UNUTAN VE UNUTULANLARDAN OLMAMAK

 

“Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (59-Haşr; 19)

Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a (c.c.) hamd-u senâlar olsun ki, mü’min kullarına güvenmiş, güvendiği için Kitâb-ı Kerîm’ini emânet etmiş, önümüze de Resûlünü rehber ve nümûne olarak koymuş…

Yine Rabbimize hamd ediyoruz ki, kullarına “şah damarından daha yakın” olduğunu haber vermiş, nerede olursak olalım bizimle beraber olduğumuzu, gizli ve âşikâr bütün hallerimizi bildiğini bildirmiştir.

Allâh’ımıza nihâyetsiz şükürler olsun, dünyayı yaratıp ta onu yalnız başına bırakmamış. İnsanı yaratıp yeryüzüne gönderdiğinde; “haydi, ne hâlin varsa gör!” dememiş. İkaz ve işâretlerle, hudut ve ölçülerle, nasîhat ve uyarılarla kanunlar koyarak kullarını düzeltmiş, ıslâh etmiş ve hakîki birer mü’minler olmaları için katından onlara bol bol nimetler ihsân buyurmuş, emrine eşya ve hayvanâtı musahhar kılmış, hayatlarını kolaylaştırmıştır.

Hamd-u Senâ’ya devam ediyoruz ve diyoruz ki, müslüman kullarının yemesine, içmesine, giyimine, kuşamına, hukûkuna, ekonomisine, düğününe, nikâhına, yatmasına, kalkmasına, gülmesine, ağlamasına, yürümesine, oturmasına.. ölçüler va’zetmiş, yasalar yürürlüğe koymuştur. İndirdiği dînin, koyduğu nizâmın, va’zettiği kânunların nasıl yaşanacağını, Resûlünün ve ashâbının hayatıyla kullarına göstermiş, va’dettiği cennete ulaşmanın yollarını Kitâb-ı Kerîm’inde kullarına ayrıntılı olarak anlatmıştır.

Rabbimiz, Hâlıkımız, Melîk ve Mâlikimiz olan Allâh (c.c.), kullarıyla konuşmak için vahyini indirdi. Cebrâil vâsıtasıyla Resûlüne duyurduğu vahyini, kıyâmet gününe kadar koruyacağını va’detti. Kullarını başka sistemlere, düzenlere, izm’lere, cisimlere, çizimlere, filmlere muhtâc etmedi. Ne var ne yok insan hayatını ilgilendiren, hepsini kitâbında va’z etti…

“Âlemlere rahmet olsun diye” gönderdiği Resûlü Hz. Muhammed (s.a.v.)’i nümûne-i imtisâl kılan, üsve-i hasene olarak süsleyen ve onu sevmeyi kendi Zât’ını sevmekle bir tutan, ona itaat etmeyi kendine itaat kabûl eden, onun “hevâsından konuşmayacağını” konuşursa “vahiyle konuşacağını” bildiren Allâh, Resûlüne güvenmeyi ve itimat etmeyi bir bir açıklamıştır.

Kendi şefkât ve merhameti, yaratmış olduğu “şefkât ve merhamet barındıran bütün mahlûkatın” fevkinde olan, şefkati ve merhameti kullarına olan sevgisinden ötürü yaratan Allâh, kendisine şirk koşulmasının dışında bütün günahları bağışlayacağını, henüz can boğazdan çıkmadığı müddetçe yapılan tevbeleri kabul edeceğini, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir gönlün hissedemeyeceği cennet nimetlerini kulları için hazırladığını kitâbında müjdelemiş kullarına…

Allâh’ın nihâyetsiz salât ve selâmı, Resûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.)’in üzerine olsun…

O ki, Rabbinden aldığı vahyi, eksiksiz ve kusursuz ümmetine açıklamış, öğretmiş, örneklik etmiş, “yürüyen Kur’an” lâkabıyla hayata tatbik etmiştir. İhânet etmemiş, yan çizmemiş, yarı yolda bırakmamış, yüzünü ekşitmemiş, “bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz, vallâhi bu dâvâdan vaz geçmem, dinimden dönmem!” demiş, çilelere ve cefâlara göğüs germiş, ümmetini; âyet âyet, sûre sûre seslendirdiği ilâhi kelâm olan vahy ile kirlerden, günahlardan arınmaya dâvet etmiştir.

Bize “şah damarımızdan daha yakın” bir Allâh (c.c.) ve “içimizden biri” bir Resûl (s.a.v.)… gelmiş iken, ne oldu bize? Neden çözümü hep başka yerlerde arar olduk? Neden bizi bizden iyi bileni, bize bizden daha merhametli olanı unuttuk, neden “ateşlere düşmeyelim diye bizim eteklerimizden tutanın” elini bıraktık?

“Sıkıntıya uğramamız kendisine çok ağır gelen”i bırakıp ta, bizi sıkıntılara sokan, darlıkların ardına düşüren, zorbalara, zâlimlere, hâinlere, kibrin ve en’aniyetin budalalarına neden uyduk, peşlerine takıldık? Neden haramda huzûr arayarak huzûru kendimize harâm kıldık? Ümmetinin azap çekmesi bir yana, zahmet çekmesi bile kendisine çok ağır gelen ve kendisini müteessir eden önderimizi, rehberimizi bırakarak, dünya ve âhiretimizi berbat edecek, bizi zarar ve ziyana sürükleyen âciz kimselere tâbi olduk?

Ey yüce Resûl! Binler salât ve selâm sana…

Bizi sana, seni bize bağlayan bir güç var ve bu güç, “Gâlib-i Mutlâk olan Allâh’tır (c.c.)” Rabbimizin bize olan merhametidir. Seni bizden ayırmak isteyenler, karşılarında âlemlerin Rabbi olan Allâh’ı bulacaklardır kuşkusuz…

Hakkıyla sana lâyık bir ümmet olma çabasının içerisinde olamadık ey Nebî! Nur yüzünü göremediğimiz halde, nurlu yolunu hep sevdik, sevdâmızı dillendirdik… Çok kirlendik Allâh’ım! Kalplerimiz katılaştı, dünya bize meyletti, kendimizi dünyada ebedîleştik zannettik… Ummadığımız ve beklemediğimiz bir anda, ecel bizi bulacak, ölüm kapımızı çalacak… Hep ertelediğimiz hakikatli dünyaya ellerimiz boş, mahrûm, umutsuz ve çâresiz gönderme bizi Rabbimiz!

Resûlüne lâyık bir ümmet olmanın gayretini yeniden bize nasîb eyle Allâh’ım!

 

Şeref İŞLEYEN

[email protected]