan çok bir gurur simgesi olan bu gemi, şimdi geçmişle geleceği birleştiren eşsiz bir zaman kapsülüne dönüşmüş durumda.

Muhabir: Merve Kiraz