Her şeyden önce ne kadar yürek parçalayıcı olsa da bu hadise ilahi takdirin bir tezahürüdür. Ne kadar dövünsek de geçmişi geri getiremeyiz. Bize düşen, tarihten ders çıkarıp ileriye bakmaktır. Bu takdiratla Emevî zihniyetinin çirkin yüzü, Ehl-i Beyt’in ise masum ve haklı yüzü ortaya çıkmıştır.
Kerbela hadisesi ak ve kara olmak üzere iki sayfalı bir hadisedir; Kara sayfa açısından, vahşet ve katliam dolu çok korkunç ve karanlık sayfadır. Bu sayfada beşikteki çocuğu öldürecek kadar merhametsizliğin, katılığın ve yırtıcılığın en son haddi görülmektedir.
Beyaz sayfa açısından ise, rahmâni ve melekûti(yüce) bir hadisedir. Ok atan düşmana su verecek kadar insanî; vefa, sadâkat, mertlik, sabır ve fedakârlık dolu sahnelerin yaşandığı ak bir sayfadır.
Birinci açıdan bakıldığında, bu hadisenin adı “facia”dır. Kahramanları(!) ise; Yezid b. Muaviye,İbn-i Ziyad, Ömer b. Saad, Şimir gibi katil, makam ve mevki için her şeyi yapabilecek kadar gözleri dönmüş, bunun için Peygamber torununun bile kanına girecek kadar alçalmış canavar ruhlu insancıklar…
İkinci açıdan bakıldığında ise, bu hadisenin adı haksızlığa ve zorbalığa karşı bir duruştur. Her türlü yozlaşmaya, keyfiliğe, adaletsizliğe, haksızlığa, zulüm ve insafsızlığa karşı bir başkaldırıdır.
Bu sayfanın kahramanları ise, her şeye rağmen zalim Yezid’e biat etmeyen kıyamın öncüsü, şehitler serdarı İmam Hüseyin’dir. Ve yine O’nu başından sonuna kadar destekleyen, her zaman yanında olan dava arkadaşları Ebu’lFazl, Ali Ekber, Habib, Müslim, Zeynep, Ümmü Gülsüm, ÜmmüVeheb ve diğerleridir…
Görünüşte çok acı ve çilelere maruz kalan masum Ehl-i Beyt, geçici olan bu zahmete karşılık büyük rahmete, akılların alamayacağı derecede büyük mükâfatlara kavuşmuşlardır.
Bir mütefekkirimizin ifadesiyle, az bir sermayeyle paha biçilmez servetler elde etmişlerdir. Eriştikleri yüce makam ve rütbelerin kıymeti karşısında çektikleri zahmet çok ucuz kalır. Onlar dünya saltanatı yerine ahiret sultanlığını tercih etmişlerdir. Kazandıkları yüksek mertebelerle valiler yerine velilere, kutuplara, şehitlere önder olmuşlardır.
Bu elim hadise şunu da göstermiştir ki zulüm ile âbâd olunmaz. İster devletler olsun, isterse şahıslar olsun, kim bekâsı için başkalarının hukukuna tecavüz ederse, kulların hakkını çiğneyerek yükselmek isterse sonu berbat olur. “Küfür devam etse de zulüm devam etmez.” “Mazlumun sabrı, zalimin belasını çabuklaştırır.” Nitekim öyle de olmuş, Kerbela zulmü Emevi hanedanlığının çöküşünü hızlandırmıştır.
Kerbela hadisesi ırkçı, faşizan ve tektipçi politikalarla bir yere varılamayacağını da bize göstermiştir. Emeviler, siyasetlerine dini ve asabiyeti karıştırdıkları için hem kendilerine hem de İslâm âlemini küstürerek İslâm’a büyük zarar vermiştir.
Yanlışa yanlışla karşılık vermek de doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Etki her zaman tepkiyi doğurur, fakat tepkinin dozu kaçırılırsa başka felaketlere kapı aralanır. Nitekim tarihi kayıtlara göre Abbasi Devleti kurulduğu zaman, Emevilerin bütün sağ kalanları öldürülmüş, daha önce ölenlerin de kemikleri mezarlarından çıkarılarak yakılmıştır.
Tabi bu tablodan, bugünkü Ortadoğu ırkçı rejimlerin ve emperyal planları için sözümona barış ve demokrasi getiriyoruz diyerek buralara kan ve gözyaşı getiren işgalci güçlerin alması gereken dersler vardır diye düşünüyoruz.
Bu yazının başında da söylediğimiz gibi maziyi geri getirmek mümkün değildir. Tarihte olanlar, yaşayan insanlar için birer ibret vesikasıdır. İbret alınarak tekrar aynı hataların yaşanmamasına çalışılır. Yeni Kerbela’ların önüne geçmek için yönetim kademesinde olanlar başta olmak üzere her bir ferdin alması gereken öğütler ve sorumluluklar vardır.
Bugünün Müslümanları da o günkü hadiselerden ders çıkarıp aynı yanlışlara düşmemelidir. Tarih, ne övünme ne de dövünme malzemesidir. Evet, haklı olarak Kerbela’yı düşünen herkes çok üzülür, bağrı yanar ama aklını da duygularının önüne geçirerek ileriye bakar.
Hz. Hüseyin için gözyaşı döken Müslüman, O’nun davası uğrundaki samimiyetini ve ihlasını, yüce değerler için yalnız da olsa gerekirse gözünü kırpmadan canını ve malını verebileceğini düşünerek O’nun hayatı gibi bir hayat yaşamaya çalışır, çalışmalıdır.
Veliler sultanı İmam Ali’nin dediği gibi “Bin kere mazlum olsa da bir kere zalim olmaya kalkışmaz.” Hele hele o hadiseleri bugün hiç alakası olmayan birileriyle bağdaştırarak kimsenin hakkını çiğneyemez.
İmam Hüseyin’in buyurduğu gibi, zalimlerin zulmüne sessiz kalarak zillet içinde yaşamaktansa izzetli ve şerefli bir ölümü tercih eder.
Son söz olarak şunu söylemeliyim ki, Müslümanlar olarak aklımızı başımıza toplayıp hadiseleri vahiy ve aklın süzgecinden geçirip çağın gelişmelerini yorumlayamazsak ‘her gün aşura, her yer Kerbela’ olmaya devam edecektir, vesselam…