ÜZÜMLÜ’DE ÜZÜM OLMAK

Abone Ol
  Salkım salkım umutlar biriktirilir
Her salkımın ucuna başka bir hayat iliştirilir
Dağlar ve bağlar arasında
Soğuk sıcak arası bir düş  kendini gösterir
 
Uzun ince bir yol…Üstü açık bir koridor gibi. Bir salkım üzümün,  çıplak, suskun, kimsesiz  tepelerin önüne  fütursuzca savrulmuş hali. Etraf oldukça dağınık. Hangi yana dönülse başka bir duruşun gölgesi vuruyor  yola. Yol, etrafın  duruşuna vurdumduymaz. Etraf, yolun  peşinde  belli belirsiz  takipçi. Yolun ortasındaki arktan akan  suyun    sesi çoğu  zaman  tenha olan  vurdumduymaz  yolun  var oluş sesi. Bu ses kendini en çok  gecenin karasında  özgür hissediyor. Hissin adı özgürlük, özgürlüğün kendisi beyaz; beyaz güvencin olunca, güvercin kanat çırptıkça  zamanın akışı suyun akışından hızlı oluyor. Hızla sararan buğdayların rüzgarla dansı,sarının yeşile duyduğu kıskançlığın arasında sürüklenip gidiyor.İşte akış, kendini kendinden uzak bir şehrin yolcusu sayıyor.
            Munzur’un karşı komşusu üzüm bağları. Uzun ince yolun siyah mor arası  hali. Birçok hal var mor düşler arasında. Bu düşler pembe düşlere nispet verircesine çoğu hali halsiz bırakıyor; tepelerin, dağların heybetine meydan okuyor. Tek çekincesi kışın beyaz  duruşu. Suskunluğun mordan uzak  renksizliğe dönüşmüş tavrı.Bu tavır  moru, deliksiz ve uzun  bir uyku serüveninin içine  hapsediyor. Serüvenin içindeki  suskunluk  ta ki hal baharı çağırana dek devam ediyor. Devam edenler baharı sürüklüyor. Sürüklenenler  baharla  birlikte  özgürlüklerine kavuşuyorlar.Ara ara kıştan yadigar gece ayazları  özgürlüğü üşütüyor. Arada bir ürperen  bahar  kendini kendi sıcaklığıyla ısıtıyor.
            Yaz baharı kovalarken kulağa takılacak bir çift kiraz kızarıyor. Kiraz kızarıyor, yüz kızarıyor. Yüz kızarıyor, kayısılar sararıyor. Kayısılar sararıyor, buğday kıskanıyor. Buğdayın kıskançlığı kayısılar yarılana, yazın rengi solana dek devam ediyor. Buğday zülüflerini yaza savuruyor, yaz  sonbahara doğru yol alıyor. Sonbaharla kış arasında toplanan pancarlarla hasat mevsimi sona eriyor. Mevsim üşüyor, kışın sessizliğine inat beyaz meydan okuyor. Her şey uykuyla uyanıklık arasında gidip geliyor.Beyazın meydan okuduğu  renkler  sineye çekiliyor. Suskunluk  ağaçlar  kayısı çiçekleriyle gelin olana kadar devam ediyor. Beyaza darılıp, güne kızan güneş kızgın yüzünü gösteriyor. Yaz baharı kovalarken kulağa takılacak bir çift kiraz kızarıyor.
            Mekanlar   kapılarını hiç kapatmamacasına  açıyorlar. Bir perdelik  örtü  içeriyi gizemli hale getiriyor.Kendini dışarıya savuranlar  içerinin kış yorgunluğunu dağıtmak istercesine  rüzgarın perdeyi savurduğu gibi savruluyorlar. Oranın buranın önemi yok;  her şey bir  savruluştan ibaret sadece. Sade bir  mekanın  sade bir savruluşu…
Günün eşi güneş, aydınlığın ilk belirtisini gösterirken uzak yakın arası hayvan sesleri etrafa yayılıyor. Ev tıkırtıları hayvan seslerinin peşi sıra  adım atmaya başlıyor. Ses adımları bir senfoniyi  ardı sıra getiriyor. Başlangıç yemeği, dereotu ve tıska soğanların meyvesi taze soğanla süslenmiş  çökelek, belki taze; belki gün sonrası ıslatılmış tandır ekmeğiyle tatlandırılıyor. Ağzı tatlanan  işinin başına geçiyor. Belki bir cam önü bekleniyor yaşlı bakışların içinde, belki sıcak tepesinin doruğunda bahçe belleniyor, belki de çocuk bedeniyle etraf sorumsuzca  karışlanıyor. Semaverde  veya kara demlikte demlenen ikindi çayı yorulanların yorgunluklarını azaltıyor. Günün azalmasıyla  işler azalıyor. Güneşin eşi gün, karanlığın ilk belirtisini gösterirken  ezan sesi tepelerde yankılanıyor. Uzak yakın arası hayvan sesleri etrafa yayılıyor. Her ev  usulca kendi sinesine çekilirken gün de geceye çekiliyor. Sonrası sessizlik…
 
Erken bir zamanın erken suskunluğu içinde, karanlık kendini gösterirken  evlerde hanım dedikoduları, kahvehanelerde bey  sohbetleri  başlıyor. Meydan boş, sokaklar loş… Erken başlayan günü erken tamamlamanın  laf koşuşturmacası  limonlu ve açık kıtlama çayıyla  ısıtılıyor. Ayak altı dolaşan  çocuklar  belki bir sohbetin kulak misafiri,belki de  kendi oyun dünyalarında  ağırlaşan göz kapaklarını yukarı kaldırmak için çaba gösteriyorlar. Gecenin  sessizliği mekanlara yayıldıkça  tüm ilçe deliksiz bir uykunun daimi misafirine dönüşüyor. Görülen  mor  düşler geceyi siyahtan kurtarıp, ona farklı bir renge dönüşmenin hazzını yaşatıyor. Kaç hanenin kaç üyesi  bu mutluluğun  renk kahramanı  olur  bilinmiyor ancak, yıldızlar parıltılarıyla gecenin bu mutluluğuna ortak oluyorlar. Ta ki gece yüzünü gündüze  gösterene kadar.
            Gece  gündüz  değişimini  hiç kıpırdamadan yıllarca  heybetiyle  yaşayan dağlar karanlığın ve aydınlığın  daimi şahidi, ilçenin daimi bekçisi olarak etrafı bir zırh gibi kuşatıyor. Daimi dostluğun  muhabbet yaveri  bulutlar  bu zırhın en yumuşak halini gösteriyorlar. Dağlarla bulutların muhabbeti  çoğu zaman bağlara nispet veriyor. Bir şemsiye edasıyla kuşattığı dağların gölge kahramanlarıdır bulutlar. Gölgenin en beyaz, en duru  görüntüsü. Çıplaktır dağlar. Bulutların en yakın dostu. Beyaz bir kürk misali ısıttığı dağların giyinik duruşu. Dağların eteğine serpiştirilen  bağlar ve evler  bu muhabbeti hep kıskanıyorlar. Zirvenin daimi örtüsü kar parçası bile erimeme inadını buluta kullanmasına rağmen dağdan beklediği ilgiyi hiçbir zaman göremiyor. Ne dağa er olabiliyor, ne de eriyebiliyor. Renk kardeşine duyduğu kinle sadece dağın düşmanlığını kazanıyor. Halbuki hep beyaz bir  dostluğu  kendince yad eden  etraf, dağı da bulutu  da kendine dosttan öte dost biliyor.Etrafın bildiği bu dostluk  sadece kendinde var oluyor. Var olmak bir duruşsa  bu duruşun  kahramanı dağlar oluyor. Bulutun gölgelediği  heybet kahramanları…
            Dağların  çevrelediği bağların,bağların çevrelediği  çarşı meydanın  tam ortasında  merkez  direği  bulunuyor. Evler, bağlar  ve dağlar   bu merkez direğinden etrafa yayılıyor. Etrafın  yayılışına   cimin çayının sesi eşlik  ediyor. Çay,  bahar aylarında   özgürlüğün  tadını çıkarırken, sessizliğin en derin  halini  yaz  aylarında  yaşıyor. Özgürlüğü dört mevsim yaşayan  çayın  kaynağı  dere boğazı,   akıttığı  suyun  hesabını vermeden en temiz ve  en  saf  haliyle  çaya  hayat veriyor. Çay da varoluşuyla  hayatlara, tarlalara, bağlara… Berraklığın altında net olarak   görülen çakıl taşlarının  meskeni  dere boğazı, tepelerin arasında  dar bir geçitten çaya karışıyor. Dar yolların sonunda  kendini gizliyor, gizli bir  düş gibi kendini gösteriyor. Düşler  berrak  bir görünüşe bürünürken su sesi eşliğinde ılık bir uyku  beliriyor. Geriye kalan uğultu arasında sessizlik…
            Bir üzüm tanesi kadar  dolgun bir hayatın hayalinin kurulduğu, umutların her mevsim döngüsünde  uykudan uyandığı küçük sevimli bir diyardır Üzümlü. Cimin’dir kendisi aslında. Üzümün has diyarı sayılır ancak,  üzüm  isim önceliğini Cimin’e bırakır. Yılların  cümbüşünün üstesinden her şeye rağmen Cimin gelir. Kararan,puslanan üzüm rengine inat buğday sarısıyla  karayı kıskandırır. Kıskançlığı başa bela olan Cimin’in kıskançlığı  etrafa da yayılır. Üstünlüğün en büyük hazzını  üzüm yaşar. Kıskançlık doruğa Cimin’le ulaşır.
Zordur  Üzümlü(Cimin)’de  üzüm olmak…Bir salkımın ucunda siyaha inat  moru da  içinde  var etmeye çalışmak. Belki puslanmak  çekilenlere, belki de puslanarak  çekilenleri  yok   etmek…Var olduğu  diyar Cimin’le  anılsın diye kendi isminden feragat etmek.
 
Cimin diye anılan diyar, var git gidebildiğin kadar uzaklara.
Peşinden sürükle  birilerini
Öyle bir   türkü çığır ki
Seni en çok  üzüm kıskansın.