Zamanın “Hariciler” i olarak kabul edilen, kendisinden başkasını Müslüman olarak kabul etmeyen bu örgüt önüne geleni öldürüyor, ülkeleri kasıp kavuruyor. Öte yandan daha önceleri bu örgüte destek veren, yaptıklarını görmezden gelen bazı ülkeler şimdi her nedense karşı cephede yer alarak sözüm ona bu örgütle mücadele etme kararı alıyor.
Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi IŞİD terör örgütü sebep değil, sonuçtur. İslam ülkelerindeki dağınıklığın, pejmürdeliğin, dahası o güzel İslam dininin çok yanlış yorumlarla sulandırılarak tanınmaz ve yaşanmaz hale getirilmesinin bir sonucudur.
Bu münasebetle İslam’ın evrensel kurallarını tekrar hatırlatmakta ve IŞİD gibi İslam’la hiç alakası olamayacak terör örgütlerinin türememesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini sorumlu bir ilahiyatçı olarak sıralamakta yarar görüyorum.
- İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an’a göre, “bütün müminler kardeştir”. (Hucurat/10) Farklı ırk, renk, ülke, mezhep ve meşrepten olmak bu kardeşliğe zarar verecek gerekçe olarak gösterilemez.
- İslam, her türlü mezhep, meşrep, tarikat ve yorumun üstünde olan üst kimliktir. Bu üst kimliğe mensup olan ve kendini böyle ifade eden kişiler asla tekfir edilemez, canına ve malına zarar verilemez.
- Kendini Müslüman olarak ifade etmeyen farklı din mensuplarına veya herhangi bir dini benimsemeyen ateist kişilere insanlık/dünyalık kardeşi olarak bakılır ve yine canına, malına zarar verilemez.
- İslam dini, insanlığa huzur ve barışı getirmek gayesiyle gelmiştir. Bu amaca ulaşmak için elbette Müslümanlar gayret göstermelidir, ancak bunu yaparken İslam’ın asla tasvip etmediği terör ve şiddet metotlarını kullanamazlar. Çünkü,“dinde zorlama yoktur”. (Bakara/256)
- Din ve Dinin yorumlarını ayrı tutmak gerekir. Dini anlamaya çalışan hiçbir yorum, dinin kendisi kabul edilemez. O yüzden farklı yorumlara ve anlayışlara saygı duymak gerekir.
- İslam’da “cihat” kavramı, din ve insanlık için mücadele ve gayreti ifade eder. Bu kavramı terörle açıklamak asla doğru değildir. Cihat anlayışının özünde insanları terörle dize getirmek değil, onların hakkını korumayı ve hukuk ihlallerini önlemeyi sağlamak vardır.
- İslam dininde değil din kardeşini öldürmek, başka din mensuplarına bile saldırmadıkları müddetçe savaş izni yoktur. İslam’da savaş arızi/geçici bir durumdur, asılolan/kalıcı olan barıştır. “Sulh savaştan hayırlıdır”. (Nisa/128)
- Hiç kimse, “Allah dileseydi insanlar tek bir ümmet olurdu” (Maide/48) diyerek tektipçilği reddeden Allah’tan daha merhametli olamaz. Allah böyle murat etmişken kimsenin kalkıp insanları din değiştirmeye zorlama hakkı ve yetkisi yoktur. İnsanların kendi inanç ve değerlerine, gelenek ve göreneklerine uygun biçimde yaşama hakkı vardır.
- İslam tarihinde ortaya çıkan fıkhî ve itikadî oluşumlar, zamanın gereği olarak o günün koşullarında ortaya çıkmış ekollerdir. Bunların pek çoğu taraftar bulamadığı için kaybolmuş, bir kısmı da taraftar bularak günümüze kadar gelmiştir. Yani bu tür oluşumlar sosyolojik gerçeklik olmakla birlikte hakikatin kendisi sayılamaz.
- İnsanların bir gruba, mezhebe, cemaate katılma ve oralardan feyz alma hakkı vardır. Ancak, hakikati sadece orası olarak kabul edip diğerlerini hafife alma, karalama, dışlama ve yok sayma hakkı ve yetkisi yoktur.
- İslam beldelerindeki her türlü dini yapıtların, mabetlerin, ziyaretgâhların hedef alınması ve tahrip edilmesi kabul edilmez olduğu gibi, farklı din mensuplarının ibadethaneleri ve kutsal mekânlarına da saldırmak da asla kabul edilemez.
- İslam dini insanların akıl, din, can, mal, nesil, onur ve haysiyetlerinin korunması üzerine gönderilmiş bir dindir. Bu manada Müslümanların öncelikli görevleri, birbirlerinin açığını bulup tahkir ve tahrip etmek değil; birbirlerinin açığını kapatıp tamamlamak ve diğer insanlara karşı örnek bir medeniyet sergileyip dünya barışına katkı sağlamak olmalıdır.
- İslam dünyasının terörize edilerek kan ve gözyaşının hakim olduğu şu günlerde Müslümanların üslup ve tavırlarına çok dikkat etmeleri gerekir. Karşıdakini dışlayacak, ötekileştirecek, rencide edecek ifadeler yerine; kucaklayıcı ve toparlayıcı bir üslup seçilmesi çok yerinde olacaktır.
- Vahşetin her geçen gün arttığı şu günlerde İslam âlimlerine ve kanaat önderlerine de büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu bağlamda, Müslüman toplumları ayrıştırmaya yönelik fetvalar vermek ve konuşmalar yapmak yerine; İslam dünyasındaki farklılıkları bir rahmet ve zenginlik olarak görüp farklılıklarımızla birlikte barış içersinde yaşamayı sağlayacak bir çabanın içerisinde olmaları gerekir.
- İslam ülkelerinin başında bulunan idarecilerin de yine aynı şekilde toplumlarını ayrıştıracak ve kutuplaştıracak ifade ve üslup yerine herkesi kucaklayan ve sosyal adaleti sağlayan bir üslup ve yönetim sergilemeleri gerekir. Barış ve huzurun teminine matuf mekanizmaları devreye sokarak önleyici tedbirler almaları, uluslararasıiş birliğiiçerisinde bu tür terör örgütlerine göz açtırmamaları gerekir.
- Sonuç itibariyle bütün bu maraz ve problemlerin temelinde cehalet yatmaktadır. Cehalet zehrine karşı panzehir olacak eğitim için ülkeler arası seferberlik başlatılmalıdır. Başta yüksek okullar olmak üzere bütün eğitim kurumları ve müfredatları yeniden gözden geçirilmelidir. Eğitim, klasik bilgiler ve modern bilimlerin harmanlandığı, günümüz insanına hitap eden çağdaş bir norma kavuşturulmalıdır. Bu manada, Müslümanlar eğitim, kültür, sosyal ve diğer alanlarda çok ciddi bir özeleştiri yaparak hatayı dışarıda aramak yerine kendilerinde aramaları ve çözüm yolları üretmeleri gerekmektedir.
İslam’ı bir bütün olarak yorumlayan, insan’ı ve insan sevgisini odak alan, kendi değerlerini çok iyi bilirken evrensel değerlerden de haberi olan bir nesil yetiştirmek ancak böyle mümkün olacaktır. Bu değerlerle donanmış bir nesil, silahı ve çatışmayı asla bir çözüm aracı olarak görmeyecek, insanları kazanmanın yolunun gönülleri fethetmekten geçtiği bilinciyle hareket edecektir.
Tekrar edelim; ayırımcı, ötekileşici ve dışlayıcı değil çoğulcu bakış açısını ve İslam’ın rahmet ve hikmet mesajlarını özümseyen nesillerin yetiştirilmesi kaçınılmazdır.