Geçici itibarlar, hırs, özenti ve içimizdeki ölümsüz yaşama arzuları bizleri öylesine dünyaya mıhladı ki artık ötesini göremiyoruz. Önceleri insanlar kendilerini ve etrafındakileri doyurmaya çalışıyorlardı, şimdilerde dünyayı doyurmaya çalışıyorlar, o da bir türlü doymak bilmiyor ki. Köylümüz şehirlimiz ötesini düşünmeden israfın güzergâhında saltanat sürüyoruz. Dünya ihtişamı bizleri israfın halkasına takmış bir türlü iflah etmiyor. Menfaat presliğimiz, duyarsız ve merhametsiz hale getirdi. Nimeti elinde tutanlar da başkalarının nimetlerine de ortak oldular, çaldılar çırptılar.
En fazla da köylülerimiz israfın saflarına dizildiler. Daha evvel köylülerimizin devletten hiçbir talepleri ve beklentileri yoktu, hiç minnetsiz kendine de çevresine de yetiyordu. Köylülerimiz tarım olmadan hayvancılık, hayvancılık olmadan tarım olmaz denklemini, sistemini unuttular. Tarlasının güresini fabrikadan alan köylüler, hayvan yemini fabrikadan alan köylüler, ekmeğini fırından alan sosyete köylüler. Hazıra konma rahatlığı yüzünden kimse beden gücünü ortaya koymak istemiyor.
Köylümüzde elini sıcaktan soğuğa sokmak istemiyor, Kendilerini ve çocuklarını şehirlere itiyorlar. Makinelere ve yakıtlara ödenen yüksek maliyetler elbette ki karşılığını da vermeyecektir. İstek ve talepler yüzünden ne kendileri nede karşıdakileri iflah oluyor. Banka kredileri, teşviklerde yetmiyor. Önceleri köylüler, aile efradı ile birlikte kendi elleriyle emek verdiği arazisi, hayvanları vardı. Hayvanlarının etinden sütünden yününden, tarlası için gübresinden ve tarlasından çıkan mahsulle de hayvanlarının yem ihtiyaçlarını, ayrıca kendi meyve, sebze, buğday ve yakacağını, tüm kışlık hazırlıklarını fazlasıyla karşılıyordu.
Ne oldu da kaplar hep tersine döndü, içini kimler boşalttı. Köyünü satan, boş bırakan şehre koştu. Evvelce şehirler boş ve ıssızdı şimdi köyler boş ve ıssız. Kimse şehirde işe girmek istemiyordu. Bir mübadele vardı, insanlar köyü ile sanatı ile mutluydu. Böyle boşanmalar aile cinayetleri yoktu. Artık kimse anasının babasının yanına sığamıyor, artık kimse 100 m2 evlere de sığamıyor. Bozulan dengelerde hiç kimse mesleğini köyünü beğenmiyor, her kesimde bir şikâyet var. Herkes huzuru hazırda bekliyor. Kimse çocuğunu bir mesleğe göndermek veya köyünde bekletmek istemiyor. Sanki devletten şirketten başka kapı kalmamış gibi, bütün kapılar yüksekokullardan açılıyor. İmtihan kapılarında boynu bükük, çaresiz kalan gençler. Gençlerimizin ömrü dershanelerde ve imtihan kapılarında geçiyor ve umutsuz bekleyiş, mutsuz sonlar. Şehirlerin küllerinde savrulan insanlar.
Çağımızda şehirler köyleri yuttu, şehirler de gençleri yuttu. Zira bu gün şehirler çevre köylerini yok ederek kendi sınırlarına katıyor. Babamın bir sözü vardı. ‘’Oğlum atalarımızın ferasetleri çok genişti, bize şöyle derlerdi. ‘Gün gelecek ki, insanlar akın, akın şehirlere koşacaklar ve yine bir gün gelecek ki insanlar akın, akın köylere koşacaklar ama artık köyleri bulamayacaklar’’ Ne kadar güzel keşfetmişler. Çünkü insanlar köycülüğü unutmuşlar, çocuklarını şehirlerin azgın alizelerine bırakmışlar, hantallaşmışlar, bilhassa doğu köylerinde ne resmi ne özel bir şirket var, okul yok hatta muhtarı da yok.
Çareler tükendi mi hayır, hayır, resmi daireleri, şirketleri, fabrikaları ve lojmanlarını uzak köylere taşıyalım. Bu sayede şehirlerin yükü hafifleyecektir, insanların yükü hafifleyecektir, devletin yükü hafifleyecektir. Dolayısıyla ülkemiz daha güzel mamur bir hale gelecektir.