SEN UNUTSAN DA,O SENİ ASLA UNUTMAZ !

Abone Ol

SEN UNUTSAN DA, O SENİ ASLA UNUTMAZ!

Nimetler külfetlerin karşılığıdır. Bedelsiz nimetin kadri ve kıymeti bilinmez derler. Gerçekten de öyle…

Bir tuhaf yaşıyor, bir tuhaf harcıyoruz ömrümüzü. Mirasyedilere benziyoruz sanki…

Ömür nereden geldi, niçin geldi, nasıl geldi diye sormadan. Mutlaka ve mutlaka uyanacakmışız gibi yatıyor, hiç ölmeyecekmişiz gibi müthiş bir hırsla güne başlıyoruz. Mutlaka gelecekmiş kanısı ile günleri bozuk para gibi harcayarak ayları, yılları, nihayet koskoca bir ömrü geride bırakmak. Günleri takvim yaprağı gibi çöpe atmak kolayda, o günün içinde ne vardı diye bakmak düşüncesine çok uzak ve çok yabancı insanlığı kahır ekseriyeti…

Ayılması çok zor olan bir sarhoşluğun bulanıklığında, ya rüzgârın sağa sola savurduğu yaprak misali zamanın önünde sürüklenme, makam ve menfaat uğruna eğilip bükülme, dünyaya yeniden mi geleceksin, ye iç keyfine bak, bal tutan parmağını yalar hülyasına dalarak, sorumluluklarından kendini soyutlayan ve zamanın dişlileri arasında un ufak olduğunun farkına varamayan olmak ne acı…

Makam, mansıp, şöhret gibi iç gıcıklayıcı heves, arzu ve ihtirasların kıskacına alarak insana erdemliliğini unutturan bir hayata teslim olma ve değersizliğe teslim edilen hayatın ipleri…

Durum böyle olunca da, tutkuları sınırlayan şeylere tahammülün kalmaması ve neticesinde meşru yoldan elde edilmesi mümkün olabilecek dünyevi ve uhrevi kazanımların gayri meşru yoldan elde edilmesi çabası her şeyi tuz buz ediyor.

En tehlikelisi de, insanın kendisini en güçlü ve özgür hissettiği, benliğini tamamen hırsının ve egosunun kollarına bıraktığı an oluyor. Öyle bir yaşam tarzını kutsayan insan, sonu olmayan başka bir tutsaklığa teslim etmiş oluyor kendisini.

Fazilet, erdem, hakkaniyet, merhamet adına insanın olmazsa olması olan ne varsa, bu kırmızı hatları tümden siliyor gayri meşru istekler… Böyle olunca, fırsat ile felaket, ümit ile hüsran, sevgi ile nefret ve daha ne var ise iç içe geçiyor hayatta. Ne kadar ölçüsüz yaşam tarzı tercih edilir ise, özgürlüğün o kadar elde edilebileceği vehmi insanı çepeçevre kuşatıyor.

Ancak, insan kendisini en mutlu hissettiği bir anda felaketi, en güçlü hissettiği bir anda da hezimeti tadabiliyor.

Arzuların ve hırsların eline terk edilmiş bir irade, menfaat neyi gerektiriyor ise onu insana haklı ve doğru gösteriyor. Derken aç gözlülük, tatminsizlik, kıskançlık, haksızlığı hak zannetme yaşam felsefesi haline dönüşüyor. O dar görüşlülüğün ve nereden geldim, nereye gideceğim, ne olacağım düşüncesizliğinden nasipsizliği ölçüsünde kendisinden başkasına isabet eden her iyiliğe ve güzelliğe karşı kapalı ve kopuk, ilgisiz ve alakasız kalabiliyor. Kendisine ait olmayan her kazanım değersiz oluyor. Bir şey ancak kendisinin olunca değer kazanıyor.

Göze kestirilen dünyevi ne varsa iştah kabartıyor. Elde ettikçe de güçlendiğini hissediyor ve bunun tadına doyum olmuyor….Göze kestirdiklerini elde edemeyince de her şey tu kaka olurken hırs, kıskançlık,çamur atma,dedikodu,iftira alıp başını gidiyor ve bu oyun hiç ama hiç sıkmıyor.

Daha büyük yerlerde ben, daha çok para kazanan ben, daha çok sözü dinlenen ben, daha çok şöhrete sahip olan ben olmalıyım diye adı koyulan süreç kendisini törpülemeye ve öğütmeye başladığı anda bir şeylerin farkına varılıyor. Bu durum fark edildiğinde zaman daha bir süratle akmaya devam ediyor zaman. Dünyalık çoğaldıkça zaman azalıyor. Takatten düşüp te şöyle bir soluklanayım dediği, uğruna bir ömür adadığım ve harcadığım şeylerin muhasebesini bile yapmaya vakit kalmıyor ve zaman saatinin zembereği atıyor.

Müthiş bir gerçek!

Ürperti ve dehşet verici bir gerçek!

Çaresi asla mümkün olmayan bir gerçek!

Çıkış yolu aranan tüm yollar kapalı.

Bütün yollar ölüme çıkıyor…

Maske düşüyor yüz kalıyor ortada…

İnsan unutuyor ama ölüm insanı asla ve kata unutmuyor. En azgınını bile nerede olursa olsun perçeminden tutup getiriyor hizaya…